Hayrettin Hoca'dan İslam dünyasına önemli hatırlatma: Emaneti ehline veriniz

İslam Profesörü Hayrettin Karaman, kaleme aldığı yazısında İslam dünyasına seslendi. Karaman, ''Tayin ve nakillerde liyakati ön planda tutmak, olmazsa olmaz şart olarak zorunludur. “Emaneti ehline vermek” elbette gereklidir, ancak ehli nasıl bilinecek ve nasıl bulunacak? Bu sorunun cevabının üç tarafı var: Atayan, atanan hakkında bilgi veren (referans olan) ve atanan. Atayanın başarısı kendi ahlâkı ve sorumluluk duygusuna bağlıdır. Yönetici ‘en uygun olanı’ bulmak için çok kere itimat ettiği kişilere danışır; işte bu ikinci ayaktır. Bu kişiler memleket menfaatini önde tutan insanlar olmalı. Üçüncü ayağa gelelim: Makam hırsı, bağlı olması gereken değerleri aşmamış kimseler, önlerine hangi makam serilirse serilsin layık değil iseler asla kabul etmez'' dedi.

Hayrettin Karaman

İslam Hukuku Profesörü, Yazar Hayrettin Karaman, 'Emaneti ehline veriniz' yazısında Müslümanlara önemli hatırlatmalarda bulundu. Karaman, ''Emaneti ehline vermek” elbette gereklidir, ancak ehli nasıl bilinecek ve nasıl bulunacak?'' diyerek bu sorulara üç taraftan cevap verdi.

Liyakat problemi ile ilgili soruya cevap veren Karaman, ''Liyakatin vazgeçilemez şart olan ahlak yanında bir de bilgi, kanaat ve beceri tarafı vardır'' ifadelerini kullandı. Karaman, yazısını şu şekilde kaleme aldı:

SORU

Devletin yetkili makamlarında bulunan zevatın bir emanet olan devlet görevlerini şahıslara dağıtırken liyakati esas alması gerekmez mi? Bu konudaki eleştiriler ve şikâyetlere ilişkin düşünceniz nedir?

CEVAP

Şu halde tayin ve nakillerde liyakati ön planda tutmak, olmazsa olmaz şart olarak uygulamak zorunludur.

“Emaneti ehline vermek” elbette gereklidir; ancak ehli nasıl bilinecek ve nasıl bulunacak?

Bu sorunun cevabının üç tarafı var:

Atayanın bu konudaki başarısı, kendi ahlâkı, sorumluluk duygusu ve dünya görüşüne dayalı tercihlerine bağlıdır. En uygun (lâyık) olanı tercih ilkesine bağlı olan bir üst yöneticinin bu “en uygun olanı” bilmesi ve bulması için çok kere şahıslara ilişkin kendi bilgisi yeterli olmaz. Zorunlu olarak itimat ettiği kişilere danışır; işte bu, ikinci ayaktır. Bu kişilerin de dürüst, millet ve memleket menfaatini önde tutan, yaptığı iş ile ilgili olarak sorumluluk duygu ve şuuruna sahip insanlar olması gerekir. İyi niyetli yöneticiyi, ahlâkî veya yeterince titiz olmayan beyanlarıyla yanıltan bu ayak da sonuçtan sorumludur, hatta atayandan daha ziyade sorumludur.

Üçüncü ayağa gelelim:

Liyakatin vazgeçilemez şart olan ahlak yanında bir de bilgi, kanaat ve beceri tarafı vardır. Üst yönetici, gerekli danışmaları yaparak kendince meşru ve makul bir karar aldığında, bir icraata yöneldiğinde içtihatlar (bilgiler ve kanaatler) çelişirse en büyük sorumluluğu taşıyan yöneticinin içtihadına uymak gerekir; farklı içtihat ve kanaat taşıyanlar kendi tezlerini ortaya koyarlar, karşı tez kabul edilirse uyan uyar, uymayan affını ister ve çekilir, bozgunculuk yapamaz.

Evet, işte o rüzgârlarla imtihan olmamış insanların liyakatleri de zahirdedir. Nice güzel insan sanılanların, fırsat elverdiğinde belli bir yere kadar saptıran rüzgârlara dayandıklarını, ama rüzgâr biraz daha kuvvetli olunca sağa-sola eğildiklerini, ya tevil bile etmeden veya nefsânî tevillerle meşru olmayanı meşru sayıp edindiklerini, yiyip yuttuklarını görüyoruz.

Hâsılı liyakat konusu, emanetleri ehline verme sorumluluğu büyük bir sorumluluktur. Ancak bu yükün altında yalnız atayan değil, atanan ve tavsiye edenler de vardır.