Dünyanın dört bir yanında konserler veren Rembrandt Trio, Hollanda Krallığı’nın desteğiyle, Uluslararası Gümüşlük Müzik Festivali Suda Caz Konserleri kapsamında, 28 Ağustos’ta (yarın) müzikseverlerle buluşuyor. Üçlü bu konserde, özgün ve evrensel besteleriyle dinleyenleri müziğin sınırlarının ötesinde müzikal bir yolculuğa çıkaracak. Son albüm çalışmaları İntizâr’ı İranlı şarkıcı Mohammad Motamedi ile kaydeden Rembrandt Trio’nun bu albümünde Farsça ve Türkçe şiirler de yer alıyor. Kutsi Erguner ile daha önce aynı sahneyi paylaşan üçlünün ayrıca Erdal Erzincan ve Türk dinleyicilerinin çok yakından tanıdığı Kayhan Kalhor ile de projeleri bulunuyor.
Evrensel bestelerin üçlüsü
Hollandalı Rembrandt Trio, on beş yıldan uzun süredir birlikte çalan ve kıtalar arası performans sergileyen üç arkadaştan oluşuyor: Rembrandt Frerichs (piyano), Tony Overwater (kontrbas) ve Vinsent Planjer (davul). Onların müzikteki arayışları, tüm sınırların ötesine geçebilmekle ilgili. Müzikal sınırları aramalarında caz eğitimlerinin büyük önemi olsa da; Rembrandt Trio, evrensel müzik yapan ve bu müziği bulmanın peşinden koşan bir üçlü. Rembrandt Trio, 2014 yılından bu yana tarihi enstrümanlar üzerinde yeni sesler aramaya başlamış. Bu arayışta bir piyano üreticisi olan Chris Maene şirketi Rembrandt Frerichs için A. Mozart’ın evinde bulunan 1790 yapımı “Walter” enstrümanına çok benzeyen bir fortepiano üretmiş. Tony Overwater ise bir luthierle birlikte onun hayalindeki sesi verecek bir viyolon arayışına girmişler. Overwater’ın artık, 16. yüzyıldan günümüze taşınarak yeniden üretilmiş bir viyolonu var. Vinsent Planjer ise dünyanın farklı kültürlerine ait vurmalıları bir araya getirerek kendi davul setini yapmış. Üçlü “A Wind Invisible Sweeps Us Through The World” albümlerinin adını Mevlana Celaleddin Rumi’den aldıkları ilhamla koymuşlar. Albümde dünyanın dört bir yanından motifleri bir araya getirerek müziğin büyüsünü ve evrenselliğini yakalamaya çalışmışlar. Maceraperest üçlünün son albüm çalışması ise İranlı şarkıcı Mohammad Motamedi ile geliştirdikleri özel dostluğun ürünü olarak ortaya çıkmış. İntizâr ismiyle müzikseverlerin beğenisine sunulan albüm usta doğaçlamacı Motamedi’nin, ruhani Farsça ve Türkçe şiirlere yaptığı doğaçlamalara Rembrandt Trio’nun batı enstrümanlarıyla eşliğiyle öngörülemez bir müzikal manzara vadediyor.
Müzik derneği kurdular
Rembrandt Trio’nun, diğer ülkelerin müziklerine duydukları merak sebebiyle Tonality isimli müzik dernekleri bulunuyor. Bu sayede, Amerika’dan Ortadoğu’ya uzanan coğrafyada bugüne kadar 60 konser verdiler ve dünyanın pek çok ülkesinden sanatçılarla farklı projeler geliştirmeye de devam ediyorlar. Tonality Music, genç yetenekleri teşvik etmek ve onlara rehberlik etmek için eğitim projeleri ddüzenliyor; doğaçlama ve yaratıcılık üzerine farkındalık konserleri de veriyorlar. Üçlü aynı isimle (Tonality) İspanyolca, İngilizce ve Türkçe yayımlanan bir de müzik dergisi çıkarıyor.
North Sea Jazz Festivali’nden İngiltere’nin ünlü caz barı “Ronnie Scott’s”a dünyanın önemli caz mekânları ve festivallerinde konser veren üçlü Paulo Fresu’dan, Michael Brecker’a pek çok isimle aynı sahneyi paylaştı. Evrensel müzik arayışında dünyanın dört bir yanında 60’dan fazla konsere ve ortak projelere imza atan Rembrandt Trio’nun Türkiye ile de güçlü bağları oluşmuş. Bir kez daha Türk müzikseverlerle buluşacak olan grup sorularımızı cevapladı.
* İlişkiler dâhil pek çok şeyin hızla tüketildiği günümüzde, sizlerin 15 yıllık müzikal birlikteliği söz konusu. Bu birliktelikte, birbirinizi tamamladığınız noktalar ve sizi bir arada tutan nedir?
“Rembrandt üçlüsünün tüm üyeleri müziğimizde farklı ve belirgin roller üstlenirler, bu yüzden uzun bir süre boyunca birbirimize ilham vermeye devam edebilmemiz için müziğimizdeki rollerimize odaklanmak büyük önem taşıdı. Bazen Rembrandt, Osmanlı müziğinden veya Hindistan’dan aldığı bir ritmi getirir ya da basçı Tony, Bach Koral’leri ile gelir, ya da Vinsent erken dönem timpaniler hakkında ilginç bulduğu bir şey anlatır bize. Provalarımızda, getirdiğimiz tüm bu yeni bulguları incelemek için açık bir zihinle yaklaşırız. Bu yüzden gerçekten de üç kişi bu üçlüyü yönlendiriyor sadece bir kişi değil.
* Bu yıl İranlı şarkıcı Mohammad Motamedi ile bir albüm yayınladınız. Albümden kısaca bahsedebilir misiniz?
