Türk el sanatları öylesine büyük bir kültürel miras ki bunu ileriye taşımak zanaatçılar için büyük bir misyon. Yüzyıllardır süregelen motiflerin, işlemelerin aynı tekniklerle tekrarlanması geçmişten gelen bu mirasın sadece varlığını koruyabilmesine yarıyor. Geleneksel el sanatları eğitimi veren bir kurum olan İSMEK, düzenli olarak gerçekleştirdiği Feshane sergilerine farklı bir bakış açısı getirdi. Zanaatçılar ve tasarımcıların birlikte çalışıp geleneksel ve çağdaş tasarımları buluşturduğu ‘Dün-Bugün-Yarın / Emeğin Serüveni’ isimli bir sergi ortaya koydu. Binlerce zanaatçıyı destekleyerek tasarımlarının dünyaya pazarlanmasında önemli bir isim olan British European Design Group (İngiliz Avrupa Tasarım Grubu) Başkanı Karin Beate Phillips, sergiyi görmek için Türkiye’deydi. Türkiye’nin köklü bir kültürel mirasa sahip olmasından dolayı Türk el sanatlarının dünyaya tanıtılması gerektiğine söyleyen Phillips, “Küçük bir ülke olan Hollanda vaktiyle çalmış olduğu minik lale soğanıyla milyon dolarlar kazanabiliyorsa böylesi bir kültürel zenginliğin üzerinde oturan Türkiye’nin yapabileceklerinin sınırı yok” diyor.
* İngiliz Avrupa Tasarım Grubu olarak neler yapıyorsunuz?
Ticari, sürdürülebilir bir üs oluşturmak için uğraşıyoruz. Birlikte çalıştığım insanların tamamı zanaatkar ve bunların hepsi kendi geleneksel işlerini üretiyor. Diğer taraftan da binlerce tasarımcıyla birlikte çalışıyorum. Daha önceden zanaatkarlar hem tasarım yapıyor hem de ürün üretiyordu. Fakat sanayi devrimiyle birlikte artık tasarım kısmı başka bir yere taşındı. Bugün ise zanaatkarın problemi nasıl ayakta kalabilirim ve makineler karşısında nasıl üretebilirim oldu. Biz de 1991 yılından beri 6 bini aşkın kişiye ürünlerin ham maddesini sağlamak ve pazarlama yapmaları için yardımcı oluyoruz. Birçoğu da Avrupa pazarında kabul gördü ve kendilerine fon sağladılar.
ZANNATIN GÜCÜ ORTAYA ÇIKARTILDI
* Türkiye’ye İSMEK bünyesinde ortaya konan eserleri görmek için mi geldiniz?
Evet. 2 sene önce de gelmiştim. Yine zanaat ve tasarımcıların bir araya geldiği bir projeydi. Zanaatçılar ve tasarımcılar yeni bir dil öğrendiklerini söylemişti. Bu bir kez daha burada göz önüne serildi. Burada eserleri sergilenen insanlarda görüyorumki çok istekliler ve çok mutlular. Hepsi hiçbir zaman durmak istemiyor. Projenin devam etmesini istiyorlar. Çünkü evde sıkılarak yaptıkları şeylerin tasarımla nasıl farklılaştığını gördüler. Bu güç aslında o insanlarda bu topraklarda her zaman vardı. İSMEK bunun farkındaydı. Bunu ortaya çıkartmaya çalıştı ve tekrardan iyi olabilirizi gösterdi. Türk İslam sanatlarının harmanlandığı yeni bir koleksiyonunun dünyaya pazarlanması gerektiğine inanıyorum. Burada eserleri bulunanlar üretici değil aynı zamanda sanatçılar.
* Burada gördüğünüz eserlerde dikkatinizi neler çekti?
Burada bir sürü el yapımı iş gördüm. Fakat hiçbirinin altında imza yok. Bir çanta markası plastik poşetlerine dahi imzalarını atıyor. Bugün bizim ya da zanaatkarların öğrenmesi gereken 2 şey var. Bir öncelikle imza ve isim koyabilmek. İkincisi de bunu satışa sunmak ve reklamını iyi yaparak yaşatabilmeli. Burada gördüğüm bir eseri daha sonra gördüğümde hatırlayabilmem için imza oluşturmak gerekiyor.
