Avrupa Konseyi'ni bir sürpriz bekliyor. Ama onlar henüz farkında değil. Sürprizin adı Lokman Ayva. Biz onu tüm özürlülerin meclisteki temsilcisi ve Avrupa Konseyi'nin ilk görme özürlü üyesi olarak tanıyoruz. Ben de düne kadar öyle tanıyordum ama şimdi Lokman Ayva'yı bu özelliklerinin yanısıra zekanın, azmin, kendisiyle barışık olmanın ve neşenin yeryüzü temsilcisi olarak tanıyorum. Siz de Avrupa Konseyi üyesi seçilmiş olması vesilesiyle yapmış olduğumuz bu sohbetten sonra benimle aynı şeyleri düşüneceksiniz, eminim. Lokman Bey'le Eyüp'teki evinde buluşup zaman zaman eşinin de katıldığı, sık sık kahkahalarla kesilen keyifli bir sohbet ve Eminönü'ne doğru kısa bir gezinti yaptık. Lokman Bey, kişiliğinin yanı sıra bindiğimiz arabanın markasını ve modelini bilecek kadar dikkatli olmasıyla da şaşırttı beni.
Lokman Bey, Avrupa Konseyi'nin tarihindeki ilk görme özürlü üyesi. Bu ilk olma duygusu neler hissettiriyor size diye soruyorum. “Ukalalık olsun diye söylemiyorum ama benim alışık olduğum bir duygu” diye cevap veriyor. 11 yaşında menenjit geçirip kör olduğunda akrabaları O'nun için şöyle bir hayat kurgulamış “Kuran kursuna gitsin orada birkaç sure ezberler. Ramazan aylarında müzezzinlik yapar, cami çıkışlarında para toplar. Bizler de fitre zekat veririz. Bir de sakat bir kız bulur, evlendirirsiniz. Bir oğlu olur o da kahveye götürür getirir…” Kendisi için kurgulanmış bu kadere karşı çıktığından beri akıntıya karşı kürek çekiyor Lokman Bey ve pek çok alanda ilk olmuş. Konseyle ilgili baskın duygusu ise belirsizlik: “Orada nasıl oy kullanacağım, dökümanlara nasıl erişeceğim. Nasıl okuyacağım. Üstelik yabancı dille bu işi yapmam lazım. Bunlar üzerine çalışıyorum. Üstelik Avrupa Konseyi gerçekten hiç görmediğim bir yer.”
Konsey üyeleri şaşıracak
Avrupa Konseyi'nde de başına gelebilecekleri tahmin ediyor. Belirsizliği avantaja çevirip onları şaşırtacağını söylüyor Lokman Bey. Kafalarındaki imajı onları şaşırtarak yok edip, kendi istediği şekilde imajını oluşturacakmış. 'Peki nasıl yapacaksınız' bunu diyorum. Konsey üyelerinden önce beni şaşırtıyor. “315 üyenin 315'inin de isimlerini ezberliyorum. Ses ve isimler arasında eşleştirme yaptıktan sonra, onlarla ilişkilerimin tam oturması için görevlerini, muhatap olacağım insanların kısa kısa anekdotlarını, özgeçmişlerini öğreneceğim. Böylece kendim için rahat bir çalışma ortamı oluşturacağım. Hayat ilişkilerden ibarettir. İstiyorum ki o ilişkilerde beni benim arzu ettiğim gibi bilsinler.”
Cami çıkışı cebime para koymaya çalışıyorlar
Lokman Bey hukuki açıdan özürlülerle ilgili tüm çalışmaları yaptıklarını, pratik uygulamanın ancak zamanla insanların bilinçlenmesi ile halledilebileceğini anlatıyor: “Türkiye'de özürlülerin sorunlarının para vermekle çözüleceği sanılıyor. Bu eskiden kalma dilenci psikolojisidir. Ben camiden çıkıyorum biraz gecikirsem birileri cebime para koymaya çalışıyor. Ben ne diyorum, “Allah razı olsun”. (Kahkahalar) Niye veriyor o parayı bana bir insan? Çünkü benim sorunumun parayla çözülebileceğini zannediyor. Benim sorunumu hayatın her alanına girebilmek çözüyor. Peygamberimiz de kör bir sahabe evinde namaz kılabilecekken evinden bir ip gerdirmiş camiye. Halbuki evde kılabilir. Ama onu istemiyor Peygamberimiz hayata katıl diyor. İşte ben bunu istiyorum. Freedom yani” Görme endeksli bir kültürümüz olduğunu, bununla dalga geçmenin hoşuna gittiğini anlatıyor Lokman Bey. İnsanların kelimelerle üzülüp sevinmesini de tuhaf bulduğunu söylüyor. “Kör kelimesini kim uydurmuş, insanlar uydurmuş. Köre orkide desem ne olacak? Değişen ne? O zaman da millet 'kör müsün' yerine 'orkide misin' diye soracak?”
