ARİF AY
Üniversitede öğrenciyken okumuştum Firak’ı (Mahya Yayınları, 2023). Tam kırk beş yıl geçmiş üzerinden. Bugün de aynı tazeliğini, aynı güncelliğini koruyan bir ilk kitap Firak. Atasoy Müftüoğlu’nu bu kitapla tanımıştım. O günlerden bu günlere bizim kuşak onu “ağabey” olarak bilir ve hepimizin gönlünde saygın bir yeri vardır.
Firakın kelime anlamını bugünkü genç okurlar bilmeyebilir. Ayrılık, hicran, hüzün, mahzunluk, teessür gibi anlamlar içeren firak, gurbet, hasret, ıstırap, elem, keder gibi duyguların da karşılığıdır. Dolaysıyla bir idrak ve duyuş olan firak, bugün inancından kopartılmış insanın ve toplumların yaşadığı bir hâlin ifadesidir. Mevlana Mesnevi’nin ilk beytinde: “Dinle, bu ney neler hikâyet eder/ayrılıklardan nasıl şikâyet eder” der.
AHLAK KURALLARI KALMAMIŞTIR
Özden kopan ruhun, öze dönmek için ettiği feryadı içeren bu beyit, bir bakıma, bu çağda yaşayan Müslümanlar için de aynı duyguların karşılığıdır. Müslümanlar, Atasoy Müftüoğlu’nun deyişiyle “ağır bir musibeti” yaşıyorlar bugün. Çünkü yaşadığımız hayat, yalana dayalı bir hayattır. Necip Fazıl: “Bütün bir kâinat muşamba dekor/ Bütün bir insanlık yalana teslim” der. İnsanın kendi inancının değil de küfrün dayattığı bir hayatı yaşamaya mahkûm olmasından daha zelil, daha bela bir durum olabilir mi? “Bugünkü hayat tarzı içinde bir mü’mini hoşnut edecek bir tek olgu yoktur.” Atasoy Müftüoğlu’nun bu sözü, sokağa her adım atışımda bütün bilincimi, bütün hissiyatımı keskinleştiren ve aynı zamanda acı da veren bir sözdür. Çünkü “Bütün zamanlar boyunca bütün bir insanlık tarlasını inanç ve gönül verimleriyle diri tutabilecek bir öğretinin çocukları, talihsizliğe bakın ki hakikat katında herhangi bir haysiyeti bulunmayan modern hurafelerin tutsağı olmuştur.” Oysa “Hak buyruğunun egemen olduğu dönemlerde insan ve toplum ilişkileri en soylu çizgilere ulaşmıştır. İnanç insanının ürünleriyle erdem anıtları oluşturulmuş, insana engin güzellikler sunulmuştur” der, Atasoy Müftüoğlu.
Atasoy Müftüoğlu bugüne bakar ve şu tespiti yapar: “Müslümanların üzerinde yaşadığı ülkeler üçüncü dünya ülkeleri olmuştur. Kafirlerin yolları tercihli ve üstün yollar olmuş, Müslümanların yolları, üçüncü yol olmuştur. Bütün bunlar olmuştur da bir kişi çıkıp bu ne haldir dememiştir.” Gerçi “Bu ne haldir?” diyenler de olmuştur: Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ilk akla gelenler. Ne ki ne bu sesi duyacak kulak ne de sesi algılayacak izan kalmıştır toplumda.
Yine şu önemli tespiti yapar Atasoy Müftüoğlu: “Kalabalıkların itibar ettiği hiçbir ahlaki kural kalmamıştır. Çünkü “Modern toplumlarda bugün egemen olan tamamen maddi mahiyet taşıyan kaygılardır. Bu ortamda çıkarcılık kalabalıkların tek öğretisi haline gelmiştir.”
Kendisiyle yapılan bir söyleşide: “İçerisinde yaşadığımız dünyayı bir bütünlük içerisinde izlemeye, anlamaya ve çözümlemeye çalışıyorum” diyen Atasoy Müftüoğlu, modernleşmenin yıkıcı ve insanı köksüzleştirici bir olgu oluşuna dair şunları der: “Bugün, modernleştirme adına tarihin alçakça ilerleyişine tanık oluyoruz. Modernlik adına barbar, vahşi egemenlik biçimleri gerçekleştiriliyor. Bugünün tarihi sınırsız adaletsizliklerin tarihidir. Bugünün tarihini postmodern eşkıyalar ve eşkıyalıklar belirliyor.”
