Raif Yelkenci’nin 1974’teki vefatına kadar Kapalıçarşı’nın Fesçiler Kapısı’nın bitişiğinde Çadırcılar caddesi üzerindeki sahaf dükkânı yerli ve yabancı bilim adamlarıyla kitap meraklılarının toplantı ve sohbet yeriydi. Müdavimlerinden Osmanlı Türklerinde İlim kitabının yazarı Dr. Adnan Adıvar, eski sahaflık geleneklerinin sürdüğü bu dükkânı ve sahibini şöyle anlatıyor:
“Penceresinin önünde oturup kitabı anlayarak seven ve kitabı ehline satmayı, satıştan kâr etmeye tercih eden bu aziz insanın tavanlara kadar birbiri üzerine yığılmış eski kitapları arasına tıpkı onun dostlarının bir toplantısına iştirak eder gibi oturduk. Bize çarşının en nefis çayını ikram etti. O günün gecesi Miraç gecesi olduğuna dair bir söz geçince arkamda yığılmış kitaplardan yapılmış muazzam merdivenin de insanların başını göklere değdirecek bir vasıta olabileceğini düşündüm.”
SAYILARI AZALIYOR
Üç cümlelik bu alıntı aslında bir zamanların kitapevleri ve sahaf profillerine dair çok önemli ipuçları sunuyor. Evvela işin olmazsa olmaz şartı kitabı sevmek. Kitabı belki değerinin altında, ama ihtiyacı olan, anlayan birine satmayı “kolaylaştıran” da bu sevgi olsa gerek. Ve son olarak mekânı sadece ticarî bir işletme olarak görmeyip bir kültür muhiti hüviyeti kazanmasını temin etmek.
Günümüzde bu ortamlar için “hiç kalmadı” diyemesek de çok çok azaldığını söylemek mümkün. Yeni Şafak Kitap olarak kitabevleri ve sahafları bir kültür muhiti çerçevesinde ele alıp kitap dostlarına bazı sorular yönelttik.
Eskiden ve bugün müdavimi olduğunuz kitapçılar ve sahaflar var mı?
Buradaki sohbet ortamları ve konuşulan konular neler?
Şu anda kitaplarınızı hangi yollarla temin ediyorsunuz?
Akademisyen, edebiyatçı, oyuncu, tarihçi ve eleştirmen kitap dostlarının verdiği cevaplar bir yandan sohbet ve dostluklar ekseninde kitabevi/sahaf alışverişlerinin sürdüğünü, bir yandan da bilgiye çabuk ulaşma ve kitabı hızlıca temin etme noktalarından internet kitapçılarına bir rağbetin olduğuna işaret ediyor.
Mustafa Tahralı: Sohbet konuları çok geniş bir yelpâzede geçerdi
1960 yılı sonrasında taşradan birkaç günlüğüne geldiğim İstanbul’da uğradığım kitapçılar Sahaflar Çarşısı’nda idi. Zâten başka bir yer de bilmiyordum. Daha sonraları yine Beyazıt’ta Beyaz Saray’daki kitapçılar uğrak yerimiz oldu. Doktora çalışması yaptığım 1968-1973 yılları arası rahmetli Muzaffer Ozak Hoca’nın Sahaflar’daki dükkânında hem tezimle ilgili Arapça temel kitapları bulmuş, hem de nüshaları nâdir bulunan Fusûsu’l-Hikem şerhlerinden birkaçını görüp satın almıştım. Yine bu yıllarda İstanbul Fetih Cemiyeti’nde Yahyâ Kemal ile ilgili merhum Nihad Sâmi Banarlı’nın neşriyâtını görüyor ve tâkip ediyordum.
Doktora sonrası tâyin edilip İstanbul’a yerleşince Beyaz Saray’da merhum İbrahim Subaşı’nın dükkânı da uğrak yerimiz oldu. Niyâzî-i Mısrî, Eşrefoğlu ve İsmail Hakkı Bursevî’nin Osmanlı alfabesiyle dîvanlarını ve yine Bursevî’nin Arapça 10 ciltlik Rûhu’l-Beyan adlı tefsirini orada bulup aldığımı hatırlıyorum. Bu bahsettiğim kitaplar ilk başvurduğum eserler oldu.
GUÉNON’UN DEĞERİNİ BİLEMEDİK
70’li yıllar sonu ve 80’li yıllarda ise Damla Yayınevi ve İz Yayınları sık uğradığım yerlerdi. İlerleyen yıllarda bunlara Dergâh Yayınevi, Kubbealtı, Gelenek, Kitabevi ve M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı yayınevleri ilâve oldu. Beyazıt’ta İstanbul Fetih Cemiyeti’nde Kubbealtı Kültür ve Sanat Vakfı’nın haftada Salı ve Cuma günleri çeşitli dallarda tertip ettiği akademik konferanslar kitap dünyasına ilgimizi daha da artırıyordu. Konuşmacıları dinliyor, tanıyor ve eserlerini de tâkip etmek istiyorduk. Bu da bizleri kitapçılara ve yayınevlerine sürüklüyordu.
