Medeniyetler tarihine karşılaştırmalı bir yaklaşım

Etem Çalık, Ötüken Neşriyat’ın Akademik Araştırmalar serisinden çıkan İki Din İki Medeniyet başlıklı çalışmasında medeniyetler tarihini Hristiyanlık ve İslam’ı kaynakları itibarıyla karşılaştırarak ele alır; her iki kültürde yaşanan yozlaşmanın kaynaklarına iner.

​Medeniyetler tarihine karşılaştırmalı bir yaklaşım.

Erdem Dönmez

Bugün içinde yaşadığımız dünyanın değerler sistemi, büyük ölçüde Aydınlanma sonrası Batı’nın edindiği tecrübenin ürünüdür. Eğlence, giyim, yiyecek, alışveriş kültürü gibi gündelik alışkanlıkların yanı sıra duygu, düşünce ve inanç sistemlerini de küresel ölçekte Batı’nın belirlediği modern dünyada Batı dışı toplumlar, önlerine sürülen bu “idea”ya ulaşmak adına tek tipleşen bir hayatın mensubu olmaya çabalar. Ancak medeniyet tarihinin başlangıcını Aydınlanma ile sınırlamak, kültürlerin kökenlerini modernlik ölçeğinde tartışmak, dünya tarihi geniş açıdan değerlendirildiğinde son derece yetersiz bir girişim olarak yorumlanabilir. Nitekim yazılı kaynaklara dayanan medeniyetler tarihi, Antik Yunan düşüncesi merkeze alınarak, bu kültürden beslenen farklı inanç, ırk ve kültüre mensup toplulukların değerler sistemi karşılaştırılarak okunabilir. Etem Çalık, Ötüken Neşriyat’ın Akademik Araştırmalar serisinden çıkan İki Din İki Medeniyet başlıklı çalışmasında böyle bir niyetle medeniyetler tarihini Hristiyanlık ve İslam’ı kaynakları itibarıyla karşılaştırarak ele alır; her iki kültürde yaşanan yozlaşmanın kaynaklarına iner.

Çalışmanın Ön Söz’ünde Hristiyan ve İslam medeniyetlerini kıyaslayan bir eserin Türkçe literatürde olmayışını dikkate alarak böyle bir çalışmayı ortaya koyduğunu belirten Çalık, her iki medeniyetin aynı kaynaklardan beslenmelerine karşın Hristiyanlığın neden skolastiğe kaydığını, İslam’ınsa ürettiği ilmi, felsefi, siyasi, edebi ve dini ayrıcalıklarla beş asırdan fazla ayakta kalan büyük bir medeniyeti nasıl inşa ettiğini sorgular. Bu bağlamda “Hristiyan Medeniyetinin Kaynakları” ve “İslam Medeniyetinin Kaynakları” şeklinde iki bölüme ayrılan kitapta her iki kültürün felsefi, siyasi ve dini kökenleri tarihsel, kültürel ve coğrafi şartlar dikkate alınarak değerlendirilir. Ayrıca Hristiyan medeniyetinin ilimden kaynaklı bir yapı olmadığı düşüncesiyle sadece İslam medeniyetinin ilmi kaynaklarına da değinilir.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2022/10/14/10/36/resized_cb871-e7564289etemc3a7alc4b1kkitapkapak.jpg