Atasoy Müftüoğlu, modern hayat tarzının insanın fıtratına uygun bir hayat tarzı olmadığını hep yazdı. Kitaplarında insansızlaşan bir dünyanın, çölleşen bir dünyanın hüznünü yansıttı. O modern dünyaya ilişkin şunları der: “Modernleşme ve modern tarih, geleneksel inançları, düşünceleri, yapıları, kurumları, ilişki ve anlayış biçimlerini sarsıcı bir biçimde dönüştürdü. Modern dönemde düşünsel, toplumsal ve zihinsel anlamda yapısal değişiklikler yaşandı. Geleneksel düşünce biçimleri, toplum biçimleri ve fiziksel çevre koşulları kökten bir şekilde yabancılaşmaya uğradı. Modernleşmeyle birlikte hayatın bütünlüğü bozuldu, parçalandı. İç dünya, içsel hayat yok edildi, fiziksel hayat öne çıkarıldı.”
DÜNYA MÜSLÜMANLARININ UYANIŞI
Atasoy Müftüoğlu yazılarıyla, konuşmalarıyla tüm hayatını dünya Müslümanlarının uyanışına adamıştır. Firak’ta ve öteki kitaplarında kendi içimize yönelik keskin eleştirilerde bulunur: “Modernistlerin, batıcı laik çevrelerin, sosyal demokrat eğilimlerin şu veya bu bağlamda İslam’a ilgi duymalarına katiyyen aldanmamak gerekmektedir. Bütün bunlar İslam’a yalnızca geçmişte toplumumuzu belirleyen bir düşüncenin bugüne her nasılsa intikal etmiş mirası olarak bakmaktadırlar. Bu çevrelerin çeşitli vesilelerle İslam’dan söz açmış bulunmaları kimseyi yüreklendirmemelidir. Herhangi bir kişi veya çevre, Allah’ın hükmünden hoşnut ve razı olmadığını açıklamış, bu hükümlerin dışındaki hükümleri din haline getirmiş bulunuyorsa, bu kişi ya da çevreler bütün ömürlerini, namazla, niyazla, oruçla, hac ve zekatla doldursalar, bunların Allah nezdinde hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır.”
Atasoy Müftüoğlu, eleştirilerin yanında, ne yapılması gerektiğine dair de görüşler ortaya koyar: “Yakın ve kolay olana gitmek, günübirlik kaygıların insanı olmak zamanı eskitmek demektir. Bir kolumuzu geçmişe, bir kolumuzu geleceğe uzatarak, yüreğimizi Kerim olan Kur’ana ve Peygamberimiz Efendimiz’in sünnetine ayarlayarak zamanı kuşatmaktır işimiz.
Atasoy Müftüoğlu, vakarlı kişiliğiyle, arı duru düşüncesiyle, kavi bir duruşun, muhalif bir duruşun sahibidir. Riyasız, gösterişsiz yaşamıyla mümince bir duruşun timsalidir. Yazdıklarıyla hayatı bütünlük arz eden nadir insanlardan biridir. Bakışı evrenseldir onun. Bir yörenin, bir toplumun sorunlarıyla sınırlı değildir bakışı. Her olaya ya da olguya insanlığın ortak sorunu olarak bakar. Okuduğu onca kitaptan edindiği bilgileri zihin süzgecinden geçirerek elemeye tabi tutar. O bilgileri Vahyin ışığına tutarak kalp ya da sahte olup olmadıklarına bakar. Vahye ters düşmeyen her düşünceyi; “Hikmet müminin yitik malıdır; onu her gördüğü yerde almalıdır.” Kutlu Söz gereği alır ve insanlığın idrakine sunar.
Firak’ı yeniden okurken bir kez daha yenilendim. Firak, bilinç açıcı fikri yoğunluğunun yanında, edebî bir tür olan deneme türünün de güzel bir örneğidir.