Hikâyeci, romancı, denemeci: Bir yazar olarak Funda Özsoy Erdoğan

Funda Özsoy Erdoğan, en yeni anlatım imkanlarından da yararlanan, klasik tadı ise hiçbir zaman kaybetmeyen bir yazma biçiminin sahibi. Okuyucuya yük olmayan, yankılanmalarla açılıp ilerleyen, adeta akıp giden bir dil bulmuştur kendine.

Funda Özsoy Erdoğan

ÂLİM KAHRAMAN

Hikâyeyle başladı, denemeler yazdı, son çıkan eseri bir roman. Yayımlanmış altı eseri var Funda Özsoy Erdoğan’ın. Hikayeci, romancı, denemeci dedim; ilk eseri bir çocuk kitabı onun. Ayrıca denemeleri içinde kitap kritik yazıları bulunuyor. Kısaca söylersem edebiyatın çeşitli türlerinde çalışmaları bulunan bir yazar kendisi. Yazar, sıfatını hak eden bir kalem. Yazdığının hakkını veriyor.

Denemelerini Kırklandım (2017) başlığı altında kitaplaştırdı. İki anlamlı bir adlandırma: Kırk yaşıma girdim ilk anlamı. İkincisi arındım, olgunlaştım. 90 kuşağı hikayecileri arasında yer alıyor Funda Özsoy, ilk hikaye kitabı 2007’de çıkmış olsa bile. Bu dönem yazarlarında kelimelerle oynama, bu tür çift anlamlı kullanımlar dikkat çekiyor. Ayrıca anlatım teknikleri üzerinde kafa yoran, cesur denemeler ortaya koyan hikâyeciler onlar. Funda Özsoy Erdoğan da hem anlatım tekniği, hem de üslup bakımından ilk kitabından itibaren gittikçe zenginleşen ve olgunlaşan bir çizgi üzerinde ilerliyor. Yazdıkları ortaya çıktıkça görülüyor ki, türü ne olursa olsun (hikaye, roman, hatta deneme) o, birbiriyle iç içe geçmiş ortak bir örgü oluşturan metinler yazıyor, yazıyla bir dünya kuruyor kendine.

YAZAR KİMLİĞİNİ OLUŞTURAN ESERLER

Mustafa Kutlu’nun Bu Böyledir kitabının belli ki özel bir yeri var yazı hayatı içinde (Kutlu gibi yazmasam da, diyor). “Yazarları” içinde saydığı ikinci isim V. Woolf, özellikle Mrs. Dalloway romanı. Hikayede kendine usta bildiği bir başka isim ise Katherina Mansfield. Tekrar tekrar okuduğu, eserleri başucu kitabı olmuş yazarlar bunlar. Haldun Taner ve başka isimlerle uzayıp gidiyor bu liste. (Kuşakdaşı hikayecilerin ellerinden düşürmediği Oğuz Atay ve Rasim Özdenören’e biraz mesafeli Özsoy.) Aranırsa tüm bu isimlere bağlanabilecek unsurlar bulmak mümkün yazdıklarında. Fakat Alen’in de dediği gibi (Mehmet Kaplan çok sık tekrar ederdi derslerinde bu sözü) Aslanın vücudu yediği hayvanlardan mürekkeptir. Funda Özsoy için de geçerli bu “beslenme” kuralı. O nerelerden gıdalanmış olursa olsun kendine ait bir yazı gövdesi ortaya koymuş yazarlarımızdan. Kaldı ki bir başka açıdan bakarsak onun asıl kaynağı hayat, yaşanmışlıklardır.