Yayınevlerinde ve kitapçılarda sohbet konularımız bu konuşmalarda duyduklarımız, kendi ilim dallarında yaptığımız akademik çalışmaların önümüze getirdiği konular oluyordu. Tabiatıyla sık sık sözünü ettiği konular tasavvufla ilgili eserler ve yazarlarının fikirleri idi. Yayınevlerine ve o sohbetlerde bulunan arkadaşlara René Guénon’un, İbn Arabî’nin eserlerinin tercüme edilmesi, üzerlerinde çalışmasının bizim ilim, irfan ve tefekkür dünyâmıza büyük katkılar sağlayacağını konuşurduk. Merhum Nihat Keklik Hoca’nın İbn Arabî ve Sadreddin Konevî hakkındaki bize yön gösteren çalışmaları da o yıllarda yayımlanmıştı. Guénon’un Modern Dünyânın Bunalımı Nâbi Avcı’nın İngilizceden tercümesiyle Yeryüzü Yayınları’dan çıkmış, daha sonra ise İz ve İnsan Yayınları’ndan diğer eserleri tercüme edilmişti. René Guénon hâlâ tam mânâsıyla anlaşılabilmiş değildir. Müslüman Türk dünyâsına büyük bir katkısı olacağını düşünüyorum. İbn Arabî ekolüne mensup bu (Abdülvâhid Yahyâ ö. 1951) büyük mütefekkiri anlamamız için belki de önce İbn Arabî ve Konevî’yi, ayrıca Osmanlı dönemi İbn Arabî ekolünü tanımamız gerektiği için Guénon’u değerlendiremedik, değerini bilemedik diye düşünüyorum.
Ama sohbetlerimizde bu konulardaki konuşmalar, İlhan Kutluer, Mahmut Erol Kılıç gibi arkadaşların çalışmaları ve tercümeleri ile önümüzü açtı. Özellikle İnsan ve İz Yayınları Guénon’dan, İbn Arabî’den tercümeler yayınladılar. 1970-1980’li yıllarda Batı’da İbn Arabî hakkında yapılan çalışma ve eserlerinden tercümeler bizdekilerden çok fazla idi. Yayınevlerinde, Dergâh’ta İsmail Kara, Mustafa Kutlu ve diğer orada bulunanlarla, İz Yayınları’nda adı geçen akademisyen arkadaşlarla, Batı dillerinde yapılanları Türkçeye kazandırmanın ilk elde yapılması gereken çalışmalar olduğunu konuşurduk. Allah’a şükür bugüne kadar bir hayli yol kat edildi. A. Avni Konuk’un Tedbîrât-ı İlâhiyye tercüme ve şerhi, Mevlânâ’nın Fîhi Mâ Fîh tercümesi İz Yayınları’ndan, Gelenek Yayınlarının başlattığı Mesnevî-i Şerif Tercüme ve Şerhi’ni ise 13 cilt hâlinde Kitabevi’nde Mehmet Varış bey yayımladı. Kitabevi’nin eski geniş yerinde, nefis bir çay ikrâmiyle hem yapılan yayınlar üzerine hem de Kitabevi’nin yayınladığı çeşitli eserler hakkında konuşulurdu. Abdullah Uçman, Beşir Ayvazoğlu ve daha birçok yazarın uğradığı Kitabevi’nde sohbet konuları da çok geniş bir yelpâzede geçerdi. Yayınevinin yayınladığı her biri ayrı değerdeki eserler arasında dîvanlar ve günümüz alfabesine aktarılarak basılan Osmanlı dönemi eserleri sevinçle, tebrikle karşıladığım yayınlar oldu. Ama, bugün Kitabevi yayınlarını devam ettiriyorsa da geniş yerinde değil artık.
Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı da Süleymaniye’de zaman zaman uğradığım bir yerdir. Bu kurumun yayınlarının ilim, irfan ve düşünce hayâtımıza büyük bir katkısı olacağını düşünüyorum. Başkan Muhittin Macit ve Ferruh Özpilavcı beylerle bu nevi düşünceleri paylaştığımız bir hayli sohbetimiz oldu. İnşallah Bakanlık bu yayınları devam ettirir.
BUGÜN FUARLARDAN ALIYORUM
M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Yayınları da Fakültemizde olduğundan sık uğradığım yerlerdendi. Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi de, ilk cildi 1987 de Dergâh Yayınları arasında çıktıktan sonra, diğer 3 cildi burada basıldı. Yeni baskıları yapılmaya da devam ediyor. Tabii olarak yayımladığı diğer eserler İlahiyat alanında.
Litera Yayınları’nın İbn Sînâ‘dan ve diğer müelliflerden yaptığı Arapça ile Türkçe tercümeleri bir arada yayınları da takdirle karşıladığımız yayınlardır. Yayınevlerindeki konuşmalarımızın konuları genellikle bu yapılanlar ve benzeri yapılması gereken eserlerdi. Litera Yayınları son yıllarda Ekrem Demirli’nin 18 ciltlik Fütûhât-ı Mekkiyye tercümesini yayımladı ki, Fütûhât’ın bir başka dile tam tercümesi bütün dünya dillerinde ilktir diyebilirim.
