akır, insanlığın varoluşundan beri hayatımızda olan doğal bir maden. Mutfakta ve sofralarımızda kullanımı bilinen tarihi ile beş bin yıllık. Emeğin ve zanaatin buluştuğu bu maden, günümüzde yerini endüstriyel ürünlere bırakmış durumda. Ancak bakırın peşini bırakmayanlar da var. Koleksiyoner Gülay Kayacan, bakırın hayatımızda ve tarihteki önemini anlatmak, hatırlatmak amacıyla 15. yüzyıldan günümüze kadar üretilmiş bakır objeleri topluyor. Bakıra ruh katan ustalarının ellerinde asırlar önce şekillenmiş, her birinin farklı hikâyesi olan bu sofra ve yemek ekipmanlarının sayısı yaklaşık 10 bini buluyor. Kayacan’ın 7 yaşından beri topladığı bu koleksiyonun bir bölümü, geçtiğimiz günlerde Emirgan İstanbul Lale Vakfı Müzesi’nde sergilendi. Biz de kısacık süren bu sergiyi fırsat bilerek Kayacan ile bir araya geldik.
DEDE MESLEĞİNE DEVAM EDİYOR
Henüz dört yaşında dedesinin atölyesinde bakırla tanışan Kayacan, hünerli ustaların elinde şekillenen bu madenden çok etkilenmiş. Yedi yaşına geldiğinde kendisi de atölyede bir oyun misali işlenmeye hazır yumuşak bakır üzerine çiçek motifleri çizmiş, onlardan minyatür kaplar yapmaya çalışmış. Bir yandan da bakırdan yapılan objeleri biriktirmeye başlamış. Ardından dedesinin mesleğini devralmış. Yarım asırdır da yürütmeye devam ediyor. Kayacan, “Bana mücevher mi, bakır bir tas mı istersin diye sorsanız tası seçerim. Onun tarihi dokusuna, yaşanmışlığına bakmaksızın yeni olsa bile. Bakırı sevmek lazım. Ne olduğunu bilip öyle hayatınıza yerleştirebilisiniz” diyor. Zamanında evlerin vazgeçilmezi olan bakırlar, yerini önce emayeye sonra çeliğe devrederek hurdacılara satılmış. Yılların emektarı bakır bir sini, bir düzine plastik mandal için takas edilmiş. Kayacan bakırların büyük çoğunluğunu Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki hurdacılardan toplamış. “Hurdacılar bu bakırları eritilip belki farklı bir amaçla kullanılması için toplandılar. Ben de gidip oralardan satın alıyorum” diyor. Koleksiyondaki en eski parçanın tarihi 15. yüzyıl. Ayrıca restore edilmiş birkaç parçanın parlaklığı gözleri kamaştırıyor. Bu objeler bakırı bilmeyen biri için kalaycının elinden henüz çıkmış gibi olsa da her birinin tekniği ve tasarımı sayesinde hangi döneme ait olduğu anlaşılabiliyor. Tüm dönemlerin kendine has bir de süsleme üslubu var. Örneğin 17. yüzyıla ait objeler “kirpikli” motifi ve yıldız şekli ile süsleniyor. Ayrıca her yörenin de bir dokunuşu var. Antep yöresine ait bir ürün daha ağır ve sade iken Elazığ yöresine ait bir ürün daha ince ve daha işli olabiliyor. Bazı bakır parçalar yekpare iken bazılarına kaynak ile birleştirilmiş. Tek parça büyük eserler, genellikle ustaların işi. Kayacan bazı parçaların da kalfaların ustalık icazeti almak için ortaya koydukları çalışmalar olduğunu anlatıyor.
BAKIR LEZZETİ ARTIRIR
Yöresel yemekler sunan pek çok restoranın mutfağında zaman zaman bakırı görebiliyoruz. Bunun nedeni hemen ısınan ancak geç soğuyan bakırın aynı zamanda lezzet artırıcı bir özelliği olması. Kısık ateşte bakır bir tasta pişmiş bir yemeğin lezzeti tartışılmaz olsa da restoranlarda genellikle bakır yalnızca sunum gerektiren yemeklerde tercih ediliyor. Nedeni ise kullanım hassasiyeti. Her ürün gibi bakırın da kullanma talimatları var. Bakır nazlı bir ürün. Bakırla pişirmede daima kısık ateş kullanılması gerekiyor. Temizliği içinse bulaşık makinesine atılmamalı ve asla tellenmemeli. Bakırla ilgili insanların kafasındaki soru işaretinin genellikle kalaylama olduğunu söyleyen Kayacan, “İnsanlar kalay hafif açılmaya başladığı zaman ürünü kullanmayı bırakıyor. Oysa yine kullanabilir, yemeğinizi pişirebilirsiniz. Burada önemli olan pişirdiğinizi bekletmeden başka bir kaba almak” diyor.