Mehmet Akif’in Türkiye’de öyle bir havası doğdu ki sanki 85 sene önce vefat etmemiş, yazdığı İstiklâl Marşı üzerinden de bir asır geçmemiş gibi, hâlâ daha aramızda yaşamasını sürdürüyor. Bunda kuşkusuz yılda iki defa tekrar edilen Mehmet Akif törenlerinin payı bulunduğu düşünülebilinir. Fakat bu algılama ilk anda doğru gibi gözükse bile gene de yanıltıcıdır. Çünkü o anmalar, törenler, ilân edilen yıllar hepsi birer bahane! Bunun altında, daha önceden içimize yerleşmiş, köklü bir sevginin varlığı yatıyor.
Yukarıda işaret ettiğim anmaların yanı sıra, Mehmet Akif’e dönük ilginin bir başka göstergesi de hakkında yapılan yayınların her geçen yıl artış göstermesidir. Nitekim siz de bunun farkında olmalısınız. Hemen her mevsim sayısız kitap yayınlanıyor, rahmetli Akif’in görünmez bir yanına ışık tutuluyor. İşte böyle böyle de, Akif kütüphanesi her geçen gün zenginleşiyor. Yapılan araştırmaların, incelemelerin, yayınlanan bilimsel makalelerin çokluğu düşünülecek olursa, Mehmet Akif ile meşgul olan sınıfların bundan duydukları memnuniyeti fark etmemek mümkün değildir.
Fakat bu yayın bolluğunu kendi aralarında gruplandırmak, tasnif etmek de gerekmez mi? Akif ile ilgili hazır bilgileri oradan buradan derleyip toplayan, iyi kötü bir sıraya sokarak alelacele kotarılmış kitaplar o kadar fazla ki tahmin edemezsiniz. İşte o tür yayınlar vasıtası ile, Akif hakkında Türkiye’de anonim bir bilgi havuzu oluştu. Onun için daha özgün, daha bâkir çalışmaları arar hale geldik. Haliyle bu tür yayınlardan doğan bıkkınlığı dile getiren, hatta bundan şikâyet eden sınıfların varlığı ortadadır.
AKİF ARAŞTIRMACILARI VE UMMANA DÖKÜLEN IRMAKLAR
Fakat bu anonim koronun dışında, Akif’e dair yeni yeni bilgiler üreten daha farklı bir sınıf var ki onları hepimiz önemsemeliyiz. Neredeyse hayatını Akif’e adamış, devamlı Akif çalışan, bundan bıkmayan sınıflar. Belki bazılarını isim olarak siz de tanırsınız. Mehmet Akif Vakfı Başkanı M. Rüyan Soydan başta olmak üzere, Ömer Hakan Özalp, Fatih Andı, İbrahim Öztürkçü, Tahsin Yıldırım, Turgay Anar ve bunlara ilave edilebilecek yeni bazı isimler: Âlim Kahraman, Selçuk Karakılıç ve son günlerde “Çekiç ile Örs Arasında Mehmet Akif” adıyla orijinal bir Akif çalışmayı gerçekleştiren Abbas Güner Sayar!
ÖNEMLİ İŞLERE DİKKAT
Sonra Mehmet Akif’in Mısır’da yaptığı meal çalışmasına her nasılsa ulaşan, bu meali yayına hazırlayan Prof. Dr. Recep Şentürk’ü nasıl olur da unuturuz? Dolayısıyla Recep Şentürk’ün keşfettiği meal; Akif araştırmaları için büyük bir dönüm noktasıdır. Kaldı ki bu yayın, Mehmet Akif’in hazırladığı mealin üçte birlik bir bölümünü teşkil etse dahi, o bile büyük bir kârdır. Ne var ki Akif’in yaptığı mealin akıbeti üzerine kafa yoran, bunun üzerine sayısız çalışma yapanların hali de gözlerimizin önünde. İlgili meale dönük ne bir yazıları, ne bir karşılaştırmaları, ne de Mehmet Akif’in meal anlayışı üzerine üç-beş satırlık bir değerlendirmeleri mevcut.