Yayınlarla ilgili ana konumuzlarımızdan biri, ki bunu İsmail Kara ile konuştuğumuzu hatırlıyorum, Milli Eğitim Bakanlığı’nın başlattığı Şark Klasikleri serisini genişleterek, artırarak devam ettirmek. Klasiklerin mümkünse hepsi orijinal dili ve tercümesi ile birlikte basılmalı. Bunun çok yararlı, öğretici ve ufuk açıcı olduğu kanaatindeyim. Osmanlı alfabesi ve Türkçesiyle yazılı Dîvanlar ve diğer eserlerin, müelliflerin yazdığı Türkçe ve günümüz alfabesiyle karşılıklı sayfalar hâlinde yayımlanması Türkçemizi târihdeki kelimeleri ve şekli ile göstermiş olacaktır.
Geçmişte yapılmış Sözlüklerin yayımlanması da, ki bugün yapılıyor, çok yararlıdır. Kubbealtı Lugatı Osmanlı dönemi Türkçesini anlamak için ilk elde başvurulacak bir eserdir. Burada merhum İlhan Ayverdi Hanımefendi’yi rahmetle anmak gerekir.
Almak istediğim kitapları, devam ettiğim Kubbealtı ve diğer yayınevlerinden, fuarlardan ve yayınevleriyle irtibâtı olan arkadaşlar vâsıtasıyla temin ediyorum. Hepsine teşekkür ederim.
Abdullah Uçman: Varını yoğunu kitaba harcayanları burada tanıdık
Henüz üniversite talebesi olduğum 70’li yıllarda Beyazıt’ta Beyaz Saray adını taşıyan handa Enderun Kitabevi vardı. Enderun aslında bir sahaf dükkânı idi ama bu özelliği dışında gerçek anlamda bir akademi, bir tür açık üniversite idi. Önce sıradan öğrenci olayları şeklinde başlayıp anarşinin süratle tırmandığı 70’li yıllarda Enderun bizim için gerçek anlamda bir sığınaktı. Enderun’da bir yandan eski ve yeni, matbû ve yazma birçok kitap görüyor, bir yandan da o yılların fikir, kültür ve edebiyat âleminin önemli bazı şahsiyetlerini tanıma ve sohbetlerini dinleme fırsatı buluyorduk.
ENDERUN BULUŞMA ADRESİMİZDİ
Enderun denilince öncelikle elbette rahmetli İsmail Özdoğan ile dükkânın sohbet şeyhi Ali İhsan Yurd’u anmam gerekir. Bugün hâlâ özellikle Cumartesi günleri o daracık dükkânın sedirlerine sıkışmış bir vaziyette Ali İhsan Hoca’dan dinlediklerimizi hatırlarız. Buraya, benim hatırlayabildiğim isimlerden Mahir İz, Orhan Şaik Gökyay, Şinasi Akbatu, Kadir Mısıroğlu, Mehmed Şevket Eygi, Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu, Cengiz Aydın, Orhan Acuner, Turgut Kut, M. Ertuğrul Düzdağ, İsmail Erünsal, Âlâ Bey gibi daha kimler gelmezdi ki! Şu anda Turkuaz Kitabevi’nin kurucusu olan E. Nedret İşli ise İsmail Bey’in çırağı olarak, çay hazırlar ve misafirlere çay ikram ederdi.
İsimlerini zikrettiğim bu şahsiyetlerin ara sıra yüksek tonda gerçekleşen sohbetleri sayesinde Enderun zamanla bir mektep hüviyeti kazanmıştı. Fakültede derslerde hocalarımızın üzerinde pek durmadığı birçok konu hakkında burada konuşulur ve tartışılabilirdi. Ben ve benim gibi daha birçok arkadaşım eski harfli matbû kitaplarla, yazma eserlerle, hüsn-i hat örnekleriyle ilk defa orada karşılaştık; yazma kitapları elimize aldık, büyük bir heyecanla yazmaların yapraklarını çevirdik; tezhibin, yorgun cildin, murakkaın, dîbâcenin, reddâdenin, derkenârın, istinsah ile temellük kaydının ne demek olduğunu; yazma eserlerin iç kapağına niçin Yâ Kebîkeç yazıldığını, bir yazmanın asla 180 derecelik bir açıyla açılmaması gerektiğini yine orada yapılan sohbetlerde öğrendik. Varını yoğunu kitaba harcayan nice “mecânîn-i kütüb”ü, kitaplar yüzünden yuvası dağılan kitap hastalarını yine orada tanıdık; kitaplarla, kütüphane sahipleriyle ilgili nice hikâyeler dinledik.