Birkaç yıl önce Mohammad Motamedi ile tanıştık ve birlikte bazı konserler verdik ve yeni bir dostluk ortaya çıktı. Mohammad, ruhunuza dokunabilen çok iyi ve hassas bir improvisatör. Onunla, Rumi ve Hafez gibi şairlerin manevi yorumcusu ve eski popüler İran şarkılarına ilgi duyan dünyevi bir şarkıcının iki yönünü gösteren bir albüm yapmaya karar verdik. Bazı düzenlemelere keman, viyolonsel ve klarnet ekledik ve Amsterdam’daki ünlü Orgelpark’ın -tarihi kilise orglarının harika bir seçkisine sahip eski bir kilise- kilise orglarından faydalandık.
Osmanlı müziğine odaklanan isimlerle çalıştık
* Coğrafi olarak yakınlık gibi sebeplerle Türkiye’nin İran ile kültür alışverişi söz konusu. Dışarıdan bakıldığında iki kültürün müziği ile ilgili ne gibi benzerlikler mevcut?
Genellikle ses dünyası, ses örgüsü oldukça benziyor. Bu zamana kadar ki deneyimlerimize göre, özellikle de klasik İran müziğinde hala büyük bir yer tutan improvizasyon nedeniyle, İran müziği Orta Doğu’nun en açık ve hoşgörülü müziklerinden biri diye düşünüyoruz. Türk müzik mirası açısından, Kudsi Ergüner gibi sanatçılarla ve daha çok Osmanlı saray müziğine odaklanan müzisyenlerle çalıştık ki bu aslında daha çok yazılı olarak var olan bir müzik türü. Şimdi de Erdal Erzincan ile Türk halk müziğinin folk yönüne girmek gerçekten ilginç.
* Dünyada sanatın pek çok alanında dijital üretime yönelme söz konusu iken, siz çalışmalarınızda duygu bağına ve bu bağ üzerinden üretime önem vermeye devam ediyorsunuz. On yıl sonra müzik dünyasını nerede/nasıl görüyorsunuz?
Çok güzel bir soru! Benim izlenimime göre, canlı müzikteki insan unsurları, tüm bu algoritmalar ve çevrimiçi platformlarla birlikte daha da önemli hale gelecek. Teknolojiyle birlikte, yüz yüze bağlantı kurmaktan daha fazla uzaklaştığımızı düşünüyorum. Bu yaratıcı, şiirsel seslerin, algoritmalar aracılığıyla yaratılan bu teknolojik mesafeden dolayı insanları daha çok ilham vereceğini düşünüyorum.
Türk kültürü çok zengin
* Gümüşlük Müzik Festivali’nde konser vereceksiniz. Türk dinleyicisi ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Türk izleyicisi harika! Genel olarak oldukça genç bir izleyici kitlesi var ve bu da nerede çalarsak enerjik bir atmosfer oluşturuyor. Bunun yanı sıra, Türk kültürü o kadar eski ve zengin ki, Türkiye’de konser verdiğinizde insanlar dinlerken kendi köklerinden parçalar buluyorlar ve bizim içine koyduğumuz tüm derinlikleri, incelikleri çıkarıyorlar, fark ediyorlar. Konserlerden sonra Instagram vb. üzerinden çok sayıda tepki alıyorum ve çoğu zaman oldukça bilgili bireylerden geliyorlar!
TÜRK MUTFAĞI ÇOK GÜZEL
* İstanbul’u gezme fırsatı buldunuz mu? İstanbul denilince aklınıza ilk gelen nedir?
Evet. 2012 yılında Türkiye ve Hollanda’nın diplomatik ilişkilerinin 400. yılını kutladığı dönemde Türkiye’de ve dolayısıyla İstanbul’da turnede bulunduk. İstanbul’u son derece canlı bir yer olarak hatırlıyorum, en çekici, büyüleyici insanların ve tabii ki harika yiyeceklerin olduğu bir yer!
* Sanat ile yemeğin birlikteliğinin incelendiği bir kitapta caz müziği “aşure” ile ilişkilendirilmişti. Aşure içine her ne konulursa konulsun kendine yakıştırabilen bir tatlı. O yüzden aşure yaparken birkaç ana malzemenin dışında, diğer noktalar, yapan kişinin hayal gücüne kalmış.
Evet, iyi bir benzetme. Bu durumda söyleyebilirim ki caz geleneği o kadar güçlü ki, performansçılar bu geleneği içselleştirdiklerinde, gerçekten çeşitli sonuçları harika bir şekilde seslendirebilirler!
CAZ MÜZİĞİ HİNT KÖRİSİ GİBİ
* Siz caz müziğini bir tatlı ve yemek ile anlatabilir misiniz? Yada bir tat veya koku?
Belki de aslında Hint körisi gibi. İçinde birçok malzeme bulunan bir yemek, çünkü hem karmaşıklık hem de basitlik içerdiği için lezzetli bir yemek oluşturuyor.
MEVLANA TÜRBESİNE GİTMEK İSTERİM
* Türkiye’de ilginizi çeken yer neresidir?
Konya! Kesinlikle bir gün Mevlana’nın türbesine gitmem gerekiyor. Ayrıca, erken Hristiyanların antik çağlarda gittikleri küçük toplulukları da ilginç buluyorum; burada havarilerden Pavlus’un bu insanlara mektuplar yazdığı ve şu anda İncil’de bölümleri olan yerler var, örneğin Efes, Kolossai ve Tarsus gibi. Bu manevi insanlar gerçekten, bir sonraki Türkiye ziyaretimizde bu antik kalıntıları görmek için ilham kaynağı oluyorlar.