İbnü’l- Arabî’nin izinde Tevhit Bilgisi

Mustafa Tahralı, İbnü’l Arabi üzerine makalelerini Tevhit Bilgisi adlı kitapta topladı. Arabi’nin eserlerinden yola çıkarak Arabi’yi nasıl anlamamız gerektiğini ayrıntılı bir dille anlatırken aynı zamanda okura Arabi’yi nasıl okumak gerektiğiyle ilgili de yol gösteriyor.

Tevhit Bilgisi / İbnü’l-Arabî ve Fikirleri Üzerine Makāleler /Mustafa Tahralı / Mart 2023 415 sayfa

KAMİL BÜYÜKER

Tasavvuf tarihimiz açısından bir çırpıda okumanın ve anlamanın mümkün olmadığı metinler vardır. Bunlar ilim geleneğimiz açısından şerhe ve izaha muhtaç metinlerdir. İlmi açıdan şerh edildikçe daralan değil, derinleşen bu metinlerden en önde geleni hiç şüphesiz Muhyiddin İbnü’l-Arabi’nin kaleme aldığı eserlerdir. Hicri 560-638 (miladi 1165-1240) yılları arasında yaşamış, özellikle 1223-1240 yılları arasında Şam’da kaldığı dönemlerde kaleme aldığı İslam tasavvufu ve düşüncesinde derin izler bırakan Fütuhatü’l-Mekkiyye ve Fususü’l-Hikem adlı eserlerini burada kaleme alan İbnü’l-Arabi’nin o tarihlerden bugüne yazdıklarını okunagelmiş ve tesiri devam etmiştir.

Tasavvuf Tarihine yaptığı çeviriler, telif eserleri ve yazıları ile büyük hizmet etmiş Mustafa Tahralı Hocanın yeni eseri Tevhit Bilgisi (Kubbealtı neşr. 2023, 415 s.) de özellikle İbnü’l-Arabi hakkında eksik kareleri tamamlamamıza vesile oluyor. Kubbealtı Yayınları arasından çıkan ve Mustafa Tahralı Hocanın kaleme aldığı eser, Hocanın 30 yılı bulan Mesnevi Şarihi ve İbnü’l-Arabi mütercimlerinden Ahmet Avni Konuk’un çalışmalarını merkeze alarak hem Mevlana hem de İbnü’l-Arabi ekseninde yazdığı makaleler, yazılar, sempozyum bildirileri, takrizler ve mülakatlardan oluşuyor.

TASAVVUF METİNLERİNİN SEYRİ

Eserin giriş yazısında tasavvuf metinlerinin neşrinde alınan mesafeyi özetleyen Tahralı, yakın tarihimizde gerçekleşen pek çok kırılmaya rağmen 1950’li yıllarda din, edebiyat ve tarih gibi alanlarda neşredilen eserlere gösterilen ilginin 1980’li yıllarda yeni bir şekil kazandığını belirtiyor. Özellikle 1983 yılında Ahmet Avni Konuk (öl. 1938) merhumun Fusûsu’l Hikem ve Tedbirat-ı İlahiyye Tercüme ve Şerhi çalışmalarına başladıklarını ve rahmetli Selçuk Eraydın’ın yayın masraflarını üstlenmesi ile Fusûsu’l Hikem’in ilk cildini 1987 yılında yayınlamaya muvaffak olduklarını belirtiyor. Tahralı Hoca Ahmet Avni Konuk’un hem Fusûsu’l Hikem hem de Mesnevi-i Şerif üzerine şerh yazmış olmasının bu iki büyük sufinin farklı tevhit ve tasavvuf görüşlerine sahip olduğunu söyleyenlerin görüşlerinde isabetli olmadıklarını ortaya koyduğunu dile getiriyor. Esas itibarıyla 30 seneyi bulan ve eserin içinde yer alan metinlerin de Ahmet Avni Konuk’un şerhlerinden hareket ederek her iki mutasavvıfın temel görüşlerine bir giriş ve başlangıç olmasını temenni ettiğini ifade ediyor.

