Hayatımın müsveddesi

"Hayatımın müsveddesini ellerimde tutuyorum, Heyecandan tir tir titriyorum. Bu belki de bana verilmiş en değerli şey. Onu korumaya, düşürmemeye, bir yere çarpmamaya çalışıyorum."

Arşiv.

Servet Sena Sorkun

Her okur bazen hayatının bir roman olduğunu düşünür. Kendine ana karakter rolünü verir ve başlar bölümleri yeniden yazmaya. Hikâyenin sonunun onu nereye götüreceğini merak eder. Hayatı boyunca sevdiklerini, unutmak ve hatırlamak istediklerini yazar durur. Bazen hepsini siler, hayatını baştan ele alır. Kafasında kurar çoğu zaman. Bir kurgunun içinde gölge misali yaşar. Gerçek bir yazar hayatını tüm cesaretle yazabilen biridir de aynı zamanda bu yüzden yaşamının müsveddelerini her daim başucunda tutar. Düşünüyorum da yirmi beş yıllık ömrümün aklımın erdiği son on yılını anlatacak olsam bile, ne çok müsveddem olurdu benim de. Önce tüm iştiyakımla kurmaya başladığım cümleler belirirdi zihnimde. Sonra yazardım onları boş bir levhaya yazar gibi. Yazdıktan sonra vazgeçtiklerim, unuttuklarım, yazmaktan korktuklarım, yazamadıklarım, yazsam da tam olarak anlatamadıklarım üşüşürdü aklıma. Anlardım ki yazmak, sadece cümleleri sıralamak değildi. Yazmak, tüm yaşamını ele almaktı da aynı zamanda.

Bana bunları Nazlı Eray düşündürdü. Cesaretle giriştiği yazı serüveni hem çok çetin hem de onun kendisiyle yüzleşme cesaretini gösteriyor. Nazlı Eray, 79 yıllık hayatının müsveddesini bir roman haline getirmiş. Kaç müsveddesi vardır kim bilir, kaçını okurla paylaşmaya değer görmüştür. Ne de olsa başkasının hayatı dışardan bakana güzel. Hepimiz yaşadığımız hayattan şikâyetçiyiz, fakat ötekiler hep bizden daha iyi bir hayat sürüyorlar. Bu bir yanılsama mı, yoksa daha iyi bir hayatın arayışı mı?

Birçok okuyucu Eray gibi bir büyülü gerçekçilik yazarının hayatının romanını değil, müsveddesini okumayı tercih ederdi diye düşünüyorum. Zira büyülü gerçekçilik, gerçeklikle paralel bir çizgide anılan bir tür. Düşü gerçekliğe dayandırır, fiziki dünyanın yasalarını göz ardı eder. Everest Yayınları’ndan yeni çıkan Hayatımın Müsveddesi, rüyadan gerçekliğe dönüşün bir an meselesi olduğu hikâyeler bütünü. Bu anın içinde aşk, hayal, dram, rüya, romantizm ve en önemlisi de oyun var.

Hayatımın Müsveddesi, ara başlıklarla bir yapboz gibi işlenerek kurgulanmış. Romanı okumaya başladığınızda farklı farklı öykülerle karşılaştığınızı zannediyorsunuz. Ardından birbiriyle örtüşen rüyalar, karakterler ve oyunun ta kendisi, sizi bir roman okuduğunuza ikna ediyor. Eserin tamamında rüyadan gerçeğe dönüş adeta bir an meselesi. Bu yüzden yazarın rüyalarının hayatını oluşturduğunu bir çırpıda kavrayabiliyorsunuz. Yazar dünyaya farkında olmadan kristal bir prizmanın arkasından bakıyor ve bunu metne dökerken okuyucuyu da dahil ederek oyunlar oynuyor. Gerçeğin parçalanmış halini birleştiren Eray, size kendi evreninizi de rüyalarınızla anlamlandırmanızı öneriyor. Benim tüm bölümler arasında çok etkilendiğim, hatta kitap bittikten sonra bile tesirini ruhumda gezdirdiğim bölüm, “Canlı Cenaze-İzmir’e Girememek” oldu. Bir rüyanın içine dahil olduğumu fakat hapsolmuşçasına oradan çıkamadığımı hissettim. Hissetmek az kalır, adeta yaşadım.

Nazlı Eray’ın bu tutkulu metafor-roman kurgusuyla eleştirmenlerden tam not alacağını düşünüyorum. Dostlarımdan birine bu kitabı okumasını tavsiye edecek olsam, kitabı bitirdikten sonra kendisine yönelteceğim ilk soru, onun en çok hangi rüyayı, hangi gerçeği kendine yakın duyduğu olacaktır. Bu anlamda da eser çok heyecan verici.

Yaşlı birinin gençliğini hatırladıkça aklından geçen gürültülü düşünceler, geceleri yazılıp sabahları okunamayan karalanmış anılar, İstanbul’un sokakları, güvercine dönüşüp uçan apartman kapıcısı Mösyö Hristo, Beyoğlu’nun bohemine karışan tüm o tanıdık isimler, göz retinaları, korkular, sevinçler, artık yitirilen insanların hepsi, sonsuz bir yalnızlık ve sabah uyanınca hala yaşadığına sevinmek, hepsi hayatın müsveddesinde.

HAYAT
Türk modernleşmesine bir çıkış yolu olarak: Dergâh mecmuası