Özellikle Ramazanlarda Cumartesi günleri dükkânın önüne sofralar kurulur ve cemaate iftar verilir; iftardan sonra da İsmail Bey cemaate diş kirası olarak küçük bir kitap hediye ederdi. İsmail Bey, benim gibi üniversitede talebe birçok arkadaşa bakkalların veresiye defterleri gibi bir borç sayfası açmıştı. Öğlen tatillerinde veya ders çıkışlarında uğradığımız dükkâna yeni gelmiş bir parti kitap arasından beğendiklerimizi ve bizim için gerekli olanları seçer ve beş kuruş ödemeden alır, borcumuzu hesap defterine yazdırır; aybaşında evden gelen harçlığımızı alır almaz borcumuza mahsuben bir miktar ödeme yapardık. İsmail Bey’in bu güzel muamelesi sayesinde şahsen ben meşgul olduğum sahamla ilgili Halil Nihad Boztepe’nin hazırladığı Nedim Divanı, Son Asır Türk Şairleri, Abdülaziz Mecdi Tolun, Hacı Bektâş-ı Velî Velâyetnâmesi, Melâmilik ve Melâmîler gibi daha pek çok nadir kitabın sahibi oldum. O yıllarda bir de Sahaflar Çarşısı’nda rahmetli Necati (Alpas) amcadan aldığım Rübâb-ı Şikeste gibi önemli bir kısım kitapları zikretmeliyim.
HER KONUDA SOHBETLER
Az önce belirttiğim gibi başta tarih, edebiyat, kültür tarihi, tasavvuf, dinî meseleler, nadir kitaplar, bir kısım önemli müellifler ve yakın devir siyasî olayları başta olmak üzere Enderun’da hemen her konuda sohbet yapılır, genellikle yukarıda isimlerini zikrettiğim şahıslar konuşur, bizler de edeple onları dinlerdik. 2000’li yıllarda Beyaz Saray’ın otel haline dönüştürülmesiyle birlikte, daha doğrusu Ali İhsan hocanın vefatını müteakip Enderun da kapandı. Yakın zamana kadar, biraz daha farklı bir hüviyette de olsa, Cağaloğlu’nda Çatalçeşme Sokağı’ndaki Kitabevi’nde aynı havayı Mehmet Varış sürdürdü. Orada da yine özellikle Cumartesi günleri Mehmet Genç, Ahmet Güner Sayar, Mustafa Tahralı, Tahir Yücel, Sabri Koz, Aras Neftçi, Beşir Ayvazoğlu, İsmail Kara, İsmail Dervişoğlu, Ergun Çınar, Erol Özvar, İhsan Ayel, Turan Koç, Sadık Müfit Bilge, Şahin Uçar, Osman Kocahanoğlu ve Ali Şükrü Çoruk gibi hoca ve arkadaşlarımızın dahil olduğu unutulmaz sohbetler gerçekleştirildi. Mehmet Bey de Ramazan’da dükkânın müdavimlerine iftar verir, ayrıca Ramazan dolayısıyla bastırdığı Ramazan kitaplarından da diş kirası olarak hediye ederdi.
Şu anda da beni ilgilendiren yeni kitapları Cağaloğlu’nda 10-15 günde bir uğradığım Ana Kitabevi ile kitap fuarlarından temin ediyorum. Dergâh, Ötüken, Çağrı ve Kitabevi yayınları da beni ilgilendiren kitaplarını hediye ediyor.
Süleyman Seyfi Öğün: Kitap alışverişi artık bir sosyalleşme vasıtası değil
Kitap alışverişi, kısa sayılabilecek bir zaman evveline kadar bir sosyalleşme işiydi. Ben de uzun seneler boyunca bu hâle şâhitlik ettim. Husûsen hafta sonlarında, çeşitli pasajlarda toplanmış olan kitapevlerinde kitapseverler buluşur; hem alışverişimizi yapar, hem de bol bol sohbet ederdik. Pasajlar ve kitapevleri ayrılmaz ikiliydi. Hoş, arada ideolojik bir bölünme vardı. Solcu kitapevleri ayrı pasajlarda; sağcı, muhafazakâr veya dindar kitapevleri ayrı pasajlarda toplanırlardı. Ben her iki nev’i pasaja da giderdim. Kitap alışverişi dışında, çayla yapılan yapılan sohbetler hayli besleyiciydi. Bu sûretle, başkalarının okuduğu kitaplardan da haberdâr oluyor; gözümüzden kaçan kitapların farkına varıyorduk. Bu sohbetler ayrıca okumuş olduğumuz kitapların da sindirilmesini sağlıyordu. Çay, sigara, kitap kokuları, ateşli tartışmalar, sohbetler...
