Türk kültürünün önemli halk sanatı ve geleneksel tasarım ürünü oyalara küçük yaşta ilgi duymaya başlayan ve bunları zamanla toplayarak koleksiyona dönüştüren 81 yaşındaki Sürür, ileride müzeye dönüştürme hayaliyle satın aldığı apartman dairesinde bu eserleri sergiliyor.
Özel bir üniversitede görevine devam eden Sürür, oya ile çok küçük yaşta anneannesinin evde yaptığı ürünler vasıtasıyla tanıştığını ve zamanla bunlara ilgi duymaya başladığını söyledi.
O zamanlar oya için hazırlık yapıldığını ve bunun için özel olarak iplikler hazırlandığını anlatan Sürür, "Bunlar genelde bükümsüz ipek ipliklerdi ve oya yapılacak ipliklerin de çok uzun olmaması gerekiyordu çünkü oya yapılacak ipliğin işlem sırasında takılabilme olasılığı vardı. Bu sebeple kısa boylu iplikler hazırlanıyor ve bunlar daha önce çileler şeklinde oyayı yapan kimse tarafından boyanarak hazırlanıyordu. Benim evim ve çevremdeki insanlar oya yapacakları kreplerin etrafı için özel olarak ipek boyuyorlardı" dedi.
Sürür, görevi dolayısıyla Anadolu'da birçok şehir gezdiğini ve konuyla ilgili epey birikim edindiğini belirtti.
Özel ilgisi nedeniyle bu şehirlerde sürekli oya çeşitlerini araştırdığını aktaran Sürür, "Bazılarını satın alabildim, bazılarını alamadım. Geri döndüğümde evimizde özel olarak bir yığın yemeni, mevlit örtüsü ve başörtülerinin anneannem tarafından yapıldığını biliyorum. Annem ve teyzemden öğrendiğim kadarıyla bunlar zamanında 'Seyide Hanım'ın oyaları' şeklinde biliniyordu." ifadelerini kullandı.
Koleksiyonun en değerli parçaları anneannesinden miras
Koleksiyonunun özelliklerinden bahseden Prof. Dr. Sürür, şöyle devam etti:
"Koleksiyonumun çok önemli bir yanı da anneanneme ait ve kimin yaptığı belli olan oyalar bulunmasıdır. Koleksiyonumda en özel ve en eski oyalar anneanneme ait olanlar. Bunlar da 100-110 yıllık oyalar. Zaten oyanın da 19'uncu yüzyılda ortaya çıktığını düşünürsek demek ki benim oyalarım da 19'uncu yüzyılın sonları ve 20'inci yüzyılın başlarına ait bir oya grubu. Bunun dışında tabii bölgesel olarak da tanıdığım oyalar var. Şehirlere ve yapısına ve tekniğine göre bildiğim oyalar var.
Oyanın hem ekonomik girdi açısından hem de kadınların düşünce ve dertlerini unuttuğu bir alan olarak psikolojik boyutunun olduğunu görüyoruz. Oya yapan kadınlara sorarsanız ki ben bunu hep soruyorum 'Bunu niye yapıyorsun?' diye, 'Bununla dertlerimi unutuyorum' ya da 'Ben bununla üç çocuk okuttum' gibi cevaplar alıyorsunuz. Demek ki oya hem arınma ve rahatlama hem de ekonomik kazanç için yapılan bir faaliyet olarak karşımıza çıkıyor."
İstanbul oyaları da diğerleri kadar ünlü
İpekçilik bakımından Bursa'nın "oyanın başkenti" olarak nitelendirilebileceğini söyleyen Sürür, yaptığı araştırmalara göre İstanbul oyalarının da çok önemli olduğunu belirtti.
Özellikle İstanbul oyalarının, Arnavutköy'de yapılanların çok meşhur olduğuna dikkati çeken Sürür, "Bu konuda Osmanlı'ya ait bir fotoğraf albümü bulunmakta ve oradaki açıklamalarda bunlara ait bilgilere ulaşabiliyoruz. Yani İstanbul oyaları da en az Bursa, Kütahya, Muğla, Manisa, İzmir ve Balıkesir gibi Ege ve Marmara yöresinin oyaları kadar ünlü. Doğuda ise daha çok boncuk ve malzemeli oyaların yapıldığını görüyoruz ki bu çok daha eskiye dayalı. Belki de bu boncuklu oyaların Mezopotamya ve daha alt sınıra indiğini görebiliyoruz." değerlendirmesinde bulundu.
Prof. Dr. Ayten Sürür, akademisyenliğinin yanı sıra tekstil ve lif sanatları üzerine çalışmalar da yürüttüğü bilgisini verdi.
Müze kurmayı hedeflediğini aktaran Sürür, şunları kaydetti:
"Bu sanat çalışmalarını bir mekan için sürdürmeyi düşündüm ve bunun için bu daireyi satın aldım. Hala yaşarken koleksiyonlarımı zaman zaman sergilerle paylaşarak ve çalışmalarıma da burada yer vererek yine başkalarıyla paylaşmak adına sanatçı atölyesi ve müze olarak hayata geçirmeyi düşündüm çünkü Bursa'da böyle bir şey yok. Bir tekstil şehri olması itibarıyla hem de benden sonra bu konuda çalışma yapmak isteyen insanlara yol göstermesi amacıyla belki bir başlangıca sebep olurum diye, bu alandaki kültürün devam edebilmesi için bu atölye ve apartman müzesini hayata geçirdim."