Türkiye’de Mehmet Akif ile ilgili orijinal bilgi-belge üretenlerin başında, M. Rüyan Soydan gelmektedir dedim. O kadar yoğun çalışmasına rağmen fazla öne çıkmak istememesi; bu da M. Rüyan Soydan’a mahsus bir ahlâk, dedirtiyor insana!.. Devamlı çalışmak ve üretmek, fakat gene de kendini örtük tutmayı başarmak! Herkese yardım etmek belge, mektup, Akif fotoğrafları servis etmek, buna rağmen öne çıkmamak!.. Kuşkusuz bu yüksek ahlâkı anlıyor ve takdir ediyoruz. Fakat buna rağmen de Rüyan Soydan’ın çalışmalarını takipten geri durmuyoruz.
Nitekim başında bulunduğu Mehmet Akif Fikir ve Sanat Vakfı’nın yayınladığı Mehmet Akif Salnameleri’ni görmüşlüğünüz vardır sanırım. Adı geçen Salnameler, Akif hakkında üretilmiş en yeni bilgileri ihtiva etmesi ile gerçekten tebriki hak ediyorlar. Onları ne edip edip, takip edilmesi gerekir.
Adı geçen vakfın sessiz sadasız gerçekleştirdiği diğer bir hizmeti de, “Ummana Dökülen Irmaklar/ Mehmet Akif Ersoy’un Dost Çevresi” adlı çalışmadır. Büyük şairin kendisi kadar çevresine de önem veren vakıf, Mehmet Akif’in yakın çevresinde kimler varsa, onları müstakil çalışmalara dönüştürmüş bulunmaktadır. O çevrenin adlarını, kimlerin nasıl birer eser hazırladığını saymaya kalksam bu sayfalar almaz. Pendik Belediyesinin katkıları ile hazırlanan dizinin yöneticiliğini, önemli bir Akif-sever olarak tanıdığımız Turgay Anar’ın yürüttüğünü burada kaydedelim.
Fakat bu yayınlarla ilgili şunu söylememiz gerekiyor. İlgili eserlerin her biri, ancak yüzer sayfa civarında. Kitap hacimlerinin bilerek küçük tutulduğunu anlıyoruz. Eldeki maddi kaynağa göre daha fazla eser yayınlamak ve karanlıkta kalmış Akif’in dost çevresini, biraz olsun gün yüzüne çıkarabilmek! Bunu anlıyoruz anlamasına, ama ilgili biyografilerin bir an önce genişletilmesi, derinleştirilmesi de o kadar elzem görülüyor.
Meselâ İbrahim Öztürkçü dostumuzun “Meşhur Bir Dost/ Meçhul Bir Adam” dediği, rahmetli Akif’in kendisini o kadar yakın hissettiği Hafız Asım Şakir çalışması genişlemeye, derinleştirilmeye o kadar müsait. Asım Şakir’in bize göre asıl meziyeti şurada toplanıyor: Büyük Akif Mısır’da iken, onunla mektuplaşmalarına hiç ama hiç ara vermemesi! Aynen Mahir İz hocada olduğu gibi! Akif’i en yakın dostlarının bile ihmal ettiği, mektup yazmaktan çekindiği o karanlık zamanlarda, bu iki isim gözümüzde büyüyor da büyüyorlar.
HAKAN ÖZALP’TEN İKİ ÖNEMLİ ÇALIŞMA
Aynı dizi için Ömer Hakan Özalp’in hazırladığı “Mehmet Akif’in Talebeleri” de öyle! O da, o kadar orijinal bir çalışma!.. Zevkle ve merakla okuduğumu söyleyebilirim. Ama onun da genişletilmesi, derinleştirilmesi gerekmiyor mu? Nitekim Özalp, yüksek araştırmacılık kabiliyeti ile, bu işin altından kalkabilecek isimlerin başında gelmektedir.