ÇAYLARINI ÖZLÜYORUM
Artık bilgi toplumu ve ekonomisine doğru hızla yol alıyoruz. Bilgi toplumu bir taraftan bilgiyi çoğaltıp, ürünlerini arttırıyor. O zamanlara nispetle Türkiye’de inanılmaz sayıda kitap yazılıyor ve çevriliyor. Öyle ki, bâzen hangisine yetişeceğimizi şaşırabiliyoruz. Bu müspet bir gelişme. Eskiden hakikaten de bir kitap kıtlığı vardı. Ama bu bolarma kitapevlerinin sayısını arttırmıyor. Tam tersine eksiltiyor. Kitapevlerinin fizikî çehresi de bir hayli değişti. Daha standart raf düzeni geldi. Bu işi kolaylaştırıyor. Ama doğrusu ben bu raf düzenini, her standartlaşma gibi soğuk ve itici buluyorum. Kitapevlerinin cafeye dönüşmesi de belki bazıları için bir hoşluk olabilir. Ama ben buralarda da oturmayı sevmiyorum. Pasaj kahvecilerinin çaylarını özlüyorum. Sevmediğim diğer bir husus da, kitapevlerinin aynı zamanda birer müzikevi ve hediyelik eşya dükkânı vazifesini görmesi.
Kitap alışverişi artık bir sosyalleşme vasıtası değil. İnsanlar işini görüp bu mekânları terk ediyor. Bilgi toplumu ve ekonomisi yüz yüze ilişkileri büyük ölçüde ortadan kaldırıyor. Kitapevlerinden yapılan alışverişler yerini internet üzerinden yapılan alışverişlere bırakıyor. Okuma salonları artık yok. Kitapçılar da seyreliyor. Giderek kişisel kütüphane kurma zevkı da yok oluyor. Konut minimalizmi bu zevkı dışarıda bırakıyor. Yeni nesiller bu varlıkları bir fazlalık, yük olarak görüyor. Kitaplar halâ, üstelik çok sayıda basılıyor. Ama, çok sürmez, yerini online kütüphanelere bırakacaktır. Gidişat bu istikamette… Târih, bir taraftan büyülü işleri var ediyor; bir taraftan da yok ediyor.
Necip Tosun: Her şey gibi kitabevlerinin de işlevi değişti
Eskiden kitabevleri bir kültür, kitap, sanat ve edebiyat mahfiliydi. Kitabevi sahipleri hiçbir zaman burayı sadece bir ticarethane olarak görmezlerdi. Burası başka bir şeydi. Burası pek çok insan için akıp giden kirli ve yalan hayata karşı bir sığınaktı. Aynı düşleri gören çeşit çeşit insanın buluşma, paylaşma, dayanışma yeriydi. Herkes burada bir yanlışı, bir korkuyu yener, sokağa yenilenmiş, bilenmiş çıkardı. Buraya gelenler kitapla yollarını bulur, kitapların arasında umutlarını, düşlerini, kaderlerini ararlardı. Kitabevlerinde dostluklar kurulur, buluşmalar gerçekleşirdi. Biz her şehirde bir kitabevi bilirdik. Kütahya’da, Bursa’da, Eskişehir’de hangi kitabevi var, kim işletir bilirdik.
Benim üniversite yıllarımda Ankara Zafer Çarşısı’ndaki Akabe Kitabevi böyle bir yerdi. Okulumuzdan çok buraya uğrardık. Dergiler yanında bekâr evleri ve kitabevleri kültürün üretildiği, çoğaltıldığı, yaygınlaştırıldığı yerlerdi. Ankara’daki üniversite yıllarım okuma ve edebiyat hayatımın dönüm noktasıydı. Çok hareketli bir edebiyat ortamının içerisinde bulmuştum kendimi. Cemal Şakar sınıf arkadaşımdı. Rahmi Kaya, Ömer Lekesiz, Ramazan Dikmen, Yusuf Ziya Cömert, Üzeyir Sali, Ali Sali, Hüseyin Bektaş’la neredeyse her günümüz birlikte geçiyordu. O dönemde buluşma mekânımız Akabe Kitabevi’ydi. Dergileri burada bulur, yeni çıkmış kitapları buradan takip ederdik. Ankara dışından gelen yazar, okur mutlaka buraya uğrardı. Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Akif İnan, Erdem Bayazıt’ı burada görürdük. Küçücük mekânda hemen sohbet halkaları kurulurdu.
Şimdi ise Ankara’da Birleşik, İmge, Dost uğradığım kitabevleri. Zaman zaman sahaflara da uğruyorum. Ama artık eski kitabevi sıcaklığı yok. Ne kitabevi çalışanları sizi tanıyor ne siz onları. Yirmi yıldır kitap aldığım kitabevi çalışanı her kitap alışımda ismimi soruyor. Yirmi yıldır ismimi öğrenemedi. Oysa tarihsel süreç içerisinde, kitapçı ve kitap alıcısı arasında hep özel bir ilişki olmuştur. Sahaflar ve işleyişi de düşünüldüğünde bu alış verişinin temelinde kitap sevgisi yer alır ve tarih sayısız anekdotlarla doludur. Kitabevleri bu anlamda farklı bir fonksiyon üstlenirler.
