- Yunus Emre Tozal
Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden boylardan en büyükleri ve tarih sahnesinde en çok görünenler Selçuklular ve Osmanlılardır. 1071’den 13. yy sonuna kadar süren bir dönem olarak anılan Selçuklular, 19. yy’a kadar süren dönemde de Osmanlılar, Anadolu’ya beraberlerinde kendi doğu kültürlerini de taşımışlardır. Üslup olarak öne çıkan özellikler, klasik bir beğeni ve estetik değerlerin oluşmasına zemin hazırlayarak sokak ve mahallelerden ticarethanelere, bedestenlerden hamamlara, kervansaraylardan camilere pek çok alanda erken dönemin mimarlık ürünlerini vermeye başlamışlardır. Bu mimarlık ürünlerinin başında da ‘Bahçe Kültürü’ gelmektedir.
KÂİNATLA MUHTEŞEM UYUM
‘Bahçe Kültürü’, erken dönemden itibaren su ve suyun sağladığı uygarlıkla gündeme gelerek hem Selçuklu ‘da hem Osmanlı kültüründe vücut bulmuş, kent dokusunda özellikle yerini almış, Bursa gibi medeniyet şehirleri inşa edilmesinde önemli öğelerin başında yer almıştır. Hamamlar, çeşmeler, köprüler, konut mimarisi içinde yer alan özel ebeveyn banyoları ve su ögeleri ile su yolları, “bahçeli evler”le beraber anılmıştır. Özellikle İslam kültüründe Osmanlılar döneminde, önceden belirlenmiş katı kurallara uygun bahçeler yaratmak yerine, arazinin koşullarına uygun bahçeler oluşturmak yolunu seçmişler; su kanalları açmak yerine, bahçelerini akarsuların bulunduğu yerlere yapmışlardır. Dolayısıyla İslam geleneğinde bahçe, en başından itibaren coğrafya ve iklimin elverişliliğiyle ilgilidir ve elverişli olduğu kadar da süregelen hayatta yer almıştır. Selçuklularda da bahçe oluşturulmak için çiçekler ve ağaçlar katı bir düzen içine sokulmamış, çeşitli ekler ve müdahaleler yaparak, bahçeye kendiliğinden gelişmiş görüntüsü kazandırmayı tercih etmişlerdir. Örneğin Kâtip Çelebi’ye göre, Selçuklu Sultanı Alaeddin, Konya’da tepelerden inip sulanan bahçelerden geçerek kente doğru akan suyu, kentin kenarında bir su deposuna yönlendirmiş, kentin çevresinde yer alan yemişliklerin (meyve bahçeleri) ve bahçelerin oluşmasını sağlamıştır. Bahçelerin bu kadar gündemde oluşu, bir şehrin ne kadar ilerlediğinin de göstergesi sayılmış, önemli bir imar sistemi olarak o dönem birçok Selçuklu şehri bu bahçelerle imar edilmiştir.
Turgut Cansever’e göre İslam geleneğinde bahçeler, ayetlerde geçen “altından ırmaklar akan bahçeler” niteliğindedir ve evle, kâinatla muhteşem bir uyum içerisindedir. İslamî cennet tasavvurunun unsurları olarak çeşit çeşit meyvelerin ve gölgeli ağaçların bulunduğu, renk renk çiçeklerle şırıldayan suların aktığı bahçeler, hayatın aslî bir unsuru olarak değerlendirilmişlerdir. Nitekim Lale Devri gibi dönemin adının laleden gelişi, güllerle çevrili Güllük (buralarda içilen tütünle zamanla bu ad, küllük adına dönüşmüştür) bahçe yapımının cami avlularında sürekli yapılır hale gelişi bahçelerin hayatın içinde yaşanabilirliğini göstermektedir. 15. Asırda İstanbul’da Okmeydanı çayırları başta olmak üzere birçok mesire yerlerinde tırnaklı hayvanların alınmaması gibi dönem dönem konulan kurallar da bahçeye ve bahçe kültürüne verilen önemi göstermektedir. 15›nci yüzyılda İstanbul’u Osmanlı yapan genç padişah Fatih Sultan Mehmet’in elinde karanfil koklarken resmedildiği yağlıboya tablosu, aslında Osmanlı yönetiminde, Selçuklu yönetimi gibi bahçeye ve çevreye gösterdiği hassasiyeti ve önemi betimler.
