Her yeni poetika veya şiir manifestosu, aslında yeni bir şiir tarihi okumasıdır. Edebiyat tarihçileri bilgi toplar, onları tasnif eder ama çok da yorumlamaz. Yorumlama şairlere kalmıştır. Onlar şiir tarihini yeni bir gözle okurken, yeniden yorumlarlar, isimlendirirler. Yeni şiire ancak bu şekilde bir kapı açarlar. Dikkat edilirse, hangi dönemde manifesto ya da poetik yazılar artmaya başlamışsa, o dönemde şiirin yenilendiği görülür. Türk şiirinde İkinci Yeni ve 90 Kuşağı’nda böyle olmuştur.
Octavio Paz’ın Yay ve Lir (2024, Ketebe Yayınları) diye Türkçeye çevrilen kitabındaki yazıları da bu türdendir. Octavio Paz yeni bir tarih okuması yapmaktadır. Her yeni döneminde şiir, yeniden tanımlanır, açıklanmaya çalışılır. Paz da şiiri yeniden tanımlama uğraşında. Kendince analizler yapıyor. Değerlendirmeleri ve yorumları var. Şiire imrenilecek bir emek harcamış. Çünkü o gayet farkında; “şiirsel söz, ulusları inşa eder.” Şimdilerde buna benzer cümleler kurduğumuzda yadırganıyor ve şairlerin kendilerini hiç de olmadıkları veya olmayacakları konumlarda gösterme çabaları sanılıyor. Oysa öyle değil. Paz’ın ifadeleriyle devam edelim: “Epiği olmayan bir toplumun olması mümkün değildir, çünkü kendisini onunla tanıyabileceği bir kahramanı olmayan toplum yoktur.”
BİR BAŞUCU KİTABI
Paz’ın farkında olduğu diğer şey; şiir demek, onunla tarih, felsefe, sosyoloji, psikoloji, coğrafya ve teolojinin arasındaki bağlantıları görmektir. Şiirden söz etmek ayrıca müzik, resim, heykel ve mimariyi de konuşmaktır. Şiir, Paz’a göre bir nevi toplumun her unsurunun kurucu cevheridir. Şiir bunu nasıl yapar? İşte bu noktada -Paz’ın da kitap boyunca yaptığı gibi- şiirin temel unsurlarını yakalamak gerekiyor. Onları belirtmek de yeterli değil, günümüzde nasıl bir anlam ve işleve sahip oldukları da irdelenmelidir. Yay ve Lir’in başarısı burada. Paz, şiirle ilgili her şeye bir şekilde temas ediyor. Felsefeyle şiirin ayrımı, tarihle şiirin ilişkisi, şiirin teknik yönleri, şiirde kahramanın anlamı; epik, lirik, dramatik, trajik gibi ayrımların önemi bunlardan birkaçı sadece. Ritim, imge ve ilhamsa Yay ve Lir’in temel tezini oluşturuyor. Modern şiirin doğuşu, klasik şiirle modern şiir arasındaki ayrım, günümüz şiirinin yönelimi kitabın başka bir yönünü oluşturuyor. O yüzden Yay ve Lir aslında şiirle ilgilenen herkesin bir nevi başucu kitabıdır.
ŞİİRİ EN İYİ YİNE BİR ŞAİR BİLİR
Şiire dair az sayıdaki kitap Yay ve Lir kadar lezzetli, doyurucu ve derinliklidir. Bir filozof, edebiyat eleştirmeni veya teolog böyle bir kitap yazamaz. Çünkü şiiri, şairden daha iyi kimse bilemez. Paz, Yay ve Lir’de entelektüel birikimini konuşturduğu gibi şairliğini de kullanıyor. Şiire bu bakış ona en çok yaklaşmamızı sağlayan yöntemdir. Filozofun bakışıyla şiir çözümlenemez. Ne Aristo’nun ne de Adorno’nun bakışıyla şiiri anlamak mümkündür. Paz, çoğu kez yalın kılıç şiir hakkında yargılarda bulunur. Şiir mevzusu en çok da bu noktalarda aydınlanır zaten. Ne zaman Aristoteles, Nietzsche veya Heidegger’den alıntılarla bir şeyler anlatmaya çalışır, o zaman konunun karıştığı hatta muğlaklaştığı görülür. Ritim, imge ve ilham konularında Paz’ın şair bakış açısıyla hareket ettiği, diğer konularda bir nevi entelektüel tartışma içine girip şiirden uzaklaştığını söyleyebiliriz. Bu da Yay ve Lir’in zayıf yönlerinden biridir.
