Hwang Bo – Reum, son dönemin çok satan kitaplarından biri olan, “Hyunam - Dong Kitabevi”nde, “Pazar günleri onun için değerliydi, bir günlüğüne de olsa başkalarıyla karşı karşıya olmanın getirdiği gerginlikten uzaklaşmak istiyordu” cümleleriyle anlatıyordu karakterini… Pazarları iple çekenler olduğu gibi, ondan dolu dizgin kaçanlar da var. Peki pazarları “başka bir gün gibi” yaşamanın yolu var mı? Bu hafta pazarlar hakkındaki sorularımızı yazar Sema Bayar’a yöneltiyoruz. Bayar, bize ilk önce klasik pazarlarını anlatıyor: “Uzun zamandır birbirini tekrar eden günlere uyanmıyorum. Bu, biraz benim ve eşimin işiyle, biraz ebeveynlikle ilgili. O yüzden klasik bir paar gününden çok kendi kendini inşa eden bir pazardan bahsedebilirim. Eşim evdeyse ani kararların verildiği, hadi deyip yola düşüldüğü, şehrin kalabalığından doğaya rücu edilen günlerdir; telaşlı, yorgun ama heyecanlıdır. Bazen kız kıza vakit geçirmenin adı (iki kız annesiyim), bazen yalnızlığın remzidir. Arada ev halkını bir yerlere gönderip evimle baş başa kaldığım zamanlar da olur. Ancak ‘ev işçiliği’ hep başı çeker. Pazarın tek klasiği eve dönüş saati ve sonraki hafta için yapılan hazırlıklardır.”
Ötekinin gözüyle bakmak
Bayar’a pazarları sıkıntı olmaktan kurtarmak için önerilerini sorduğumuzda ise önce “Belki pazara, pazar olduğunu unutturmak” diyor. Ardından da şu cümleleri kuruyor: “Onu, iş gücünün ve mesainin belirleyici olduğu modern toplumun normlarından kurtarmak, pazara hafta içi ertelenen ilgilerin tamircisi gözüyle bakmaktan sıyrılmak. Pazarları hınca hınç doldurma zorunluluğunda olmadığımızın bilincine varmak. Zira pazarı belirleyen kendisi değil de haftanın diğer günleri sanki. Pazara ötekinin gözüyle bakmayı bırakabilirsek, gün gerçek anlamına erişecek. Sadece pazar da değil. Her gün ya bir iç sıkıntısıyla gelir ya da neşeyle. Haftanın her günü kendi kalıplarını dayatır. Bu kalıpları kırmak zor. Sorumluluklar elimizi kolumuzu bağlıyor. Ama renklerini değiştirebiliriz. Pazartesiye gülen bir yüz, perşembeye pembe bir çiçek kondurabiliriz. Pazara da mavi yakışır, ne dersiniz?” Geldik, filmlere…. “Sizce pazar günü izlenecek en iyi film hangisidir?” dediğimizde “The Wall filmi ilk aklıma gelen” diyor. Sonra da, “Pazara sıkışan kadını anımsatır bu film bana. Belki de bu yüzden düşünmeden aklıma ilk gelen odur” ifadelerini kullanıyor.
Odaklanmak için iyi bir zaman
Yazar, pazar günlerini “aperitif kitaplara, çapkın okumalara, el yordamıyla gelişigüzel seçilenlere ayıranlardan” olmadığını söylüyor. “Her pazar kitap okuduğumu da söyleyemem tabii” diyip şunları ekliyor: “Ama eğer evdeysem ve bir konu üzerinde çalışıyorsam yazıya odaklanmak için pazar iyi bir gündür. Yazı arasında da nefes almak için masamdaki kitapları karıştırırım. Peyami’den birkaç paragraf yahut Tanpınar’dan, Uzun İhsan Efendi’den. Bildik bir dosta selam vermek gibi.” Pazarları dışarının kalabalığından ürkenlerden olduğunun, “Cumartesi insanıyım ben” diyerek altını çizen Bayar, “Eğer dışarı çıkacaksam bu şehirden uzak bir köşe, bir göl kenarı, bir koru olur. O da genellikle ailemle. Arkadaş günü cumartesidir, cumartesi iyidir” diyor. Kendisinin pazarları favori mekânı ise eviymiş. “Ev azizdir. Ardından mevsim de uygunsa doğa. Baharda bağ bahçe. Songüzde o kızaran ağaçlarıyla orman ya da koruluklar. Şimdi kış aylarındayız. Soğukla aram iyi değildir. Kardan korkan bir çocuktum, artık korkmasam da sevdiğimi de söyleyemem” cümlelerini de bu bağlamı açıklamak için kullanıyor.
En kötüsü tatil dönüşleri
Köşemizin en zor sorusunda sıra: “En güzel ve en kötü geçen pazar gününüz hangisi?” dediğimizde Bayar, “İyi pazarlarım olmuştur. Ama inanın hatırlamıyorum. En kötüsü tatil dönüşleri” diyerek şunları anlatıyor: “Her tatil kendime söz veririm, cumartesiden eve dönmek için aynadaki benle kavilleşirim. Ne de olsa yapacak çok iş vardır, boşaltılacak bavullar, mesai için hazırlıklar, hele bir de okul telaşı devam ediyorsa. Fakat sözümde durmam. O tatili son dakikasına kadar kullanır eve yorgun argın dönerim. İşte en kötü pazarlar.”
Her türlü sürprize hazırım
Pazar günleri farklı bir programı yoksa genelde ev işçisi olduğunu, hafta içi yoğun bir mesaisi olduğunu belirten yazar, “Pazar, çoğu zaman bu yoğunluktan payına düşeni alıyor. Ocakta yemek kaynıyor, çamaşırlar ipte sallanıyor, haftalık ödevler kontrol ediliyor. Fakat en başta dediğim gibi, pazarın kendini inşa etmesine izin verenlerdenim. Bana yapacağı her türlü sürprize açığım, bütün o işleri bir kenara bırakıp aniden kendimi şehrin bir başka ucunda bulabilirim” cümleleriyle pazarlarının kısa bir özetini yapıyor.
Pazar günü bir kadın gibi
Ve geldik son soruya: “Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu?” İşte Bayar’ın cevabı: “Bir kere kesinlikte bir kadın pazar günü. Değişken, delişmen bir kadın. Kimi zaman müşfik, oyalı yazması başında iş tutuyor; kimi zaman şıkır şıkır giyinmiş sokakta ışık saçıyor; kimi zaman da kendini dış dünyaya kapatmış hâlde efkârlanıyor.”