ARİF AY
Muhterem Ömer Muhtar,
Şehit edilişinizin (16 Eylül 1931) 91.yılında size yüce Rabbimizden rahmet dileyerek başlıyorum mektubuma. Makamınız âli, mekânınız cennettir inşallah.
Yer: Roma’daki Ciampino askeri hava alanı.
Tarih: 10 Haziran 2009.
Uçağın merdiveninde askeri üniformalı, iri siyah gözlüklü, göğsünde zincire vurulmuş Ömer Muhtar fotoğrafı ve yumruğu havada, başı dik, gururlu bir eda ile bir adam görünür. Bu adam, bu tarihten iki yıl sonra linç edilerek öldürülen, çölde bir çukura gömülen, 22 yıl destansı bir bağımsızlık mücadelesi verdiğiniz Libya’yı 42 yıl yöneten Albay Muammer Kaddafi’dir. Onu uçağın merdiveninde karşılayan ise, o günkü tarihe göre 98 yıl önce Libya’yı işgal eden faşist İtalya’nın Cumhurbaşkanı Silvio Berlusconi’dir. Kaddafi’nin ilk cümlesi: “Halkımdan özür dilediğiniz için geldim.” Yüzü kızaran Berlusconi’nin cümlesi ise: “Eski defterleri kapattık” olur. Oysa eski defterler hiç kapanmadı; işgal, zulüm bugün de sürüyor.
Muhterem Ömer Muhtar,
Şehit oluşunuzdan 78 yıl sonra yaşanan bu olayı şunun için anlattım: Direnişiniz sırasında eşi şehit olan bir annenin, çocuğunun yanında ağladığını görünce, o anneye: “Çocuklar bizi hep iyi, güçlü, emin ve hiç yılmayan insanlar olarak hatırlamalı. Sizi böyle ağlarken görmemeli, kavgamızı onlar devam ettirecekler” dersiniz. Bir de şöyle bir sözünüz var: “Çocuklarınıza sütle birlikte Kur’an’dan öğütler de verin, boyları büyürken kalpleri ve bakış açıları da büyüsün.”
Ne yazık ki o çocukların boyları büyüdü ama kalpleri ve bakış açıları güdük kaldı. Pek çok zenginliklere sahip ülkeyi yönetmekte aciz kaldılar. Kaddafi’nin trajik sonu ve Libya’nın bugünkü hâli bunu gösteriyor. Bugün Libya’da da öteki İslam ülkelerinde olduğu gibi emperyalist çakalların ülkeyi sömürmek için halkı birbirine düşürüp iç çatışmalara sürüklediği, bombalı saldırıların yapıldığı vahşi bir oyun sahnelenmektedir. Yine de hakkını teslim etmek lazım Kaddafi’nin. Başına gelecekler ve Libya’nın bugünkü hâli içine doğmuştu sanki. Linç edilerek öldürülmesinden birkaç yıl önce Arap Zirvesi’inde Arap ülkeleri yöneticilerinin alaycı bir tavırla sırıtarak dinledikleri şu konuşmayı yapar: “Bizim ülkelerimiz işgal edildi. Irak’ın işgal ve yok edilmesinin ve bir milyona yakın insanın ölmesinin sebebi nedir? Niye Irak? Sebep nedir? Bin Ladin Iraklı mı? Hayır, değil… Yabancı güç gelir, bir Arap ülkesini işgal eder ve başkanını asar. Ve biz, burada oyun dışında oturup geçeriz… Bu oda dışında ortak hiçbir şeyimiz yok… Tüm Arap liderleri asılarak idam edildi. Ama kenarda oturuyoruz. Neden? Bir sonraki siz olabilirsiniz… “
SİZİ İDAM EDEN GENERAL UNUTULDU
Muhterem Ömer Muhtar,
91 yıl önce, sizi yargılamak için kurdukları sözde mahkemede idam kararını açıklayan faşist İtalya’nın generaline siz: “Biz asla teslim olmayız. Ya kazanırız, ya ölürüz. Bizden sonraki nesillerle de savaşacaksınız. Bana gelince, ben cellâtlarımdan daha uzun yaşayacağım.” dersiniz. Öyle de oldu. Sizi idama mahkûm eden generalin adı sanı bile unutuldu. Siz hâlâ yaşıyorsunuz tüm inananların kalbinde, tüm mazlumların kalbinde.
