YUNUS EMRE TOZAL
UNESCO, kültürü sahip olunan tarihsel bilinç olarak tanımlar. Kültürün tarih bilinci ile olan ilişkisi, varlığını ve diğer kültürler içerisinde dominantlığını da ifade eder. Bir kültüre salt anlamda insan, özgürlük, coğrafya, psikoloji gibi çeşitli bilim dallarıyla ya da kavramlarla bakmaya çalışmak, o kültürün bize hiçbir zaman bütünsel bir fotoğrafını sunmaz, sunamaz. Bütünsel bakamadığımızdan hakikatte varacağımız nokta hep eksik kalır. Hangi açıdan yaklaşırsak yaklaşalım, kültürler önyargıyı asla kabul etmez. Bu yüzden insanı kendi kültüründe, kültürü de insanların/toplumların yaşadığı süreçte incelemek zorundayız. Bu yaklaşım, bize kültür kavramına dair geliştireceğimiz yaklaşımın önüne set çekmez, bilakis kültürel değişimlerde baskın olan nedensellerin ortaya çıkışını arttırır. Dolayısıyla kültür kalıpları, birbirleriyle ilişkisi olan tüm kültürlerin karşılaştırmalarından elde edilen özlerden meydana gelerek, genel bir kültür algısı oluşturur.
Üzerinde yaşadığımız topraklarda, gerek mimari ve kültürel alanda gerek medeniyet birikimi ve şehircilik alanlarında ciddi bir birikime sahibiz. Selçuklu medeniyeti öncesinden Osmanlı’nın son dönemine kadar belirli üsluplarda yapılan eserler, yapı itibariyle varoldukları medeniyetleri en güzel şekilde ve biçimde anlatmakla birlikte; bizlere yapıldıkları döneme ilişkin çok önemli veriler sunmaktadır.
SANATIN İHMALE UĞRADIĞI DEVİRLER
Osmanlı’da mimarlık çalışmalarının nasıl ortaya çıktığını ve toplumda nasıl yer edindiğini gözlemlediğimizde, toplum için ihtiyaç duyulan bir yapının yapılması isteği ile başladığını görüyoruz. Osmanlı döneminde en basitinden en karmaşığına kadar bir yapının yapılma isteği ile başlayan tüm imar ve inşa faaliyetleri düzenli bir organizasyonun ürünüdür. Osmanlı Mimarisinin üç döneminde de (Erken Dönem, Klasik Dönem ve Geç Dönem Osmanlı Mimarisi) gelecek kuşaklara yol gösterici, zihin açıcı, ufuk belirleyici eserler inşa edilmiştir. Bu eserleri anlamak, hâlihazırda devam eden şehircilik ve mimarlık faaliyetlerine eklemlemek; geçmişle olan bağın da bugünlere taşınabilmesi için çok kıymetlidir. Osmanlı’nın son döneminde bulunan ve Cumhuriyet dönemine geçişte çok kıymetli eserler üreten sanat tarihçisi Celal Esad Arseven; resimden edebiyata, tiyatrodan sinemaya, mimari ve şehircilikten sanat tarihçiliğine kadar geniş bir alanda yazdığı kitaplarla önemli bir köprü görevi görmekte. Bu anlamda Arseven, Osmanlı’nın son döneminden başlayarak, 96 yıllık ömrünün sonuna kadar, sanat tarihinin çeşitli alanlarında çalışmalar yapmış, bu bilim alanına önemli hizmetleri bulunmuş büyük bir ilim insanıdır. Arseven’in hayatında önemli yer tutan Güzel Sanatlar Akademisi’nde uzun bir süre mimarlık tarihi ve Şehircilik dersleri vererek devam ettiği hocalığı, ona büyük bir medeniyetin hazinelerini göstermiş; kendisini bu alanda sözlük yazmaya yöneltmiştir.
