MEHMET EMİN ÖZTÜRK
Kadınlar… Onlar annelerimiz, eşlerimiz, bacılarımız, kızlarımız… Yeri gelmiş şairlere ilham kaynağı olmuş, yeri gelmiş güfte yazmış, hislerini, duygularını, hayallerini bir şekilde bize aktarmayı başarmışlar. Birçok sanat dalında olduğu gibi musikide de onların izi var. Antik Yunan mitolojisinde flüt çalan kadınlardan, Osmanlı minyatürlerinde tanbur, miskal, ud, bendir çalan kadınlara.
Sosyal hayatta neredeyse tüm alanlarda varlığını hissettiren kadınlar, musiki sözkonusu olunca Türk müziği repertuarında çokça eserleri olmasına rağmen maalesef erkeklerin gölgesinde kalmışlardır. Repertuarımızın ana omurgasını oluşturan eserlerin birçoğu erkek bestekârların eserleridir. Dünya müziğinde de durum bundan farksız. Bugün şaheser olarak kabul edebileceğimiz ve kadınlar tarafından bestelenmiş eserler neredeyse yok gibidir.
Türk müziği repertuarında kadın bestekârların eserlerinin azlığı ve önde görünmemesinin sebepleri arasında ataerkil bir toplum oluşumuzdan ziyade, müzik geleneğimizin yazılıdan çok sözlü olmasına dayandırmak daha yerinde bir tahlil olur.
Kadınların bestecilik gibi üstün yetenek ve detaylı çalışma gerektiren bir alanda ancak çok çalışma ile orta seviye bir noktaya gelebileceğini savunan görüşler olmakla beraber bugüne gelebilmiş eserler ile bu görüşlerin yersiz olduğu aşikar.
OSMANLIDA KADIN VE MUSİKİ
Türk müziğinin eğitimi öteden beri meşk sistemi ile yapılagelmiştir. Usta-çırak ilişkisinin temel alındığı bir gelenek. Osmanlı’da müzik eğitimi, sosyo-kültürel yaşam biçimi nedeniyle erkekler için Enderun’da, kadınlar için Harem-i Hümayun’da ya da saray dışındaki konaklarda hocalardan ders alma şeklinde olmuştur. Sarayda günlük hayatlarının yanısıra değerli hocalardan ders alan cariyeler meşklerde hanende ve sazende olarak görev almışlardır. Nitekim Levni’nin minyatürlerinde sazende ve hanende kadınlar ile erkeklerin bir arada meşk ettiğini görmekteyiz.
15. yüzyılda yaşamış olan Tursun Bey, Fatih’in çocuklarının sünnet düğününü anlatırken cariye muganniyelerden ve çaldıkları sazlardan bahsetmiştir. Yine 17. yüzyılda Osmanlı sarayında bulunmuş Leh asıllı Ali Ufki sarayın harem dairesindeki musiki faaliyetlerinden bahsederken sultanın düğününde sazendeleri ve rakkaseleri detaylı bir şekilde anlatmıştır.
Müzikte belli bir eşiği geçmiş olan sazende ve hanende cariyeler 'kalfa’lık mertebesine yükseltilmişlerdir. Hatta hocalık mertebesine yükselenler de var. Bunlardan en önemlisi ve bugüne eserleri ulaşmış olan aynı zamanda Türk müziğinde deha olarak kabul edilen III. Selim’in hocası Dilhayat Kalfa’dır. Evcara makamında bestelediği peşrev ve saz semaileri sanatındaki inceliğinin göstergesi olarak kabul edilir.
Sultan IV. Mehmet döneminde yaşadığı bilinen Reftar Kalfa bugüne ulaşmış saz eserleri ile Kantemiroğlu edvarında yer alan kadın bestecilerimizden biri. Kantemiroğlu edvarında kalfa olarak anılmadığı için kadın olup olmadığı tartışılmış ancak sözlü geleneğimiz Reftar’ı kadın olarak kabul etmiş ve Kalfa olarak kayıtlara geçmiştir. Adile Sultan, Ayşe Sultan, Bedriye (Şerbetçigil) Hoşgör, Dürr-i Nigâr Kalfa, Esma Sultan, Faize Engin, Fatma Sultan, Gevheri Osmanoğlu, Hadice Sultan, İhsan Raif Hanım, Kevser Hanım, Leyla Saz, Menekşe Kalfa, 20. yüzyılın başlarına kadar akla ilk gelen kadın bestekârlarımız.
CUMHURİYET DÖNEMİ
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde kadınlar sanatsal alanlarda toplum içinde daha da görünür hale gelmiştir. Yasal düzenlemelerle kadınların toplum içinde daha aktif görev almasının önü açılmıştır. Müzik ve kültür politikalarının daha çok Batıya endekslendiği bu dönemde icracı ve bestekâr kadınlarımızın sayısında artış olmuştur. Bu dönemde tamamen kadınlara özgü olması hasebiyle kantoların kadınlar tarafından bestelenmesi ve okunması kadının yeteneğini ve zerafetini bize aksettirmektedir. Ulviye Sultan, Rukiye Sultan, Neveser Kökdeş, Mehves Hanım, Semahat Özdenses, Safiye Ayla, Melahat Pars, Nihal Erkut, Yüksel Kip, Pınar Köksal, Gönül Paçacı ise bu dönemin akla ilk gelen kadın bestekârları.
Âşık Özlem Olgaç: Devletin desteğini hissedemiyoruz
Anadolu’da kadın olmanın zorlukları yanında ozan olmanın daha da zorlu bir durum olduğunu belirten Âşık Özlem Olgaç, kahvehane ortamlarına terkedilmiş olan ozanlığın kadınlar için uygun bir ortam olmadığını, Kültür Bakanlığı’nın âşıklık geleneğini bu geleneğin şanına yakışır ortamlara taşıması gerektiğini ifade ediyor. Anadolu’da ozan olmak isteyen, âşıklık geleneğine ilgi duyan çok sayıda genç kızımızın olduğunu, hem beste hem de güfte üretmede erkeklerden geride olmalarını yeterli derecede destek görmemelerine bağlayan Olgaç, “Genelde toplumun, özelde kurumlarımızın genç kızlarımıza destek olması şart” diyor.