Hikayeleri ve romanında psikoloji çok önemli bir yer tutuyor. Fakat neredeyse aynı oranda toplumsal bir boyut içeriyor yazdıkları. Pedagojik perspektiften bakılırsa o açıdan da zengin bir iç değerler dünyasına sahip metinleri. Öğrenilmiş Çaresizlik “davranışçı bir psikoloji kuramının adı”. Hikaye kitaplarından birine ad olmuş. Bu kitapta, uzun bir belediye hattında çalışan 15 F numaralı otobüs ana mekandır. Otobüste bir yolculuk boyunca biraraya gelmiş insanlardan bazılarının iç hayatlarına taşıyor bizi yazar. Onların psikolojik yaşamlarına, mahrem alanlara kadar götürerek tanık ediyor. Çocukluk travmalarının gelecekteki sonuçları üzerinde düşünmemizi sağlıyor sergilediği davranış bozuklukları üzerinden. Bu açıdan baktığımızda yazmanın kendisi de travmatik bir olgu olarak görünüyor. Bir tür sağalma işlemidir yazmak. Alman Psikolog Franz Rupper’in Travma, Bağlanma ve Aile Konstelasyonları kitabını okumak anlaşılıyor ki yazarı yeni algı alanlarına uyandırmış. (Ben yine de sormadan geçemiyeceğim: Acaba ruhumuzu didik didik eden bu kanatıcı ve azdırıcı “bilimsel” teoriler bizi sağaltıyor mu, yoksa sağaltırken bir taraftan da sakatlıyor mu? Bizim medeniyetimizin, insanın acılarla baş etmesinde sunacağı başka bir açı, bambaşka ufuklar yok mu acaba?)

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2022/04/15/06/21/resized_946e8-3c025c8b15555461490103690.jpg

KADININ ETRAFINDA DÖNEN HİKAYELER

15 F otobüsü, psikolojik bir laboratuar değildir sadece. O insanların içinde yaşadıkları toplumsal hayattan küçük bir kesit sunar bize. Buradan girdiğimizde aile, aile içi ilişkiler yanında, sokak çocukları, kadının toplum içindeki yeri gibi meselelere kanat açarız. Çocuk terbiyesinde uygulanan tahakküme dayalı yönteme dikkatimizi çeker yazar. Fiziksel ve psikolojik şiddete uğrayan çocuk ve kadınlar. Onların ciğerimizi delen hikâyeleri. Meselesi olan hikâyeler yazıyor Funda Özsoy Erdoğan. Mutlu hayatların hikayesi olmaz mı? Onun peşinde değil yazar. İyi, güzel ve doğru olana olumsuz örneklerden gelerek işaret etmek istiyor. Ayrıca sanattan didaktik olması da beklenmez. Bunun bilincinde.

Bazı hikayelerde üst dereceli kıvam noktalarına ulaşıyor anlatım.

Hikaye kitaplarında birbirini açan, bütünleyen metinler, hikaye kişilerinin uzun anlatıya açık hayatları, bir çeşit romansal bütünlük atmosferi de kazandırır eserlerine. Buna rağmen, onların “kesinlikle bir[er] hikaye kitabı olduğunda da ısrar”cıdır yazar. “Ben hikâye sevdalısı bir yazarım” der. Yine de son kitabı (Tahakküm) bir romandır. Bildiğim kadarıyla yeni bir roman üzerindedir yazar. Baştaki belirlememe dönüyor ve onun -türü ne olursa olsun- yazdığı metinlerle birinin diğerininin içine doğru uzandığı bir bütünlüğü ördüğünü söylüyorum.

Tahakküm, kurgusuyla, içinde taşıdığı meselelerle, üslubuyla tutturulmuş bir ölçüdür. Meseleler değişmiyor belki, mekan da önceki mekan. Hatta farklı kılıklar içinde olsa bile yüzlerini tanıyacak gibi oluruz kahramanlarının (“Mine Anne” hikayesi romanın geçmişteki bir parçası gibidir adeta). Fakat yeni açılar bulunarak yazılmış, taze ve diri, yepyeni bir eserdir okuduğumuz. Bunun da ötesinde “kırklanmış” olan yazarın üslubu da yeni bir olgunluk kıvamına ulaşmıştır. Sert köşeler, araya giren “bilge” seslerce törpülenmiş olur. Yazarın bu esere kadar katettiği yolu görmek isterseniz, bu son eseri ilk hikaye kitabıyla -Sana Yazdığım Bir Mektup Olsam- karşılaştırın.

Funda Özsoy Erdoğan, en yeni anlatım imkanlarından da yararlanan, klasik tadı ise hiçbir zaman kaybetmeyen bir yazma biçiminin sahibi. Okuyucuya yük olmayan, yankılanmalarla açılıp ilerleyen, adeta akıp giden bir dil bulmuştur kendine. “Dil işçiliğinden ziyade kurgu ustalığı”nın peşinde olmaktan söz ediyor bir konuşmasında. Bence dil işçiliği de diğerleriyle beraber olgunlaşır onda. Artık “ve de”, “ve dahi” gibi kullanımların uzağında bir yerdedir yazar. Dilerim yazarken bir daha kalemine takılmaz onlar.