Direnişinizde yalnız bırakılırsınız. Libya’yı terk edenlere mektuplar yazarsınız. O mektuplardan biri de Seyyid Ahmed eş Şerif’e yazdığınız 1 Şubat 1924 tarihli mektubunuz. Büyük bir acıyla okudum: “Selamdan sonra… Biliniz ki biz vatanımızın acıklı ve ıstıraplı bir hayat yaşayan evlatlarıyız. Vatan, istila kuvvetlerinin çizmeleri altında inliyorken, İdris es Senusi çıkıp Mısır’a gitti. Arkasından İtalyanlar, yapılan bütün anlaşmaları iptal ettiler. İdris, bizi bırakıp Mısır’a iltica etti. Biz ise, kendimizi son derece dağınık bir vaziyette bulduk. Gittiği yönü, doğu ve batısını bilmeyen ve denizin ortasında yüzen bir gemi gibi terk edildik. Sen de aynı şekilde bizi bırakıp Türkiye’ye gitmeyi tercih ettin. Şunu bilin ki, vallahi, vallahi ve sümme vallahi sizi yakalarınızdan yakalayacağımız günler olacak… Sübhanallah… Tatlı olduğu ve meyve verdiği günlerde vatanımıza sahip çıkıyordunuz da, acıklı günlerde nasılda terk edip gidiyorsunuz? Mısır’a, İdris’in yanına vardık. Ondan yardım istedik. Fakat bize, ‘gidin, kendi başınızın çaresine bakın, bizim size yapabileceğimiz hiçbir yardım yoktur’ diye bizi eli boş gönderdi. Yanaklarımızı sulayan acı gözyaş-larımızla döndük ve kanımızın son damlasına kadar dinimizi, vatanımızı ve canlarımızı savunarak asla düşmana teslim olmamak üzere ahdettik. Ancak yine de birçok şeye muhtacız. Özellikle silah, sonra para, yiyecek ve giyeceğe şiddetle muhtacız. Yardımcımız Allah’tır, Allah… Acele edin… Yardımda süratli davranın imkânınız ne elverirse, az veya çok demeyin.”
Sizi hiç terk etmeyen cihat arkadaşlarınız da var. Onlardan biri Mahmud el-Cehmî’dir. Hatıralarında sizin için şunları der: “Uzun yıllar onunla bir arada yemek yedik; bir çadırda uyuduk; onun tam olarak sabaha kadar uyuduğunu, bütün geceyi uykuyla geçirdiğini görmedim. İki üç saat uyur, sonra kalkar, abdest alır, namaz kılar ve uzun müddet Kur’an-ı Kerim okurdu. Mükemmel bir ahlak ve huya sahip olup gerçekten bir takva timsali idi. O, eşine az rastlanan bir mücahit idi.”
Evet, savaş sürüyor. 91 yıl önce olduğu gibi şimdi de uçsuz bucaksız Libya çölü kanla sulanıyor. Siz çöle bir direniş ruhu vermiştiniz. O ruhla Libya halkı yine direnecek ve emperyalistlerin hevesi kursaklarında kalacak. Çölün gündemi yalın olduğu için belleği de güçlüdür kuşkusuz. Çünkü siz, onlar için İslam’a bağlılığın, mertliğin, cesaretin, zulme başkaldırmanın bir örneğisiniz.
SİZİ BİR FİLMLE TANIDIM
Muhterem Ömer Muhtar,
Sizi okuduğum kitaplardan ziyade Muammer Kaddafi’nin 1981’de yaptırdığı “Çöl Aslanı Ömer Muhtar” filmiyle tanıdım. İtalyanların insanlık dışı saldırılarına karşı 22 yıl boyunca tüm imkânsızlıklara rağmen mücadeleniz ve efsanevi kahramanlığınız Libya’da milli bir kimlik oluşturmak isteyen Kaddafi için her zaman yol gösterici olmuştur. Direnişinizi anlatan bu film için ünlü yönetmen Mustafa Akkad’ı ikna eden Kaddafi, filmin tüm masraflarını da karşılar. Kaddafi bu filmi iyi ki yaptırmış. Bu filmin sevabı ötede hatalarına kefaret olur inşallah. Filmde sizi usta oyuncu Anthony Quinn canlandırır. Allah var çok da iyi canlandırır. Filmde iki sahne var ki sizi her anışımda gözümün önünden hiç gitmez. Biri, idamdan hemen önce abdest almanızı gösteren sahne. O ne zarif bir abdest alış, o ne güzel bir teslimiyet hâli! Öteki sahne ise boynunuzda yağlı ilmik olduğu halde Kur’an okumanız. Hep göğüs cebinizde taşıdığınız Kur’an-ı Kerim’i okumak için taktığınız gözlüğü sonra avucunuzun içine alırsınız. Son nefesinizi teslim eder etmez gözlük yere düşer. Kalabalığın arasından sıyrılan kara gözlü küçük bir çocuk koşarak idam sehpasından gözlüğü alır. Belki de o gözlük yarınlar için umudun bir simgesi olacaktır tüm çocuklar için.
Mektubumu büyük şair Ahmed Şevki’nin sizin için yazdığı uzun şiirinden aldığım şu iki dizeyle bitiriyorum: “Bedenin bir sancak oldu kumlara dikilen / Sabah akşam vadiyi direnişe teşvik eden.”
Ruhun şad olsun.