OLUŞUM SERÜVENİ DEĞERİNİ ARTTIRIR
* İstanbul’un UNESCO tarafından tasarım kenti ilan edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi tarihe dönüp baktığımız zaman İstanbul’un yüz yıllar boyunca kültür için merkez olduğunu görüyoruz. İslam uygarlığı, Romanlar, Antik dünya buradan doğdu ya da buradan geçti. Sadece ticaret için değil kültürel köprü oldu. İstanbul, önemini koruyan şehirlerden biri olarak kaldı. Sanırım birinci olarak da devam edecek.
* Türk zanaatının dünyadaki yeri sizce nedir?
Geçmişiniz olmadan geleceği yaşayamazsınız. Geçmişinizi, kültürel mirasınızı ve kimliğinizi geleceğe nasıl yansıttığınız, aktardınız önemli. Türkiye öncelikle büyük bir İslam Uygarlığı mirasına sahip. Bugün kullanıyor olduğumuz birçok icat geçmiş İslam İmparotorluğu kültüründen geliyor. Eğer küçük bir ülke olan Hollanda vaktiyle çalmış olduğu minik lale soğanıyla milyon dolarlar kazanabiliyorsa kültürel zenginliğin üzerinde oturan Türkiye’nin yapabileceklerinin sınırı yok. Türkiye sadece güncel politikalardan ibaret değil. Geleneksel anlamda çok fazla iş var burada. Bir sürü kültürel kimliğe sahip ve büyük bir kültürel mirası var. Başka hiç kimse de olmayan. Tarihdeki bütün İslam uygarlıklarına baktığımız zaman sizin tekrardan büyük düşünmeniz gerekiyor. Türk zanaatı dünyaya duyurulmalı. İnsanların Türkiye’de gerçekten ne olduğunu anlaması için tekrardan büyük bir etki oluşturmak gerekiyor.
* Bir zanaatın etkisinin büyük olabilmesi için illa çapının da mı büyük olması gerekiyor?
Görünür olmalı. Kendisine bir tarih ilintili omalı. Aynı zamanda somut bir bedene oturtulmalı. Ürünün nelerden ilham aldığı ortaya çıkarılmalı. Çünkü ürünün oluşum serüveni değerini arttırır.
Zanaatkar miras bırakabilmeli
* Günümüzde bir zanaatçı nasıl ayakta kalabilir?
Bazıları ayakta kalmayı başarabilir bazıları başaramaz. Bazıları sadece kendi yapmış oldukları iş içerisinde hapsolur ve bunun farkında bile olmaz. O yüzden bunu görmeli ve bunun içerisinden çıkabilmeli. Uzun yıllar boyunca zanaatkarlar ihtiyaç için çalıştılar. Mesela kendi eviniz için küçük bir halı yaptıyordunuz fakat sarayınız varsa büyük görkemli bir halı yaptırıyordunuz. Sultan Süleyman günümüz kıyafetlerini giymedi ama onun giydikleri de bir zanaatkarın elinden çıkmıştı. Bir zanaatkar büyük müşterileri olursa büyük işler yapacağını bilir. Bir zaaatkar ayakta kalabilmek için müşterisini iyi belirlemeli.
* Zanaatkarın büyük müşteri mi bulmalı sadece?
Bugün zanaatkarı yaşatmak, onu hayatta tutmak gerçekten zorlaştı. Çünkü günlük ihtiyaçlarımızı endüstriyel anlamda tasarımı yapılmış ve makineler tarafından karşılıyoruz. Bu yüzden de zanaatkarın yapmış olduğu ürün farklı olmalı. Zanaatkarın zanaatını ve yaratıcılığını karıştırdığı bir ürün olması gerekiyor. Küçük olmalı ama değeri büyük olmalı. Bu bir miras olmalı. Gelecek kuşaklara devredilmeli. Zanaatkarlar miras için çalışmalı, endüstri için değil.