Kitabı sevmeyen birinin bu işi yapması zordur. Ama günümüzde her şey gibi kitabevlerinin de işlevi değişti. Artık sizi kitabevlerinde tezgâhtarlar karşılıyor ve kitapla aralarında büyük mesafeler var. Daha dün bir kitapçıyı yeni çıkan bir kitap için ikna etmeye çalıştım, başaramadım. Ne zaman böyle bir durumla karşılaşsam Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ındaki şu cümleler gelir aklıma: “Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır Olric. Gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel bir itina isteyen varlıklardır. Ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıklarıyla ilgileri olmayan kişilerin. Durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler. Bana kalırsa, bir ‘kitapları koruma derneği’ kurmalı ve kitaplara kötü muamele edilmesini önlemeli. Herkes bu işi yapamaz.”
Şimdilerde kitabevlerinden kitap almayı sürdürmekle birlikte internet alışverişim daha fazla olmaya başladı. İnternet kitapçılığını çok önemli buluyorum. Hiçbir kitabevinin raflarına giremeyen, dağıtımı iyi yapılamayan kitaplar için internet kitapçılığı oldukça önemli. Bu anlamda, dağıtım ve kitabevi aşaması internetle birlikte aşılabilecek gibi gözüküyor. Çünkü iyi bir dağıtımı olmayan, kitabevi raflarına giremeyen butik yayınevlerinin kitaplarına, Kitapyurdu, İdefix vb. kitap satış yerleri kolaylıkla ulaşabilecek bir imkân sunuyor. Böylece hiçbir kitabevinin raflarına giremeyen kitaplara ülkenin her yerinden okurlar rahatlıkla ulaşabiliyor. İnternet kullanımı ve satış alışkanlığı geliştikçe bu daha da yaygınlaşacak gibi gözüküyor. Bu anlamda yayınevlerinin kitabevlerinin tercihlerine bağımlı olma hâlleri sona eriyor. Kitabevlerinin işlevinin azalmasına üzülebiliriz ama kitaplar arasındaki erişim açısından adaletsizliği gideren internet iyi bir iş yapmaktadır. Kitabevlerinin eski işlevi ise zaten artık hayal gibi.
Y. Hakan Erdem: Sohbet ortamları eskiden daha fazlaydı
Sahaflar Çarşısı’nda İsmail Açay, Ekrem Karadeniz, Alaattin Eser ve İbrahim Manav’ın sahaflık yaptığı zamanlara yetiştim. Moda tarafında Sami Önal’dan çok şey almışımdır. O tarafta Ferda Albay ve Nilgün Hanım’a da ara sıra uğrardım. Şimdilerde Sahaflar Çarşısı’na çok seyrek gidiyorum. Karadeniz Kitabevi hâlâ duruyor, Mehmet Güngör var. Bir başımı sokup merhaba derim. Evimin yakınlığı ve yürüyüş mesafesinde olmasından dolayı Beyoğlu tarafındaki sahaflara çok daha sık gidebiliyorum. Cihannüma (Cihangir Demiroğlu), Lamelif (Oktay Çetinkaya), Turcalibris (Mustafa Özdemir), Turkuaz (Nedret İşli), Aslıhan’da Halil Bingöl, Deniz Kocaman; Han Geçidi’nde Murat Uncu uğradığım sahaflardan.
Özel olarak sadece sohbet amacıyla gittiğim bir sahaf yoktur. Ama mesela, Cihannüma’ya gittiğimde Yaşar Geyikdağı, Salih veya Kudret beyler veya Haluk Oral varsa tabii ki ufak bir sohbet olur. Sohbet ortamları sanki eskiden daha fazla olurdu. Simurg (İbrahim Yılmaz) ve Bengi (Gürhan Öztürk) Hasnun Galip Sokak’ta yan yana faaliyet gösterirken her ikisinde de birilerine rastlamak veya sohbetin tam ortasına gitmek hep mümkündü. Rahmetli Şinasi Tekin’i Simurg’da tanımışımdır. Cüneyt Kut’u da. Sipahi Çataltepe ile Sağman Bey Bengi de olurdu. Sahaflarda katiyen sadece kitap konuşulmaz. Konularda herhangi bir kısıtlama olduğuna şahit olmamışımdır, hayatta, genelde neler konuşulursa öyle. Birinin yaptığı araştırmadan da orada haberdar olabilirsiniz, epey bir şehir dedikodusu da duyarsınız. Fakat ne konuşuluyorsa aynen etraf gibi sahici ve samimidir. Sahaflardan veya hurdacılardan çuvalla alınmış kitapların raflara gelişigüzel boca edildiği kitap-cafélerin uyandırmaya çalışıp da bir türlü beceremediği hava yani.