Koç Üniversitesi Yayınları etiketiyle raflardaki yerini alan “İslami Bahçeler ve Peyzajlar” adlı kitap, İslam dünyasının bahçelerini incelerken; bu bahçeler etrafında aristokratik zevkin, emperyal ihtişamın ve çok katmanlı bir sembolizmin taşıyıcıları haline gelen bahçelerin varlığını araştırıyor. En başta çevreyi ihtiyaçlara göre düzenleme, doğayı ehlileştirme, toprağın bereketini artırma ve kaynakların dağıtılması için okunaklı bir harita oluşturma gibi daha pratik ve “faydacı” amaçları olan İslami bahçeler, hangi süreçlerden geçerek aristokratik zevkin, emperyal ihtişamın ve çok katmanlı bir sembolizmin taşıyıcıları haline geldiler?
TOPKAPI SARAYINDAN DOLMABAHÇE SARAYINA GEÇİŞ BİZE NE GÖSTERİYOR?
Topkapı sarayından, Dolmabahçe sarayına geçiş, bahçede de doğu kültüründen kopup, batı kültürüne yönelişin bir göstergesi olarak Osmanlı’da tartışılmıştı. Elhamra Sarayı ve Taç Mahal örneklerinde de olduğu üzere İslami bahçeler, dönüştükleri bu evrim karşısında bizlere neler söylemektedir? University of Illinois at Urbana-Champaign’de Peyzaj Tarihi profesörü olan D. Fairchild Ruggles’ın kaleme aldığı kitap, Kurtuba’dan Marakeş’e, Kahire’den İstanbul’a, Tebriz’den Delhi’ye kadar İslam coğrafyasının dört bir tarafından İslam kültüründeki bahçelerin örneklerin yola çıkarak çehar bağ denen dört parçalı plan üzerine yükseldiğini belirtiyor. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı dönemini işleyen kitap, bahçelerin ne amaçla kullanıldığını ve dönem dönem bu amaçların nasıl değiştiğini göstermesi açısından kıymetli bir çalışma. Ruggles, ister şehirdeki mütevazı bir eve ait olsun, ister duvarlarla çevrili ihtişamlı bir saraya, bütün İslami bahçelerin temel ortak noktasının tasarım imkânlarını kısıtlayarak bahçelerin hamilerini ve mimarlarını yaratıcılığa sevk ettiğini ifade ediyor. Konu hakkındaki hacimli literatürün yanı sıra şiirlerden, seyahatnamelerden, tarım kılavuzlarından ve minyatürlerdeki bahçe tasvirlerinden de faydalanan İslami Bahçeler ve Peyzajlar, kapsamıyla etkileyici, öğrettikleriyle aynı zamanda şaşırtıcı. Örneğin Safevi ve Babürlü hanedanları döneminde çokça kullanılmış basamaklı taraça içeren bahçeler, çevresindeki tepelerle ve göller arasında bağ kurulmuş halde her seviye değişiminde farklı su yollarıyla birbirlerinden ayrılmıştı. Ruggles’ın bahsettiğine göre Şalemar Bağı gibi, Nişat bahçelerinden söz eden bahçeler de tamamıyla peyzaj hakkında olup, baş döndürücü zirveleri karla kaplı Himalaylar’dan aşağıdaki gümüşi göle kadar uzanan taraçalarla meydana gelmişti. Dağlar, fıskiyeleri, çadarları, geniş havuzları ve şelaleleri içeren kapsamlı bir hidrolik şemayı andırıyordu. Hidrolik şemaları içeren bu bahçeleri bütünsel bir gözle incelediğimizde, ortaya harikulade manzaralar ve bu manzaraları ayrıcalıklı açılardan seyretme imkânları veren yerler ortaya çıkıyor. Ruggles, 7. yy’dan 20. yy’a değin tarihçilerin İslami diye etiketlediği bahçelerin anlamını, mekaniğini ve verimliliğini tek başına ne dinin ne de kültürün açıklayamayacağı fikrinden hareket ederek bahçenin İslam kültüründeki yerini tespit ediyor.
Ruggles, kitap boyunca Güney Asya ve Müslüman İspanya üzerine daha çok yoğunlaşarak, teorik çerçeve kadar pratik olanın esnekliği arasında özgürce dolaşıyor. Kitapta, İslam dininin özellikle suyla kurduğu teknik ilişki, kadim ve günceli birleştirme kapasitesi eşliğinde gelişen ekonomi politiğin bir imgesi olarak bahçeye de yansıması irdeleniyor ve böylece bahçe kültürünün gelenekle olan bağı ortaya çıkarılıyor. Ruggles’ın yaptığı en önemli işlerden biri, bahçenin imgesel olarak sürekliliği ile gerçek olarak yaşanıp görülebilirliğini paralel okuması elbette…