GÜNAHKÂR İNSAN

Etem Çalık’a göre iki medeniyetin arasındaki temel fark, insanı algılayış biçimine dayanır. Hristiyanlık doğuştan günahkâr kabul ettiği insanı kusurlu bir varlık olarak ilan ederken onun seçme iradesini de elinden alır. İrsiyete dayanan bu suçlulukla iyilik hürriyetini kaybeden insan, bu dünyada Mesih’e tâbi olarak ya da öte aleme göç ederek kurtulmayı bekler. Platon felsefesiyle Hristiyanlık öğretisinin birleştiği bu dogmatik anlayış, Aristotales’in Batı dünyasında tanınmasıyla değişir. 13. asrın ikinci yarısından itibaren pasifleşmiş günahkâr insan, zulme başkaldırmayı bir mükellefiyet olarak görmeye başlar. Bu kırılma, Hristiyan Batı düşüncesi için bir inkılap olarak değerlendirilebilir ve bundan böyle Aristotales’i takip ederek doğuştan “tabula rasa” şeklinde algılanan zihin, tecrübe vasıtasıyla doldurulabilir hale gelir. İnsanı kusurlu olarak gören bu anlayışın temelinde Hristiyanlığın İslamiyet’in tersine Peygamberinin yaşadığı dönemde yayılıp güçlenmemesi yatar. Roma İmparatorluğunun güçlü olduğu evrede ortaya çıkan Hristiyanlık, siyasi ve ekonomik güç sahiplerinin itibarlarını yitirmeleri endişesiyle baskılanır. Peygamberi çarmıha gerilen, kitabı tahrif edilen Hristiyanlık, Pagan kültürlerin tesiri altında teslis inancıyla aslından kopup yeni bir şekil alırken kilise kendinden uzak olanlara zulmetmeye başlar. Bunun sonucunda Avrupa’da reform kaçınılmaz olur. Batı’nın kurduğu yeni dünya düzeni Hristiyanlığa karşı bir seyirde ilerler.

İSLAM MEDENİYETİ VE ANTİK YUNAN İLİŞKİSİ

Antik Yunan kaynakları İslam medeniyetinin de temelini oluşturur. Ancak Müslümanların bu felsefeden faydalanmaları Hristiyanlardan farklı olur. Müslümanlar öncelikle Platon ve Aristo öğretilerinden tek kaynak olarak beslenmez; Hint ve İran medeniyetlerinin miraslarından da faydalanır. Çalık’ın vurguladığı üzere eklektik bir anlayışla vücut bulan İslam medeniyeti, el-Kindî, Ebubekir Zekeriya er-Razî, Farabî, İbn Sina, İbn Bacce ve İbn Rüşd gibi filozoflar aracılığıyla Tanrı, varlık, yaratılış ve akıl meselelerine yeni yaklaşımlar sunar. İslam felsefesinde görülen bu gelişmeler Batı düşüncesinin gelişimine de kaynaklık eder.

İslam medeniyetinin siyasi kaynaklarına da değinilen çalışmada Müslümanların Hristiyanlara mukabil büyük bir miras üretmelerinin temel gerekçesi, Hz. Peygamber (sav)zamanında kazanılan başarılara bağlanır. Putperest bir toplumda ortaya çıkan İslamiyet, mücerret tek Tanrı anlayışını toplumda hâkim kılabilmiş, ayrıca büyük bir devlet de inşa edebilmiştir. Vahyedildiği Arap coğrafyasına yeni bir insan, hürriyet, eşitlik ve toplum anlayışı getiren İslamiyet, pek çok engellemeyle karşılaşsa da herhangi bir tahribata uğramadan hızla yayılmış, emrettiği gaza ruhuyla Hz. Peygamber’den (sav) sonraki dönemlerde de aynı anlayışı sürdürmüştür. Diğer taraftan özellikle Endülüs Emevileri, Abbasiler ve Büyük Selçuklu döneminde ilim, fen ve felsefe alanında büyük ilerleme kateden Müslümanlar, Hristiyanlığın karanlığa gömülmesine karşın güçlü ve bütünlüklü bir medeniyet inşa etmişlerdir. Çalık, bu medeniyet dairesi çerçevesinde İslam bilginlerinin matematik, astronomi, tıp ve kimya alanlarında insanlığa nasıl yenilikler getirdiğini belirterek, Aydınlanma sonrası Batı medeniyetinin İslamiyet’ten ne ölçüde etkilendiğini örnekler.

BUGÜNE BAKINCA

Aynı kaynaklardan beslense de birbirinden çok farklı sonuçlar doğuran iki medeniyetin karşılaştırmasında yazar, günümüzde İslam dünyasının Batı karşısında düştüğü durumu da tenkit eder. “İslam toplumlarının asıl kusuru, bugünkü çürümüşlükten kurtulmaya çalışmak bir tarafa, rahatsızlık bile duymamalarıdır.” diyen Çalık’a göre İslam dünyasının her şeyden önce yeni bir insan, cemiyet ve dünya anlayışına ihtiyacı vardır. Bu bağlamda Müslümanların Orta Çağ İslam medeniyetinden beslenmeleri şarttır.