Çocukken körlüğü normal bir şey sanıyordum
'Keşke hiç görmeseydim mi diyorsunuz yoksa 11 yaşına kadar gördüğünüz için kendinizi şanslı mı sayıyorsunuz?' diye soruyorum. Keşke lafını hayatta hiç kullanmadığını söylüyor. “Belirleyemediğim şeyler üzerine düşünmem. Güneşin bir saat erken doğmasını sağlayamam. Benim için en hayırlı budur” Peki 11 yaşındaki bir çocuk birden kör olunca ne hisseder, anlamaya çalışıyorum. “O zaman körlüğün ne olduğunu bilmiyordum ki. Ben öyle 'olunan' bir şey zannediyordum çocuk aklıyla. Bizim sülalede çevrede hiç kör yoktu. Ben ne bilirdim kör olunca işsiz kalacaksın fakir olacaksın kız vermeyecekler.”
Demek oğlum beyaz tenli!
'Çocuklarınızı nasıl canlandırıyorsunuz kafanızda' diye soruyorum. “Valla kafamda bir hayal var ama gerçeği ile benzeyip benzemediğini ancak görerek söyleyebilirim.” diyor kahkahalarla. “Küçük olanı beyaz tenli, büyük olanı daha buğday tenine yakın hayal ediyorum.” Eşinizin anlattıklarından mı hayal ediyorsunuz diye soruyorum “Yok hiç konuşmadık eşimle ten renklerini” derken eşi araya giriyor. “Anlatıyorum ya kıvırcık saçlı, sarışın diye.” “Yok” diyor “sarışın demedin.” O arada çocuklarının ten renklerini konuşmadıklarını fark ediyorlar. Şule Hanım çocuklarının ten renklerini anlatıyor Lokman Bey'e. Biz de kör bir babanın çocuklarının ten rengini öğrenişine şahit oluyoruz. Bana bir babanın doğumdan sonra çocuğunu ilk kez görmesi gibi geliyor bu an. Lokman Bey keyifle gülümsüyor “Demek beyaz tenli. Lemi Can daha mı beyaz? Vay zibidi vay.”
Deniz benim için sessizlik
Görmediği şeyleri 11 yaşına kadar görmüş olduklarından yola çıkarak anlamaya çalışıyormuş Lokman Bey. Mesela renkli televizyon yokmuş o zaman ama sinema varmış. Şimdi renkli televizyonu, televizyonda sinema gibi canlandırıyormuş gözünde. Peki ya görmedikleri? Mesela deniz. Denizi hiç görmemiş olması gerekir. “Evet görmedim” diyor. “Enteresan bir imajı var benim için denizin. Bana göre sesin az geldiği yer denizdir. Sağımdan solumdan insan sesleri gelir. Ama denizin olduğu taraf sessizdir. Uçsuz bucaksızlığını da gökyüzüyle mukayese ediyorum.”
Kör olduğumu unutuyorum
Kendisiyle nasıl bu kadar barışık olabildiğine şaşıyorum. “Germemek lazım insanları” diyor. “Öyle insanlar var ki boyum kısa, saçım şöyle, kiloluyum diye problem yapıyorlar.” Şule Hanım araya giriyor. “Sen şimdi evlenmeden önce körlüğünü problem yapmıyor muydun? Ben mesela boyumun kısalığını problem yapıyordum. Bunlar normal şeyler” Lokman Bey gülüyor “Evlendikten sonra noldu? Boyun mu uzadı? Nasıl olsa birini buldum mu diyorsun” Kahkahalarla gülüyoruz. Günlük hayatta zorluk yaşıyordur mutlaka diye düşünüyorum. Bulunduğu ortamda çoğu zaman görüyormuş gibi davranılıyormuş kendisine. “Şu gördüğün diye işaret ederler, ya da şu tarafa dönün, bu tarafa gelin. Bazen ben de görme özürlü olduğumu unutuyorum. Bastonu almadan falan aceleyle çıkıyorum, sonra kör olduğumu hatırlıyorum. Ya ben kördüm bastonumu alayım diye geri dönüyorum.”
Bu işten ekmek yiyorum
“Ben kör olmasaydım okuyamazdım” diyor Lokman Bey. Hangisini tercih ederdiniz? Kör olup bulunduğunuz yer de olmayı mı, yoksa görüp köyde bir hayat yaşamayı mı? Diye soruyorum. “Görmemekten bir zarar görmedim.” diyor. “Ben hakkaten mutlu bir insanım. Ben görseydim de İstanbul'u isterdim, aynı çocuklarımı isterdim, muhtemelen aynı eşimi isterdim. Görseydim Boğaziçi'nde okuyabilir miydim bilmiyorum ama orada okudum. Bir insan Allah'tan daha ne ister. Daha iyi bir işi nerden bulacağım?