Sinemada kutsal nasıl olmalı?

Muhammed Sağlam’ın Dünya Sinemasında Peygamber adlı kitapta sinemanın üç farklı dinde kutsalın ne anlama geldiğini ele alınıyor. Ardından da kutsalın sinemada nasıl bir karşılık bulduğunu ne tür eleştiriler aldığını da örnekleriyle anlatıyor.

Arşiv.

Rabia Bulut

Sinematik köşesinin ilk yazısı Ayşe Şasa’nın Yeşilçam Günlüğü üzerineydi. O yazıyla başlayan serüvenin şu an sekizinci kitap yazısını aynı zamanda da 2023 yılının son yazısını

yazıyorum. Geçen bu süre zarfında sinema kitapları üzerine güzel bir yazı arşivi oldu. Dilerim bu yolculuk 2024’te de dolu dolu devam eder. Yerli sinema kitaplarımızın sayısı artar. Seçim yapmakta zorlanırım. Yılın son yazısının başrolünde Muhammet Sağlam’ın Dünya Sinemasında Peygamber (Tasavvur, Temsil, Meşruiyet) adlı kitabı yer alıyor. Filistin’de yaşanan soykırım karşısında dünyada ve ülkemizde de sessiz ve görmezden gelen tavırların etkisindeki yönetimlerin, markaların yakasına yapışarak “sizin için ne kutsal?” diyoruz. Dünya Sinemasında Peygamber kitabı da “sinemada kutsalın” peşine düşüyor. Her sinema kitabında olduğu gibi teorik ve pratik kısmı birleştiriyor. Ama mevzunun derinliğini ve ağırlığını düşününce yazımı kitabın Üç Semavi Dinin Peygamberinin Sinemada Temsili başlıklı son bölümüne değinerek başlatmak istiyorum. Kavramsal ve Kuramsal Çerçeve, Sinema ve Kutsal, bölümleri teorik bir çerçevede ilerliyor. İslamiyet, Hristiyanlık ve Yahudilik’te kutsalın ne olduğunu, nasıl bir konumu olduğunu anlatıyor. Bu kısımlar bu meselelere meraklılar için besleyici bir kaynak oluşturuyor. Ama meselenin büyüklüğünü düşündüğümüzde bir kaybolmayıda sağlayabiliyor. Ondan ötürü son bölümün dikkat çekiciliği ve anlaşılırlığı bir adım öne çıkıyor. Çünkü orada devreye “On Emir” (1956), “Tutku-İsa Mesih’in Çilesi” (2004), “Çağrı” (1974) filmleri giriyor. Sinemada kutsalın anlatılmasına, gösterilmesine dair resim kafamızda netleşiyor.

SİNEMANIN KUTSALLA İLİŞKİSİ

Üç kutsal dinin kendine dair bilgilerini, kıssalarını, peygamberlerini anlatması, gösterilmesi farklılık gösterir. Yahudilik ve İslam bu noktada birleşir. Hristiyanlık’ta ise daha çeşitli bir gösterim mevcuttur. Kitapta Sinemada Kutsalın Temsili bölümü ayrıntılı olarak bu konuyu inceler. Sinema hikâye anlatman, gerçeği kurgulamanın en yeni yoludur. Dinin aktarımında, kutsalın inşa edilmesinde de kullanılan bir araçtır. Dinlerin peygamberleri, tanrılarıda aslında o gerçeğin kurgulanmasında bir araç olarak kendini gösterir. Sinema ve kutsal ilişkisi de aslında buradan inişli çıkışlı bir hal alır. Aynı zamandada birbirini besleyen unsurları ortaya çıkar. Kurgu, yönetmen, senaryo, aktör, yani bir filmi bir film yapan unsurların kutsalla bir ilişkisi vardır. O ilişkinin içeriğine göre de kutsalı ele alan iyi filmler, kötü filmler ortaya çıkar. “Sinema, insan odaklı bir sanat dalıdır. Yönetmenlere tanınan geniş yetkiler kutsalın zaman zaman sınırlarını zorlasa da yönetmenler ana hikâye, kurgu ve temsil konusunda geleneksel anlayışın dışına çıkmaktan çoğu kez kaçınmaktadır.” Bu kaçınmadan ötürü aslında yönetmenler hangi dinin mensubuysa onun ilkelerine göre hareket ederler. Hareket ettikleri noktalar diğer dinlerin hassasiyetleriyle çakışırsada gösterilmeme, yasaklama gibi durumlarla karşı karşıya kalırlar.