GÖZÜMLE GÖRMEK İSTERİM
Kitaplarımı nasıl edindiğime gelince, gidip elimle tutmak, gözümle görmek isterim ve öyle yapıyorum ama tek tük internetten aldığım da oluyor. Eskiden ilke olarak perakende cilt almazdım, şimdi alıyorum. İki cildini İstanbul’dan aldığınız kitabın 3. cildi Konya’dan çıkabiliyor. NadirKitap bir anlamda devasa bir sahaf gibi. Gençlere, kitap satın almasalar bile salt bibliyografik bilgilerinin artması açısından bu tip sitelere girmelerini, kitapları veya aynı kitabın nüshalarını birbiriyle karşılaştırmalarını salık veririm. İstanbul’da olmak hâlâ kitaba yakın olmak demek. Sokakta giden 3 tekerlekli eskici arabasından bile kitap aldığım vakidir. Pandora hemen kapı komşum. Acilen bir kitap lâzım olursa hemen Eren’e koşarım. Ayrıca, Feriköy pazarında kitapçılar var. Dursun’u, Ali’yi, Gezgin’i, Işık’ı orada topluca görürüm. Yılda bir kez olan Sahaf Festivali’nde ise artık sık gidemediğim Anadolu yakasının sahaflarıyla, Bahtiyar’la (İstekli), Müteferrika’yla (Lütfü Seymen), Babil’le (Lütfü Bayer) ve Barış’la (Bingöl) görüşüyoruz. Keşke bu sergi, Gezi Parkı’nın önündeki o alanda daimî olsa.
Mustafa Kara: Koleksiyonumda bin 600’den fazla birinci sayı dergi var
Orta tahsilimi İstanbul İmam-Hatip Okulu’nda tamamladığımdan (1964-1970) bendeniz için kitap demek Sahaflar Çarşısı demektir. Günlük eğitim 15.45’de tamamlanınca ilk işimiz hem biraz “hava almak” hem de Sahaflara selam vermek için yaya olarak Fatih’teki okuldan Bayezid’e intikal edilir. Bir iki saat sonra Akşam mütalaası için okula dönülürdü. Kitap almasam bile kitaplar, kitapçılar, kitap muhibleri seyredilir, kitap kokusu alınırdı. O yıllarda Sahaflar Çarşısı’nın en renkli kişisi kimdi sorusunun cevabı da bellidir: Muzaffer Ozak. Onun tok sesini uzaktan duyardınız. Kitap dünyamıza açılan ikinci pencere Beyaz Saray’daki kitapçılar ve özellikle Enderûn Kitabevi oldu. Özellikle Cumartesi öğleden sonra burası tam bir kitab muhibleri cemiyetinin fahri üyeleri ile dolardı. Farklı meşrepteki insanların renkli sohbetleri müşahede edilirdi. Ali İhsan Yurt’tan Mehmet Şevket Eygi’ye kadar… Burada hem sahaf tipi hem de yeni kitaplar alınır satılırdı. Enderunlu İsmail Efendi’nin burada verdiği iftarların tadı da bir başkaydı. Kütüphanemdeki en eski kitapların alınış yeri ile ilgili üçüncü bir mekân daha olsun diyorsanız o da Çarşamba caddesinde Darüşşafaka Lisesi’ni geçtikten sonra Fatih Camii’ne gitmeden caddenin solunda açılan seyyar tezgâhtır. Eski dergilerimin çoğu oradan alınmıştır.
Yayınevlerine gelince bendeniz için birinci kapı Hareket Yayınları’dır. Önce Sultanahmet’te sonra Cağaloğlu yokuşunda faaliyette bulunan bu yayınevi ile benim ilim ve kültür hayatım arasında güçlü bir bağ vardır. Nureddin Topçu, Mehmet Kaplan, Orhan Okay, Hüseyin Hâtemi başta olmak üzere birçok zatı bu küçücük mekânlarda tanıma şerefine nâil oldum, sohbetlerini dinledim. Sözkonusu yayınevi ile irtibatımı sağlayan Emin Işık o yıllarda okulda öğretmenim idi. Ziyaret ettiğim ikinci yayınevi İsmail Dayı’nın sahibi olduğu Yağmur Yayınevi idi. Topçu’nun Başgil’in ilk eserleri bu yayınevinin aracılığı ile kisve-i tab’a bürünmüştü. Ali İhsan Balım’ın yayınevinin adı Cağaloğlu idi. Sezai Karakoç’un bir eserini o neşretmişti. Büyük şairimizle ilk defa orada tanışma ve sohbet etme imkânını elde etmiştim.
BURSA’DAKİ KİTABEVİ VE SAHAFLAR
42 yıldan beri Bursa’dayım. Yetmişli yılların sonunda Yeşil Cami’nin yanında Sur Kitabevi vardı. Sohbet eşliğinde yeni kitap ve dergileri orada bulabiliyorduk. Mustafa Armağan o yıllarda lisede talebe idi. Orada çalışıyordu. Heykel’in karşısında Şekercioğlu Kitap Kırtasiye vardı. Bazı kitapları da oradan temin ediyorduk. Dergâh Yayınları’nın Bursa şubesi Koruyucu İşhanı’nın ikinci bodrumunda açıldı. Seksenli yıllarda Atatürk caddesinde Kitapçılar Çarşısı o yılların buluşma yeri idi. Cahit Çollak merhum bu çarşının gülü idi. Altıparmak caddesinde de birkaç tane kitabevi ve yayınevi vardı. Daha çok üniversite öğrencilerine hitap ediyorlardı. Altıparmak’ta uğradığım yerlerden biri de Hachet Kitabevi idi. Geniş bir kitleye hitap ediyordu. Sahibinin Rusçadan tercümeleri vardı.