Kitabın çerçevesini bu doğrultuda çizen yazar eserde bu doğrultudaki makalelerine yer veriyor. Öncelikli olarak İbnü’l-Arabî ve Türkiye’ye tesirleri, eserlerine değinen yazar ardından Fusûsu’l Hikem ve Tedbirât-ı İlahiyye tercümesine değiniyor. Dâvûd-ı Kayseri, İsmail Hakkı Bursevî, Sofyalı Bâli Efendi gibi isimlerin İbnü’l-Arabî tercümelerine değinirken diğer yandan “Fuzulî’nin Şiirlerinde İbnü’l-Arabi”yi de konu ediniyor. “Batı’da Bir İbnü’l-Arabi Uzmanı: Michel Chodkiewicz’e Dair” yazısı ve farklı zamanlarda farklı dillerde kaleme alınmış olan İbnü’l Arabi yazıları da eserin hususiyetini artırıyor.

İBN’ÜL ARABİ’NİN OKUR KİTLESİ

Kitapta yer alan ilk makalede “Tevhit Bilgisinden İmana” başlığı ile İbnü’l Arabi’nin Fusûsu’l Hikem’ini benimseyerek, samimiyetle okuyanların hakikatte neyi bulacakları izah ediliyor. İbnü’l Arabi’nin eserlerinde genel olarak okur profilini ortaya koyan yazar, ilk grubun hiçbir şey anlamadığını kendi kendine veya soran olursa soran kimseye itiraf eden, diğer grubun anladığını zannettiği birkaç cümleden dolayı şiddetle muhalefet eden, üçüncü grubun ise bir şeyler anladığını hisseden, daha doğrusu eserin ana fikrine kapılarak ne anladığını dile getirmekten aciz kalıp şaşkınlık (hayret) içine düşen kimseler olduğunu belirtiyor. İşte bu üçüncü grubun kendilerini birdenbire o güne kadar hiç duymadıkları bir tevhit bilgisi ummanı karşısında veya içinde buluverdiklerini dile getiriyor. Fususu’l Hikem aslında Hz. Âdem’den (as.) son Peygamber Hz. Muhammed’e (sav) kadar bazı peygamberlerin mazhar olduğu “hikmet”leri konu edinmektedir ve her bir peygambere ait “hikmet”i Kur’an ayetleri ışığında çok yüksek bir ilim ve marifetle açıklamaktadır. Ancak yazarın dikkat çekmek istediği husus kitabında merkezinde yer alan “Tevhit”tir. Zira yazar bu durumu şöyle ifade eder:

TEVHİDİ ANLAMA ÇABASI

“İbnü’l-Arabi’nin Fususu’l Hikem’inde hangi konu işlenmiş olursa olsun “tevhit” ana konu olarak okuyucunun kalp ve akıl gözünün önündedir. İnsanoğlu beş duyu ve aklının kendisine verdiği çeşitli izlenim ve bilgiler sayesinde kendisini ve çevresini yani mevcudatı yegâne “gerçek” varlık olarak algılamış ve sadece kalbiyle bir gayb ve meçhul olarak “Allah’a iman” etmişken, satırları arasında kaybolduğu “tevhit ilmi”nin kendisine verdiği bilgi, ona Hakk’ın “tek ve sonsuz gerçek” olduğunu göstermiş, insan denilen beşerin ve içinde yaşadığı mahlûkat âleminin bir “hayal”den, bir “gölge”den ibaret olduğunu “şaşkınlık” ve “hayret” ile anlamaya ve kavramaya başlamıştır.” (s.16-17)

İbnü’l-Arabi’nin bu eserinin her satırında tevhit’in bir yönünü açıklayan bu yüksek bilgi ve marifet karşısında okuyucunun imanını yenileyip “keşif ve müşahede ile marifet tecellileri”ne mazhar olacağını belirten yazar, Mevlevi ayinlerinde bestelenmiş olarak okunan Abdurrahman Camii’ye ait şu dörtlükle sözünü hitama erdirir:

Ben bilmez idim gizli âyân hep Sen imişsin

Tenlerde vü canlarda nihân hem Sen imişsin

Senden bu cihân içre nişan ister idim ben

Âhir şunu bildim ki cihân hep Sen imişsin (s.22)

Farklı zamanlarda, belki de ulaşılması zor metinlerin bir arada toplanmış olması, hem okur hem de İbnü’l Arabi çalışmaları yapanlar açısından ön açıcı olacağı muhakkaktır.