Ancak Hakan Özalp ile ilgili söyleyeceklerim, bu teşekkürle sınırlı kalmayacak. Çünkü Mehmet Akif’le ilgili, onun iki büyük çalışması daha bulunuyor. Birincisi, Mehmet Akif’in aile çevresi ile mektuplaşmaları! Rüyan Soydan’ın yardımı ve katkısı ile hazırlanan bu mektuplar, M. Akif’in Mısır dönemi hakkında birinci elden kaynaklar mesabesinde. Eğer okumayan varsa, Firaklı Nâmeler’i (2011) en kısa zamanda temin etmeleri gerekir.
Özalp dediğim gibi, Akif hakkında en yetkin araştırmacılardan biri. Mehmet Akif Salnameleri’ndeki emek mahsulü araştırmalarına bakarak söylüyorum bunu. Fakat hepsi bir yana, Mehmet Akif’in Darülfünun’da hoca iken verdiği ders notlarına, ne demeli bilmiyorum. İşte Akif dersler veriyor o günün üniversitesinde! Bir öğrencisi de bunları kaydediyor. O öğrenci kim biliyor musunuz? İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nün eski hocalarından, rahmetli Zekâi Konrapa!
Dolayısıyla 1908-1909’larda Zekâi hocanın tuttuğu notları bulup çıkarmak, gene Hakan Özalp’e nasip olmasın mı? Dolayısıyla şu ortaya çıkıyor buradan: Biz neyi murad ediyorsak, o nasip oluyor bize. Biz nasibimize, nasibimiz de bize adım adım yaklaşıyor. Haliyle Ömer Hakan da büyük Akif’in himmet ve teveccühü yolunda durmaksızın çalışıyor, ilerliyor. Neticede de Akif’e ait önemli bir eseri daha gün yüzüne çıkarmış oluyor. Akif’in şifahi olarak anlattığı, Zekâi Konrapa’nın kalemiyle tespit edilmiş Osmanlı Edebiyatı Ders Notları, İstanbul Bağcılar Belediyesi tarafından yayınlanmış bulunuyor (2014).
Fakat ilgili eser ne kadar güzel ve orijinal olursa olsun, gene de kayıp sayılır. Ne hakkında lâyıkı veçhile bir değerlendirme, ne de bunca yaygın Akif aktüalitesine rağmen her hangi bir ödül!..
Onun için bu çalışma üzerinde biraz daha durmak, onu özel bir yayınevi adına tekrar yayına hazırlamak gerekir. Ama daha ciddi bir inceleme ile! Bildiğiniz gibi bu eserde yer alan bazı konuları Akif müstakil makalelere dönüştürmüş, kendi dergisinde yayınlamıştı. O zaman meraka değmez mi? Bu konuları Akif’in kendisi nasıl yazmış, öğrencisi hocasını nasıl anlamış? İşte önümüzde büyük bir problem daha! Nitekim eski bir şair ne diyordu muhatabına? “Ben ne kast ederim, sen ne anlarsın?” demiyor muydu?
DEVÂSÂ BİR AKİF ÇALIŞMASI DAHA: SIRATI MÜSTAKİM VE SEBİLÜRREŞAT KÜLLİYATI
Bildiğiniz gibi İstanbul’da Zeytinburnu, Üsküdar, Pendik, Bağcılar gibi belediyeler kültüre ve sanata, özellikle de Mehmet Akif’e büyük önem vermektedirler. Bağcılar Belediyesi deyince de, o belediye tarafından yapılmakta olan diğer bir Akif yayınını anmamak olmaz. O ise bambaşka, devâsâ bir eser! Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Yakın Tarihimizin Belgesi (1908-1925) niteliğini arz eden o çalışma, Mehmet Akif ile Eşref Edib’in müştereken çıkardıkları Sıratımüstakim ve Sebilürreşat dergilerinin çeviri-yazı ile yayınını esas alıyor. Dolayısıyla hacim itibariyle 25 cildi bulacak bu büyük çalışmaya himmet eden Belediye Başkanı Lokman Çağrıcı’yı nasıl tebrik edeceğimi kestiremiyorum.