Kitapçılar Çarşısı’ndan sonra son çeyrek asırdır Emirhan’dayız. Gaye Kitabevi’nin sahibi Mehmet Kuzidadaş, Uludağ Yayınları’nın sahibi Cahit Çollak ile bu mekânda meyveler eşliğinde tatlı sohbetlerimiz oldu. Uludağ Yayınları’nın bir nolu kitabı Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler idi. Dışarıdan gelen kitap dostları ile de burada karşılaştık, fikir teâtisinde bulunduk. Gelelim Sönmez İş Sarayı’na: Burada bulunan kitabevlerinin çoğu lisede okuyan öğrencilere hitap etmektedir. Fakat ikinci bodrumda eski kitap alıp satan bir-iki esnaf var. Şu anda her hafta bu mekânı da ziyaret ediyorum. Aradığım dergilerin birinci sayıları. Şu anda koleksiyonumda 1600’den fazla birinci sayı dergim var. Dostlarıma şunu söylüyorum: “Her an geri dönüşüme gitme tehlikesi yaşayan birinci sayılarınızı bekliyorum!” Şu anda Bursa’da en zengin kitap çeşidine sahip olan kurumun adı ise -üç şubesiyle- BKM’dir. Nilüfer ilçesi Fethiye mahallesinde bulunan İlâhiyat Fakültesi’nin bitişiğindeki Emin Yayınları da yakın temasta olduğumuz yerlerden biri…
Kitapla ilgili son haberim şudur. Hocam Süleyman Uludağ ile birlikte elli yıldan beri topladığımız kitapları Kültür Bakanlığı’na bağışladık. “Bursa Tasavvuf Kültürü ve Edebiyatı Kütüphanesi” kuruldu. Henüz faaliyete geç(e)medi. Kitap bu dünyanın en güzel “eşya”larından biridir. Ama unutmamak lazım Kitap da mâsivadır. Kitap muhibbi olmak iyidir, kitap hammalı olmak iyi değildir.
Görkem Yeltan: Yenileri internetten öğreniyorum
Beyoğlu, kitapçı ve sahaf gezileri söz konusu olduğunda çok zengin bir semt. Hayatımdaki en değerli insanlardan biri olan ve birlikte üretmekten keyif aldığım dostum, hocam Mehmet Güreli sayesinde edindiğim bir yaşam biçimidir oralara uğramak. Onun düzenli olarak her gün yaptığı bu ziyaretler, benim için şayet sette değilsek ve İstanbul’daysak haftada en az iki üç kez gerçekleşir. Bazen benim ihtiyaçlarım bazense onun kovaladığı dergi ve kitaplar söz konusudur. Benim uğradığım kitapçılar sırasıyla: Pandora, Mephisto, Yapı Kredi, bir dönem Robinson’un çizgi roman dükkânı, bir dönem İnsan Kitabevi, yine uzun bir dönem Robinson, Kırmızı Kedi, İş Kültür. Nişantaşı istikametine yürümeye karar verdiysem Yalvaç Abi Kitabevi. Sahaflarsa Aslıhan’daki sahaflarla Semerkant Kitapevi.
YENİ ŞEYLER ÖĞRENİRİM
Kitapçılarda aradığım kaynaklar üzerinden bir sohbet gerçekleşir. O dönem çalıştığım konu hakkındaki bilgilere ulaşmamı sağlayan eller sıkça karşıma çıkar. Hiç düşünmediğim bir anda önüme pasta tabağı gelmiş gibi sevinirim. Bazen kitapçıya gelenler sayesinde yeni öğrendiklerimin ve merakımı çeken konuların içinde de bulabilirim kendimi. Sahaflardaysa arananlar dışında ilginç bilgilerin kulağınıza çalındığı olur. Bazen o gün pek önemli değil gibi görünseler de ileride atacağınız adımlar konusunda size zemin yarattıkları da olur bu bilgilerin. Çalıştığım alanlardaki kitapları ve süreli yayınları birkaç yolla öğrenirim, öğrenmemse yüzde doksan dokuz bulacağım anlamına gelir benim için.
Bugün internet harika bir imkân sağlıyor. Yeni çıkanlar ve var olanları çoğunlukla internet üzerinden öğreniyorum. Duyurular, beni önce merak duygusuna oradan da merak ettiğimi bulmaya yöneltiyor. Arama motorunu kullanabildiğimiz için şanslı sayıyorum bu dönemde yaşayan bizleri. Daha önceleri hangi kitap ekinin neleri öne çıkaracağını bilir, onları cebime koyduktan sonra raflarda dip köşe aramalar yapardım. Şimdi diplere konacağından yüzde yüz emin olduğum kitapları yazar, yayıncı, çevirmen bilgisiyle arama şansını buluyorum kitapçılarda. Yoksa da getirtebiliyorum. Süreli yayınlar konusunda okur değil de kullanıcı olarak tanımlayabilirim kendimi. Genellikle abonelik sitemiyle ya da internet üzerinden evimize ulaşanlar da var, kitapçılardan alınanlar da.