Mustafa Kutlu, bireyin öne çıktığı, bireyciliğin bir tabu haline geldiği ve bir ifrat noktası olan insansızlaşmaya vardığı günümüz edebiyatında yeni olamayan ama bizim için farklı bir damara işaret ediyor kitaplarıyla. Halka ait, halkçı bir damar olarak tanımlayabiliriz bu damarı. Kelimenin günümüzde kullanıldığı medyatik anlamıyla değil de 1929'da Rusya'da kullanıldığı anlamıyla 'populist' diyebiliriz Kutlu için. Yani bir halkçıdır Mustafa Kutlu. Halkın, halkçılığın belli bir görüşün tekelinde olduğu vehminin yaygınlığına rağmen hikaye dünyasını halkın hikayesi üstüne kurmuştur o. Hem içimizdeki hem de dışımızdaki yoksullukları hikayeleştirir. Mehmet Erdoğan'ın yerinde tespiti, o tespitten sonra Kutlu'nun pekçok kitabı yayınlanmış olmasına rağmen, hâlâ ayniyle geçerlidir. "Malzemesi ve yaklaşım üslubu geleneksel olsa bile beşeri olanı, zamanla ve mekanla kayıtlı olmayanı baz alır. Bilgeliğin, hikmet anlayışının altını çizer. Çözülmenin seyrini görürüz onda. Varoluşumuzu ve yerimizi tartışma ihtiyacı duyarız. Kutlu bunları tartışmaz. Hikaye tamamlandığında kendimizle başbaşa kalırız. Kendi hikayemizi okuruz onda." "Kendi hikayemiz", yaşadığımız ülkenin modern hikaye ile tanışmasından beri yazma kaygısı duyan her yazarın ucundan kıyısından da olsa temas ettiği, çözmeye çalıştığı bir problemdir. Her yazar kendi çözümünü imza attığı eser ile ortaya koyar. Tıpkı Mustafa Kutlu'nun uzunca bir zamandır, her yıl eylül ayında yeni bir kitap yayınlayarak bizimle paylaştığı gibi. Bütün bu girizgâhı Mustafa Kutlu'nun yeni hikâye kitabı 'Menekşeli Mektup' için yazdım. 'Uzun Hikâye'den beri peş peşe yayınladığı kitap ebadında hikâyeler sebebiyle Necip Tosun tarafından "mahcup romancı" olarak adlandırılan Mustafa Kutlu; 'Menekşeli Mektup' ile üç hikâyeden oluşan yeni bir kitaba imza attı.
POST-ACI VE POSTACI
'Ya Tahammül Ya Sefer' in yazarı Mustafa Kutlu'nun bu yeni kitabını ben kendi hesabıma “Ne Tahammül Ne Sefer” olarak okudum. Kitaba ismini veren 'Menekşeli Mektup' adlı hikayenin kahramanları böyle insanlar mesela. Hikayenin kahramanları kendi yalnızlıklarına tahammül edememelerine rağmen bir türlü sefer şıkkına da yönelemiyorlar. Hikayenin kahramanı olan postacının evlenmesinde, terk edilmesinde, âşık olmasında hep bir telafi olmaz eğretilik vardır. "Ya tahammül ya sefer" diyememiştir postacı. İncilâ Hanım da ayrılığa tahammül edemeyen ama yeni bir hayata doğru sefere çıkamayan; "ne tahammül ne sefer" diyen bir başka 'Menekşeli Mektup' kahramanı. 'Hacca Gidebilmek' de tali bir kahraman olan İhsan da "Ne Tahammül Ne Sefer" diyenlerden. Her daim iş bulan ama her daim de servetini savurup müflis duruma düşen İhsan, içindeki boşluğu içki sofralarında boğmaya çalışırken ne tahammülden ne de seferden yana kullanır oyunu. Çünkü oy kullanacak dermanı yoktur. Böylece edebiyatın en derin, en içli, en çözümsüz mevzuu devreye giriyor. Yani kader. "Kuş kaderle uçar" der büyükler. Mustafa Kutlu ve kader deyince Charles Dickens'in ya da Milan Kundera'nın anladığı anlamda bir kaderden bahsettiğimi sanmayın. Nice kapılar açan nicesini kapayan kader rüzgarının önündeki Kutlu kahramanları da kimi kez günah işleseler, kimi zaman isyana yeltenseler de özünde teselliyi teslimiyette buluyorlar. Postacı, zaten bu yüzden İncilâ Hanım'dan farklı olarak "Alınyazım geri döndü" cümlesiyle bitiriyor 'Menekşeli Mektup'u.
HACDAN DÖNÜŞ HİKAYESİ
'Hacca Gidebilmek' ise hacca gitmekten ziyade oradan dönüşü anlatan bir hikaye. Bir uzun yol şoförünün yeni kamyonunun borcunu ödemek için harcadığı onca mesai sona ermeden kamyonu eskimiştir. Tablo böyleyken olmayacak bir şey gerçek olur ve şoförümüze hac yolu açılır. Hacca gidilir gidilmesine ama dönüş hiç de kolay olmayacaktır. Hacdan dönüşte yaşanan bir kaza, turnusol kâğıdı gibi insanların karakterlerini deşifre eder. Kul sıkışınca yetişen Hızır, tanıdıkların, yol arkadaşlarının, hemşehrilerin değil umulmadık kişilerin kılığına bürünür. Hikayenin bundan sonrası hakkında en azından şunu söyleyebilirim: Yardımseverlik, diğergamlık gibi değerleri el üstünde tutan insanları anlatır Kutlu. Üstelik bunu nostalji denen tehlikeli çıkmaza sapmadan yapar. Esasen "önce refik, sonra tarik" diyen geleneğimizin bir yankısıdır 'Hacca Gidebilmek'. Kıssa ve hisse dediğimiz ve günümüz hikaye yazarının son kullanma tarihi geçmiş ilaç muamelesi yaptığı o deruni tını, Kutlu'nun hikayesinde etiyle kemiğiyle canlanır ve okurun karşısına dikiliverir.
'Kar Üstüne Kan Damlar' ise bir aşkın hazırlanmasına sebep olan çeyizin bambaşka bir insanın hayatını kurtarışını anlatır. Nasip ve kısmet kelimelerini okurun zihninde yeniden anlamlandıran bu hikâye, hepimizin bildiği Sarıkamış faciasını bir fon olarak kullanarak karşımıza çıkar. Hikayenin kahramanı önce asker sonra da esir olduğu için tahammül ile sefer arasında tercihte bulunma hakkı tamamen elinden alınmıştır. Bu yönüyle de onu "ne tahammül ne sefer" diyenlerden saymamak icap eder. Yine de 'Kar Üstüne Kan Damlar'ın asıl derdinin kaderle ve kederle olduğu gerçeğini değiştirmez. Aşkla hazırlanan ama ölümün sahipsiz bıraktığı çeyizin bir Mehmetçiğin Sarıkamış faciasından korunmasına vesile olması hikayenin ana konusunu teşkil ediyor. Sefere tahammül etmesi gereken Mehmetçiğin hikayesi 'Menekşeli Mektup'a son noktayı koyarken, bir yandan da açık ucuyla en başa dönüp, kitabı tekraren düşünmemize vesile oluyor. Kutlu'nun yazılan değil, anlatılan hikayelere imza attığını söylemek elbette ki bir malumu ilandır. 'Menekşeli Mektup' da bu anlamda Kutlu hikayeciliğinin üstünde düşünülmesi gereken bir durağı olarak karşımıza çıkıyor.
Menekşeli Mektup
Mustafa Kutlu
Dergâh Yayınları
161 sayfa