Paz’ın şiirle kutsal arasında kurduğu bağ etkileyicidir. Benzer cümlelerle İsmet Özel’in sanat-din ilişkisi hakkında yazdığı yazılarda karşılaşmıştık. Sezai Karakoç’un şairin olayları, duyguları, fikirleri veya nesneleri somuttan soyuta, sonra da soyuttan somuta nasıl dönüştürdüğü, şiirini ancak bu yöntemle nasıl oluşturduğu hakkındaki yazıları da, Paz’ın yaklaşımlarını andırmaktadır. Demek ki rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Şairler ister Meksika’da yaşasın isterse de Türkiye’de fark etmiyor şiire yaklaşımları benzerdir. Sadece mekan değil, şairlerin yaşadıkları zaman dilimleri de farklı olabilir, bu bile şiiri nasıl anladıklarını değiştirmiyor. Homeros, Dante, Eliot veya Hafız, Fuzuli, Sezai Karakoç şiire dair konuştuğu zaman benzer şeyleri söylüyorlar. Ne söylüyorlar? Şiir, aşk ve din aynı kaynaktan çıkmaktadır. Bu, sanatın dinle hiçbir ilgisi yoktur ya da dindarlar sanattan ne bir şey anlarlar ne de sanata dair bir şey yapabilirler gibi kokuşmuş bir modernizm anlayışının, tam da modernizmin ortasında olan şairler tarafından yıkılmasıdır.
İlginçtir, kutsalla ilgili örnekler verirken Paz, Hıristiyanlık dışında sadece Taoizm ve Budizm’i işaret ediyor. “Avrupa şiiri” dışında örnek vereceği zaman da ya Çin’e ya da Japonya’ya gidiyor. Paz (ö.1998) gibi Türkçede şiirlerinden çok denemeleriyle tanınan diğer bir şair Ralph Waldo Emerson’un (ö. 1882) Kur’an-ı Kerim’den örnek ayetler, Hafız, Sadi veya Mevlana’dan örnek mısralar verdiğini gördüğümde şaşırmıştım. Paz’da buna rastlanmıyor. Demek ki Paz Doğu edebiyatı deyince Türkiye, Arabistan ve İran’ı es geçip Çin ve Japonya’ya uzanıyor. Kitap boyunca neredeyse hiç Türk, Arap ve Fars şiirine değinmiyor. Bunların tamamını İslam şiiri diye tanımlarsak, Paz’ın tam bir İslam cahili olduğunu söyleyebiliriz. Yay ve Lir’in en zayıf noktasıysa burası; geniş bir coğrafyayı ıskalıyor. Tarih denilince de onun sürekli Greklerle uğraşması bir yerde kabak tadı veriyor. Özellikle kahraman konusunu işlerken, öyle bir tragedyaların içine dalıyor ki çıkabildiği kuşkuludur. Hatta edebiyatta “kahraman”a dair söyleyeceği şeyi unutuyor veya arada kaybediyor bile denilebilir.
Paz’ın bu şekilde düşünmesi ve hareket etmesi normal. Kendini “Avrupa şiiri” içinde görüyor ve konumlandırıyor. İspanyol edebiyatına yaptığı vurgu da, bu edebiyattan payına ne kadarının düştüğünü görme çabası. Tabi ona göre Avrupa şiirine Homeros da dahil Ezra Pound da. O, zaman ve mekan sınırını bu şekilde geniş tutmaya da çalışıyor. Yay ve Lir, bu noktada Avrupa şiiri denilince başvurulacak temel kaynaklardan biridir.
Başa dönecek olursak, Yay ve Lir’in ufuk açıcı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir kez okunması da yetmez. Tekrar tekrar okunmalı; üzerine Çamurdan Doğanlar ve Yalnızlık Dönemeci eklenmeli. Sonra da eğer, Ketebe Yayınlarından Paz’ın tüm şiirleri çıkarsa, ona bakılmalı.