Sadra şifa, göze revnak, “okurukamil”e müjde

Sanırım ömrünüzü elinizde kitaplarla, kucağınızı dergilerle geçirmiş, gençliğinin kahir ekseriyetini romanlara hikayelere ayırmış biriyseniz, yeni bir kitabın sizi ikna etmesi öyle kolay olmuyor.

Arşiv

İrfan Saim

Sevgili karilerim

Sizlere bugün yayınevinin bana yollamasını bekleyemeden gidip aldığım, satın alma isteğinden kendimi kurtarmadığım, bir an evvel okumaya başlamak için heyecanlandığım, hemen bitmesin diye gıdım gıdım okuyarak bir nevi idareli tükettiğim bir kitaptan bahsedeceğim.

Yayıncı dostlarımız ne zamandır yeni çıkan kitaplara para verdirtmiyorlar, sağ olsunlar. Yeni kitaplar matbaadan gelir gelmez yolluyorlar bizim fakirhaneye. Böyle olunca camiye gittiğim iki vakit namazı dönüşünde evin kapısına bırakılmış üç beş kitap kolisi ile karşılaştığım sık oluyor. Kuryeci arkadaşlarla, bilvesile, uzundur tanış olduk. Kapıyı çaldıklarında evdeysem, bir çay içmeden bırakmıyorum hiçbirini.

Son zamanlarda, orta yaşı geride bırakmaktan mıdır yoksa kitap okumada “okurukamil” mertebesine ulaşmaktan mıdır bilmiyorum, -üzülerek söylemeliyim ki- yeni çıkan kitaplardan özellikle öykü, roman gibi kurgu içeren türleri artık sonuna kadar tamamlayamıyorum. Sanırım ömrünüzü elinizde kitaplarla, kucağınızı dergilerle geçirmiş, gençliğinin kahir ekseriyetini romanlara hikayelere ayırmış biriyseniz, yeni bir kitabın sizi ikna etmesi öyle kolay olmuyor.

Demem odur ki masam, başlayıp da bitiremediğim, kurgusuyla, üslubuyla, diliyle beni ikna edememiş kitaplarla dolu. Bu kitapları ne mi yapıyorum? Uzak, yakın birçok dost, ahbap, tanıdık vesilesi ile okul kitaplıklarına, ilçe halk kütüphanelerine bilabedel gönderiveriyorum. Hem çocuklar kitaplarla buluşuyor hem de benim kitaplık bir miktar seyrelmiş olduğundan yeni kitaplara yer açılıyor.

Yine de ilk gençlik yıllarında başladığı bir kitabı yarıda bırakmayı kutsalına uzatılmış namahrem eli mesabesinde algılamaya alışık biri olarak herhangi bir kitabı yarım bırakmak bünyemde hala ağır birtakım tahribatlar yaptığı için böyle zamanlarda soluğu tuğla cesametindeki birkaç kitabın koynunda aldığımı itiraf etmeliyim. Buna ister günah çıkarma deyin, isterse okur tesellisi. Başka türlü, mümkün değil kendime gelemiyorum.

O kitaplar hangileri diye soranları duyar gibiyim. Hayır, hayır. Kalem kağıdı yerine bırakın lütfen, yahut telefonlarınızın not kısmını hemen kapatın gitsin. Uzun uzun kitap listesi vermeyeceğim. Sonra bilumum internet sitelerinde yok “İrfan Bey’in Sepeti” yok “İrfan Bey’in Kutusu” yok “Bu Koliyi Sizin İçin İrfan Bey Doldurdu”, “İrfan Bey ile Kitap Seçmece”, “Listeni İrfan Bey Yapsın”, “Kitap Listem Olur Musunuz İrfan Bey?” vs. birçok isim altında listeler dolaşıyor. -bir kere bir kitap listesi verme hatası-bunun hikayesini bilahare başka bir yazıda anlatırım- yapmış, âleme rezil olmuştuk, bu yaştan sonra ardımdan kimseye İrfan Bey sponsorlara teslim olmuş dedirtmeye niyetli değilim- Sadece biri yerli biri yabancı iki kitap ismi vereceğim. Biri, elbette Tanpınar’ımızın Saatleri Ayarlama Enstitüsü. Kurgusu, ironisi ve yazarının zekası ile tam bir “okur doyurma seansı” sayılabilecek bu romana, ne zaman açıp tekrar başlasanız farklı bir yanını keşfediyorsunuz. Diğeri ise Bulgakov’un Usta ve Margarita’sı. Kurgu, ironi ve yazar zekası oranında Tanpınar’dan geri kalmayan Bulgakov’un bu romanında okuru alıp götüren ve kendi dünyasına hemen inandırıveren bir atmosfer de mevcut.

Lafı çok uzattım. Ne diyordum? Karşı Roman. Üst üste yarım bıraktığım birçok romandan sonra, kurgusuyla, diliyle ve üslubuyla bana ilaç gibi gelen o kitap, Karşı Roman’dan başkası değil elbette. Sur Kenti Hikayeleri’nin yazarı, yeni bir kitap yazmamış, adeta sadra şifa, göze revnak, okurukamile müjde olsun için kaleme almış Karşı Roman’ı.

E peki kitaba dair bir şeyler mi? Siz kitabı bir alın okuyun hele, onu da sonra konuşuruz inşallah.