Ben hayatta olduğum müddetçe Yüce Kur’an’ın bendesiyim. Bundan başka benden bir şey nakledilirse o sözden de o kişiden de uzağım diyen Mevlana her şeyden evvel zâhiri ilimleri tahsil etmiş ve okutmuş bir din âlimidir. Bilahare manevi ilimlerde de derinleşmeye başladığında yaşadığı halleri, beyitleriyle insanlara aktarmaya, onları irşad etmeye gayret göstermiştir. Kâmil manada bir âlim, bir sûfi ve bir şâir olan Mevlana Celaleddin-i Rumi’yi ilahi sevgilisine kavuşma günü olarak gördüğü Şeb-i Arus sebebiyle İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi Genel Direktörü Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç ile konuştuk.
MEVLANA’YI TANIDIĞIMDA İMAN VE HAYAT KALİTEM ARTTI
“Herkes kendi zannınca benim yârim oldu, Derûnumdaki sırları kimse araştırmadı” der Mevlana. Herkes Mevlana’yı tanır ama kimse Mevlana’yı bilmez gibi geliyor bana. Siz Mevlana’yı hem tanıyan hem de bilen birisiniz. Sizin için Mevlana kimdir?
ONDA KENDİNİ BULUYORSUN
Sizin hikayenizden yola çıkarsak şunu sormak isterim: İnsanları bu kadar etkilemesinin sebebi nedir?
Mevlana gibi bilgelerin bütün dünyada karşılığını buluyor olmasının nedeni evrensellik noktasını yakalamasıdır. Onun şiirlerinde aslında sen kendini buluyorsun, seni anlatıyor aslında. Tabi karşılığı sende varsa. Bugün herhangi bir aşk şiirini okuyan, bir aşk şarkısı dinleyen kimseyi eğer hayatında hiç aşık olmamışsa, aşk nedir bilmiyorsa o şiir, o şarkı ona hitap etmeyebilir. Çok doğal, var öyle insanlar. Dolayısıyla Mevlana’dan zevk almak biraz içten gelen bir şeydir.
HER CANLI TEKAMÜL EDER
Mevlana Celaleddin-i Rumi, müridlerini kendine yoldaş edinirken onları “Hakk’ın konağının sırdaşları” olarak görürmüş. Sultan Veled’in, “İbtidânâme”sinde bahsettiği üzere; Şems-i Tebrîzî’yi güneşe, Selâhaddîn-i Zerkûb’u aya, Hüsâmeddin Çelebi’yi de yıldıza benzetirmiş. Siz de konuşmalarınızda Şems-i Tebrîzî’nin Mevlânâ’nın aynası olduğunu ve bu iki zatın birbirlerinin aynasında Hakk’ı müşahede ettiklerine değiniyorsunuz…
Bahsettiğimiz kişi Mevlana da olsa farklı bir kişi de olsa, bu bir canlı varlık. Canlı varlık tekamül eder. 15 yaşında bir Mevlana var, 20 yaşında bir Mevlana var, 25 yaşında bir Mevlana var… Dolayısıyla insan içinde bulunduğu dereceye göre algısı açılıyor, değişiyor. Özellikle seyr u sülük yolculuğu demek olan tasavvufta, “Bismillah” der demez sana o gün tüm mana kapıları açılıyor değil. Tasavvuf bir yolculuk. Aslında tasavvufa girilmeden evvelki hayat da bir yolculuk. Ama bu tasavvufa girmeye kadar devam eder.- Tasavvufa girdikten sonra bu yolculuk dikey ve enfesi bir hal alır yani bu kez tasavvufun içinde devam eder. Ondan dolayıdır ki Mevlana’nın hayatını ben üçe ayırıyorum. Birincisi babasının eğitimi altında yaşadığı dönemdir. Şeriat ilimleri yoğun dönemi. Biliyorsunuz, babası “Sultânü’l-ulemâ”, büyük bir alim. Ama o zamanın alimleri bugünün alimleri gibi sadece zahiri alimler değil. Ortaçağ’ın alim tipi bugün bizim kaybettiğimiz alim tipi. Babası vefat ediyor ondan sonra ikinci bir dönem olarak babasının talebesi Seyyid Burhânüddîn Muhakkık-ı Tirmizî’nin eğitimi altına giriyor. Tarikat ilimleri yoğun dönemi.
ŞEMS, ONA MELAMET KAPISINI AÇIYOR
Böylece Şems-i Tebrîzî, Konya’yı terk ediyor?
Bu şuna benzer. Büyümek ister çocuk, ayağa kalkmak ister. Ayağa kalkacağı vakit önce annesinin küçük parmağına tutunur tay tay durur. Sonra anne, birden çeker elini önce çocuk bir bocalar düşer ama sonra kalkar yürümeye başlar. Şems, o parmağını Mevlana’dan çekmesi gerekiyordu ki artık kendi ayakları üzerinde dursun. Bir iki yıl kadar Mevlana çok sendeledi, bir anlığına boşluğa düştü ama tatlı, güzel bir boşluk. Ardından gerçek Mevlana gelecek. Eğer Şems ile tanışmasaydı Mevlana, talebeleriyle medrese hocası olarak çok büyük bir alim-sufi tipinde kalacaktı. Belki dini kitaplar yazacaktı, sema falan etmeyen ağır duran tipik bir medrese mollası olarak kalacaktı.
Belki tam benzetilmez ama Yunus Emre ve Tabduk Emre ilişkisi gibi…
Hepsinde benzer şey var, hepsinde... Zira seyr u sülukda da dereceler var. Bir derecinin üstünde başka derece var. Mesela Muhyiddin İbn Arabi, der ki “Ben üç yüz küsur şeyhe hizmet ettim, her birinin esması farklıydı.”
Kuru bir İslam hiçbir gence hitap etmiyor
“Modern gencin önünde kâmil örnekler kalmamıştır” diyorsunuz. Mevlana’dan, kadim gelenekten koptuk arayı şimdi nasıl kapatabiliriz?
Ne Şems’i ne tasavvufu biliyoruz
Biz aslında Şems’in nasıl biri olduğunu bilmiyor, Mevlana’yı öne çıkarıp onu yanına koyuyoruz...
Şems’in hayatına dair de bazı bilgiler var. Makalat isimli bir eseri var mesela. Ama daha çok yalnızlığı seven bir sufi. Bazı arifler başlarında adam çoğalmaya başladığında o şehri birden terk ederler. Kalabalıktan kaçarlar. Yalnızlığı severler, yani Allah’la tenhada başbaşa kalmayı severler.
Belki Şems’i tanımadığımız gibi, tasavvufun da tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. Ne dersiniz?