İlk cildi güzel bir baskı ile, 1912 yılında gün yüzüne çıkan Sıratımüstakim ve Sebilürreşat dergilerinin yayını hâlâ daha sürüyor. Nitekim kolay değil böylesi bir eseri yayına hazırlamak! Onun için büyük bir heyecan, emek, kendi kendini ateşlemesini bilen beyinler gerekir. Dolayısıyla bu çapta bir çalışmayı herkesin gözünün alması mümkün olamazdı. Nitekim büyük ihtiraslar, büyük aşk sahipleri, bu tür işlerde gösterirler kendilerini. Daha doğrusu da onlar böylesi zamanlarda ortaya çıkarlar.
Kuşkusuz, çoğunuz onları bilir ve tanırsınız. Bu büyük projenin öncüsü, Akif ve Safahat çalışmaları ile yakından tanıdığınız Ertuğrul Düzdağ!.. Fakat asıl yükü çeken, projeyi yürüten, daha önemlisi de çalışmanın editörlüğünü üstlenen kişi ise, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Mustafa İsmet Uzun!.. Böylesine değerli, emek mahsulü bir çalışmayı yıllardır sürdüren ikiliye buradan selâm olsun.
Daha şimdiden 18’inci cildi tamamlanan çalışmanın, geriye kalan yedi cildi de yayınlanırsa, ne büyük bir nimet olur? 1908’den yani İkinci Meşrutiyet’in ilânından, Takriri Sükûn kanunu ile Sebilürreşat’ın kapatıldığı, 5 Mart 1925’e kadar devam eden uzun mu uzun bir süre! Dolayısıyla ansiklopedi yayınları dışında böyle uzun soluklu bir çalışmaya ilk defa şahit olduğumuzu kaydetmek gerekmektedir.
Fakat bu emekler amacına ulaşıyor mu? İşte o noktada yutkunup kalıyoruz. Neden derseniz, sayıları o kadar artmış gözüken Akif çalışanlarının dahi, bu yayınlardan maalesef haberi olmayabiliyor. Haberi olsa bile ulaşmak, temin etmek kolay mıdır sanıyorsunuz? Onun için bu tür köklü hizmetlere ulaşımın, mümkün olduğu kadar kolaylaştırılması lâzım gelir. İşin bu yanı kültüre ve sanata, dahası Akif’e önem veren Bağcılar Belediyesi’ni de aşıyor çünkü. Onun için daha başka yollar düşünülmelidir.
MEHMET AKİF VE İSTİKLÂL MARŞI YILINDA KÜLTÜR BAKANLIĞI, VAKIFLAR BANKASI YAYINLARI
Meselâ içinde bulunduğumuz yıl İstiklal Marşı ve Mehmet Akif Yılı olarak ilân edilmedi mi? Cumhurbaşkanlığı, ilgili yıla büyük bir önem vermiyor mu? Öyle de Kültür Bakanlığı, yayıncılık işine yenice girişen Vakıflar Bankası, İstiklâl Marşı ve Mehmet Akif yılı için ne düşünmektedirler? Dolayısıyla resmi veya özel, o tür kuruluşlar bu tür hizmetlere katılmayı düşünmezler mi? Meselâ Bağcılar Belediyesi aynı çalışmayı sürdüredursun. Fakat o büyük hizmete, adını andığımız kurumlar omuz veremezler mi? Vermeleri gerekmez mi?
Omuz vermekten kastım da, ilgili yayın için belediyeye belli bir yardımın yapılması olamaz. Ya da meselâ Sıratımüstakim ve Sebilürreşat külliyatından belli bir miktarda satın alıp, sağa sola dağıtmaları hiç değil. Onun yerine, bu külliyatın yeniden basımını üstlenmeleridir. Devlet ve hükümet organlarının sırf demeçle yetinmediklerini, kültüre ve sanata ve özellikle de İstiklâl Marşı ve Mehmet Akif Yılı’na önem verdiklerini, ne tür katkı vereceklerini bilmek, görmek hakkımızdır diye düşünüyorum.