Modern eğitim icâzetnemeyi diploma yaptı

Koleksiyoner Enver Beşinci, Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat’la beraber başlayan eğitimin modern usullerle gerçekleştirilmesi anlayışının birçok değişime kapı araladığını ifade ediyor. Enver Beşinci, “Osmanlı’nın modern eğitim kurumlarını kurmasından itibaren verilen tüm mezuniyet belgeleri ‘şehadetname’ veya ‘tasdikname’ olarak geçer. Bu modern okullar arasında sadece bir farklılık olarak Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de ‘tıp icazetnamesi’ olarak geçmiş. Dolayısıyla biz bu konunun farkına, İcazetname’den Diplomaya kitap çalışmasındaki tasnif aşamasında vardık” diyor.

Latife Beyza Turgut
Koleksiyoner Enver Beşinci

Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat’la beraber başlayan Batılı okullara öykünme ve eğitimin modern usullerle gerçekleştirilmesi anlayışı günümüze kadar sürecek birçok değişime kapı araladı. Eğitim, fiziki koşullardan isimlendirmelere kadar pek çok alanda reforma uğrarken, meslek isimlendirmeleri ve yöntemleri de bu değişime ayak uydurdu. Tarihi yüzyılı geçkin bu gelişmeleri arşiv belgeleri ve hatıralarla yakından takip ederek geniş bir koleksiyona imza atan Enver Beşinci, 2010 yılından itibaren Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden ve yurt dışından topladığı icazetname, şahadetnâme ve diplomalar ile geniş bir koleksiyon oluşturmuş. Bu kıymetli koleksiyon belgelerini 2019’da kitaplaştırarak Osmanlıdan Günümüze İcazetten Diplomaya adıyla yayınlamış. Ardından çalışmalarını tıp mekteplerinden verilen mezuniyet belgesi-tıp icazetleri konusu üzerinde yoğunlaştırarak sürdüren Beşinci, geçtiğimiz günlerde yeni çalışması İcazetli Hekim Diplomalı Doktor-Geleneğin Dönüşümü çalışmasını meraklılarına sundu. Diploma koleksiyonunda karşısına çıkan bir ipucunu takip ederek geçmişte tıp alanında çalışacak kişilere verilen belgeye neden “icâzetnâme” denildiğinin izlerini süren ve geleneksel tıp anlayışımızın insana verdiği yüksek değerin kaynaklarına ulaşan Beşinci, bu kitap vesilesiyle icâzet-diploma karşıtlığı üzerinden, modern tıp anlayışının getirilerini tartışmaya açılıyor. Tıp fakültesi mezunlarına verilen “icâzetnâme” nasıl “diploma” oldu? Koleksiyoner Enver Beşinci ile konuştuk.

Gözden kaçırılmayacak bir konuydu

“Osmanlıdan Günümüze İcazetten Diplomaya” koleksiyonunu oluştururken bu koleksiyonun birçok araştırmanın doğumu gerçekleştireceğini tahmin eden Beşinci, bu konuyu da koleksiyonun tasnifi sırasında fark ettiklerini söylüyor. “Bütün icazetname belgeleri içerisinde Osmanlı’nın modern eğitim kurumlarını kurmaya başladığından itibaren kurduğu ve medreselerin yerini alan tüm yüksek okullarda verdiği mezuniyet belgeleri, hemen hemen tüm okullarda adlandırma olarak ‘şehadetname’ veya ‘tasdikname’ olarak geçer. Bu modern okullar arasında sadece bir farklılık olarak Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de ‘tıp icazetnamesi’ olarak geçmiş. Dolayısıyla biz bu konunu farkına, İcazetname’den Diplomaya kitap çalışmasındaki tasnif aşamasında vardık” diyor. “Osmanlı, hem modern okullar kuruyor hem de bu okulların belgelerine eski bir adlandırma ile devam ediyor. Osmanlı’yı sonlandırarak modern bir ulus devleti haline getiren Türkiye Cumhuriyeti; geçmiş birçok kültür hazinesini harf inkılabıyla görmezden gelmesine rağmen tıbbiyede eğitim alan doktorların mezuniyet belgelerini icazetname olarak veriyor. Bu adlandırma Cumhuriyet’e, hatta harf inkılabına kadar ‘icazetname’ olarak sürüyor” açıklamasını yapan Beşinci, örnek olarak koleksiyonunda bulunan İstanbul Darülfünun Tıp Medresesi’nin 1927 yılında Osman Nuri Efendi’ye verdiği dişçi icazetnâmesini gösteriyor. “Bu gözden kaçırılacak bir konu olmanın ötesinde, derin kökleri olan bir konudur” ifadesinde bulunan Beşinci, konuyu ilk defa 2017 tarihinde Tıp Tarihi Sempozyumu’nda “II. Abdülhamit Dönemi Tıbbiyeler ve Tıp İcazetnameleri” başlığıyla kamuoyuna sunmuş. O günden sonra bu konunun konuşulmaya ve detaylı bir şekilde ele alınmasına başlanmasından büyük bir heyecan duyduğunu anlatan Beşinci, bu heyecan devamında “Bu adlandırmanın gerekçesi ne olabilir?” sorusunun peşine düşmüş.