“ÇAĞRI”NIN BAŞARISI AŞILAMADI

Mustafa Akkad imzalı “Çağrı” filmi çekildiği günden itibaren İslam dünyasında aynı heyecanla izlenir. Üzerine konuşulur. Etkisi geçmeyen bir filmdir. Hz. Muhammed’in (sav) peygamberlik geldikten sonraki dönemini anlatan filmde, Hz. Muhammed’i, yakın arkadaşlarını ne görürüz, ne duyarız. Onun yerine Bilal-i Habeşi konuşur bazen yeri gelir Hz. Hamza konuşur. “Çağrı” İslam’ın temsil konusundaki kurallarını dikkate alarak bir film nasıl yapılırın eskimez bir cevabı olmuştur. Burada yönetmen Mustafa Akkad’ın bu konudaki hassasiyeti ve titiz çalışmasıda önemli bir faktördür. Hz. İsa filmlerinde Hz. İsa’yı farklı ırklardan isimlerin canlandırması Hristiyanlar için bir problem oluşturmaz. Onlar için kahraman olarak ortaya konması önemli bir husustur. Ama bizim dinimiz için öyle değildir. Ondan ötürü Akkad’ın göstermeden, sesini duyurmadan Hz. Muhammed’in hayatını anlatması Hollywood yapımcılarını tedirgin eder. Ama Müslümanları ise filme bağlayan en önemli nokta olur. Burada kahramanlık algısıyla ilgili bir farklılıkta kendini gösterir. Batı toplumu gördüğünü anlar. Doğu toplumları ise sezgisel olarak anlama ve inanmadan taraftardır. “Akkad, Hz. Muhammed’i göstermeyerek, O’nu batı dünyasında gelişen insan merkezli ve bakışın tasviri biçimlendirdiği perspektiften kurtarmıştır. Bu aynı zamanda peygamberin dönemsel, tarihsel algıdan da bağımsız olmasını sağlamıştır. Aktörlerin peygamberi temsil ettiği onca filmin düştüğü bu yanlışa Akkad düşmemiştir. Peygamber kameranın karşısında değil izleyicinin tahayyülünedir. Perde bu anlamda sınırsız bir tasavvur imânına dönüşmekte ve Peygamber tasavvuru sinemanın bileşik etkenlerinden kurtulmaktadır.”

Dünya Sinemasında Peygamber ele aldığı konu bağlamında ilgilisini, muhatabını besleyecek bir kitap. Kutsalın sinemada gösterilmesinin neden bu kadar tartışıldığını, tartışma boyutunun nereye varacağı sorularını düşünenler için cevap veren bir kaynak olarak kendini gösteriyor. Dil anlamda akademik kalması bir dezavantaj oluyor. Bu dezavantaj kitabın seslenebileceği kitleyi azaltmak konusunda olduğunu belirtelim. Ele alınan meseleye dair herkesin soruları olduğu için cevapların bulunabileceği bir kaynağın anlaşılır olması da bu noktada önem arz ediyor. Ama her yeni üretim ve içerik vaadettiği yeni yol açısından kıymetlidir. Ondan ötürü bu kitabın bu kıymetini göz ardı etmemek gerekir.

HAYAT
Bir siyasetçi ve iş adamının portresi