Celal Esad Arseven’in mimarlık, şehircilik ve sanat tarihi alanındaki en önemli çalışmaları, şüphesiz terminoloji konusunu ele aldığı yayınlarıdır. 1908’de basılan Istılâhât-ı Mi‘mâriyye (Osmanlı Dönemi Mimarlık Sözlüğü) bu alandaki çalışmalarının ilkini oluşturmakta, Arseven’in dil ve üsluba verdiği önemi göstermektedir. Sanat alanında yaşanan kargaşalardan zamanla yitirilen dil ve üslup, Arseven’e göre üzerinde yaşadığımız coğrafyayı tanımak ve gelecek kuşaklara ulaştırabilmek açısından çok kıymetlidir; bu yüzden Arseven, sanat alanındaki yaşanan sorunlardan yola çıkmıştır. Arseven, sanat terimleri konusundaki en kapsamlı çalışmasını 1943 yılında fasiküller halinde yayımlanmaya başlayan Sanat Ansiklopedisi’nin önsözünde terimler konusunda yaşanan sorunları şöyle açıklamaktadır: “Sanata dair yazılarımızda terimler yüzünden çekilen güçlük malumdur. Hele tercümelerde bu zorluk büsbütün artmaktadır. Lügatlerimizde sanat terimlerinin çoğu bulunmamaktadır. Olanlar da manaca birbirlerine karıştırılmıştır. Vaktiyle sanat sahasında dünyayı hayran edici eserler yapan Türklerin bu eserler ve bunların teferruatına birer tabir koymamış olmaları tasavvur edilemez. Fakat bu terimler hususi bir lügat halinde toplanmadığı cihetle, yalnız erbabı arasında kaldığından siyasi ve iktisadi sebepler dolayısıyla sanatın ihmale uğradığı devirlerden beri ortadan kalkan sanatkârlarla beraber onlar da unutulmuş ve kaybolmuştur...” (Celal Esad Arseven, Sanat Ansiklopedisi, 1.cilt, sayfa 1)
GÜNÜMÜZLE KÖPRÜ KURUYOR
Celal Esad Arseven’in Osmanlı Dönemi mimarlık sözlüğü “Istılahat-ı Mi’mariyye / Osmanlı Dönemi Mimarlık Sözlüğü”, uzunca bir aradan sonra Kaknüs Yayınları’ndan tekrar yayımlandı. Arseven’in mimarlığa yönelik olarak hazırladığı Istılâhât-ı Mi‘mâriyye adlı eserinin günümüz Türkçesine tercümesini yapan Şeyda Alpay, kitabın Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi’nde bulunan nüshasını esas almış. Kitaba yazdığı önsözde özellikle geç Osmanlı çağı mimarlığına ilişkin pek çok ayrıntının çözümlenmesine yardımcı olabileceğine dikkat çeken Alpay, kitabın elbette mimarlık alanında yüzyıllar boyunca kullanılan terimleri ihtiva eden bir külliyat olmadığını da belirtiyor.
Osmanlı medeniyetinin mimarlık terminolojisini, kaleme alındığı dönemde yaşayan mimar, duvarcı, dülger, hattat ve nakkaş gibi sanat ve zanaat erbablarına sorup danışarak ortaya çıkarmayı amaçlayan eser, Osmanlı ile günümüz arasında adeta bir köprü kuruyor. Kitapta geçmişin geleneksel anıları ve mimarlık pratiklerini Celal Esad Arseven’in zengin çizimleriyle birlikte canlandırması da hoş olmuş. Önemli bir kısmı çoktan unutulmuş bu terimler, Osmanlı çağı mimarlık tarihiyle ilgilenenleri bu çağın mimarlık vokabüleri ile bilgili bir tanışıklığa da yönlendiriyor.
• • •
Istılâhât-I Mi’mâriyye - Osmanlı Dönemi Mimarlık Sözlüğü
Celal Esad Arseven
Hazırlayan: Şeyda Alpay
Kaknüs Yayınları
Nisan 2017
192 sayfa