İcazetli hekim hikmet ilimlerine de vakıftır

Yüzlerce yıllık bir gelenekten gelen hekimliği, “Şifa arayan hasta muayeneye geldiği zaman muayene sonunda hekim, hasta ile kurduğu ilişki gereği hastalığa vakıf olur. Aynı zamanda bu karşılıklı hukuk hastanın gönül dünyasına da hitap ettiği için büyük oranda teşhis konulmuştur” sözleriyle tanımlayan Beşinci, “Tedavide aslolan muayenedir. Birebir hekimle hastanın ilişkisidir” diyor. Dolayısıyla modern tıbbın, şifa arayan hastaları yönelik nesnel tutumunu tartışmaya açan Beşinci, “Modernitenin hikmeti dışlayarak bir şifa arayışı içine girmesinin insanlığa getirebileceği durum: odadan odaya, dijital makinelerin önünden, nükleer tıp alanında birçok görüntüleme merkezi arasında mekik dokuyan bir hastadır. Rahmetli Teoman Duralı da hekimlik ile doktorluk arasındaki farkı anlatırken; doktoru bir odadan bir odaya koşan, makineler arasındaki sevk ve idare işini yapan bir trafik polisine benzetirdi” ifadelerin kullanıyor. “Bizim düşüncemize göre asıl koparılma yani ‘icazetli hekim’ yerine ‘diplomalı doktor’ adlandırmasının alt yapısında olan gerçek şu: İcazetli hekim demek hikmet ilimlerine de vakıf olan kişi demek. Hikmet ilimlerine vakıf olması demekse insanın yani fıtri olarak eşref-i mahlukat (yaratılmışların en şereflisi) olduğu için onu her şeyin üzerinde tutmaktır” diyen Beşinci, modern tıbbın bu değeri tam anlamıyla karşılayamadığından bahsediyor. Geçmişte bu nedenle hem Osmanlı hem de ondan öncesi dönemde bütün şifahanelerde, tıbbiye mekteplerinde ve vakıf çatısı altında kurulan vakfiyelerin hekim şartları içerisinde “hastanın ruh, gönül dünyasına ve fıtri durumuna en yakınlık gösterme şartı” arandığının altını çiziyor. Beşinci, “Hekim, hastasının annesi ve babası olacak hatta cennet ırmaklarının kenarında oturuyormuşçasına onu kollayıp, şifa suyuyla onu yıkayacak diye vakfiyelerde geçer. Bu ifadeyi Osmanlı’nın ilk kurduğu ve Batı’nın hem mimari hem de işletme olarak örnek aldığı Edirne Darüşşifası vakfiyesinde okuyabilirsiniz. Yani bugün icazetli hekim/diplomalı doktor karşılaştırmasının sebebi böylesine değerlerimizi kaybediyor olmamızdır” açıklamasını yapıyor.

İnsan yaratılış itibarıyla hasta olmaya adaydır

“İnsan yaratılış itibariyle hasta olmaya adaydır. Bir bakıma insan ve hastalıklar ikiz doğar ve hayatlarına devam eder. Bu nedenle tıp yani hekimlik insanla var olan bir ilim dalıdır” ifadelerinde bulunan Beşinci, “Şifa arayan bir hastanın aradığı şey aslında bir bakıma ilk insan Hz. Adem’e öğretilendir. Dolayısıyla ilmin ilk kurucusu Hz. Adem’dir. Onunla başlayan bu süreçte tüm peygamberler, tüm nebiler ve alimler tabip ve hekimdir. Onun için bilgeler, filozoflar ve ilim adamları tıp ilminin ilimler arasında en eski ilim olduğunu ve ilimlerin babası olduğunu söylerler. Ama bugün modern, Batı kaynaklı eğitim modelinde ilimlerin tasnifinde bunların geçerliliği yoktur” diyor. Oysa hikmet ilimleriyle donatılmış hekimlerin, insanın fıtri yapısını da ön planda tutarak onun gönül dünyasıyla birlikte onu ‘Allah’ın yarattığı en değerli varlığı’ ön plana alarak değerlendiren kişiler olduğunu belirtiyor. Nobel ödüllü Fransız bilim adamı Alexis Carrel’ın “Bir hekim hastasını sadece ilaçla tedavi ediyorsa, vasfını kaybetmiştir” sözlerine atıf yapan Beşinci, “Modern dünyanın çerçevelediği müfredatta doktorluk, alışveriş merkezlerine dönüşmüş hastanelerde yapılan bir iş haline gelmiştir. Oysa Osmanlı ve Selçuklu’nun da içinde yer aldığı kadim gelenekte, hastalığa ahlak ilkeleriyle yaklaşılır ve onun ruhuna dokunulurdu. Bugün Hipokrat yemini hâlâ var ama onun içeriğinin ne kadar uygulandığı önemli bir sorundur” diyor.

Bulduklarımızı kendimize saklamamayı ilke kabul ederiz

“Biz koleksiyonerler eserlerimizi kendimize saklamamayı ilke kabul ederiz” diyen Enver Beşinci, “Koleksiyonlarımızdaki ürünler, sadece bizim değerlerimiz sadece bizim ürünlerimiz değiller. Bunlar toplumun değerleri. Bu toplumun değerlerini şu anda sizinle yaptığımız söyleşi ile beraber aldığımız yere, yani halkımıza tekrar dönüşümünü katkı vererek yapmaya çalışıyoruz” ifadesinde bulunuyor. Mevlânâ’nın, “Kişinin kıymeti aradığı şeydir” sözünü hatırlatan Beşinci, “Bizim koleksiyonerliğimiz sadece belge toplamak değildir. Bunların tasnifiyle kültür tarihçiliğimize, insanlığa fayda üretmektir. Dolayısıyla bizi asıl heyecanlandıran toplumda bizim yaptığımız bu koleksiyondan yola çıkarak ürettiğimiz ve ilim adamlarının, akademiden bir ses sağlayacak şekilde karşılığını görmüş olmak bize en büyük ödül. Aslında fıtrata saygının da ifadesi bu” açıklamasını yapıyor.