PEREN BİRSAYGILI MUT
Şimdiye kadar defalarca çıkmıştır karşımıza, ilham kaynağını İstanbul’dan, bilhassa da Boğaziçi’nden alan romanlar, öyküler, şiirler ya da sanatın farklı formlarındaki eserler. Yahya Kemal’in mısralarının, büyük bestekâr Münir Nurettin’in notalarıyla buluşmasından doğan “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul”u örneğin. Ya da Nedim’in akıllarımıza yer etmiş “Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl ü bahâdır” beyiti. Peki ya Tanpınar’ın Huzur romanının unutulmaz karakterleri Nuran ve Mümtaz’ın Boğaziçi’ndeki o vapur gezileri… “Boğazı mı, yoksa birbirimizi mi seviyoruz?“ Böyle sormuyor muydu Nuran genç adama? Boğaziçi’ndeki her biri farklı bir insan sureti gibi değişik özelliklere sahip yalılarda yaşanan hayatlara, mehtap altında yapılan gezilere… Sonra bütün bu hayatların ve bizzat Boğaziçi’nin kendisinin bir devir kapanıp da yeni bir sayfa açılırken yaşadığı değişikliklere dair ne çok şey okumuşuzdur kim bilir…
YOLU BOĞAZİÇİNDEN GEÇEN EDEBİYAT
Yolu edebiyattan ve sanattan geçen herkesin İstanbul’u ve Boğaziçi’ni de muhakkak sevdiği söylenir o nedenle. Tıpkı Dostoyevski’nin St Petersburg’u, Charles Dickens’ın Londra’sı ya da Victor Hugo’nun Paris’i gibi önemli bir semboldür İstanbul bu anlamda. Çok büyük bir zenginliği ve zerafeti yansıtır bizlere. En önemlisi de edebiyat ve sanatın nasıl büyük sancılar sonucu ortaya çıktığını gösteren izlerle doludur. “Bineyim bir Boğaziçi vapuruna günün birinde…” diye seslenen Sait Faik’in bir kahvehanede otururken tasavvurunda kimbilir kaç kere yazıp sildiği hikayesini, ressam Üsküdarlı Hoca Ali Rıza’nın boyalarla olan mücadelesini yani bin bir türlü emeği ve çileyi fısıldar kulaklarımıza.
Anadolu Yazarlar Birliği tarafından, Sultangazi Belediyesi’nin katkılarıyla düzenlenen ve değerli hocam Prof. Mehmet Hakkı Suçin’in desteğiyle, nacizane göçmen sanatçı ve edebiyatçılarının koordinasyonunu yürüttüğüm “Göçmen Sanatçılar Buluşması”nda hep bunlar geçti durdu aklımdan. 20 Eylül akşamı, dolunay eşliğinde gerçekleşen Boğaziçi gezisine Suriye, Filistin, Mısır, Irak gibi ülkelerden gelen çok sayıda göçmen edebiyatçı ve sanatçı katılmıştı. Örneğin Şam Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin ilk mezunlarından olan, değerli ressam, karikatürist ve yönetmen Eyas Jaafar. Sanatçı bir aileden gelen Jaafar’ın babası Dr. Adeeb Abdel Razzaq Jafar, Suriye ve Arap dünyasındaki çocuk edebiyatının öncülerinden birisiymiş. Eyas Jaafar’in 80’lerin başından beri süregelen sanat hayatı boyunca imza attığı sayısız değerli iş var. Arap dünyasının ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde sergi açmış. Ülkemizde de, 2020 senesinin Ocak ayında Bağımsız Sanat Vakfı’nda “Huzursuz” başlığı altında kişisel bir sergisi düzenlenmişti. Eyas Jaafar, geceye kendisi gibi ressam olan sevgili kızı Rawd ile katıldı. Baba-kızla aynı anda tanışabilme şansı elde etmemiz ne kadar da güzel oldu.
FİLİSTİN’İN SESİ VE YÜZÜ
Filistin asıllı şair ve kültür sanat editörü Necvan Derviş’i de aramızda görmek çok güzeldi. Zira “Arap edebiyatının en büyük yeni yıldızlarından biri “ olarak adlandırılan Derviş’in eserleri 20’den fazla dile çevrildi. Ayrıca Arap dünyasının önde gelen kültür editörlerden. Bağımsız dergilerin ve ana akım günlük gazetelerin kurucu ortaklarından olduğu kadar keskin bir eleştirmen olarak Arap kültür gazeteciliğinin gelişmesinde önemli bir rol oynadı şimdiye kadar. Gecemizin önemli bir diğer misafiri de, Dünya İslam Alimleri Birliği Başkanı merhum Yusuf el-Karadavi’nin oğlu şair, yazar Mısırlı Abdurrahman Yusuf Beyefendi idi. Çok sayıda şiir kitabı olan ve eserleri sayısız dergide yer bulan Yusuf, ayrıca uzun yıllardır Mısır’da ve Arap dünyasındaki çeşitli kültürel seminerlerin de yöneticiliğini yürütüyor.Çok değerli isimlerden bir diğeri de hattat Muhammed Mahuk idi. Uzun yıllar, Halep Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan çalışan Mahuk, dünyanın 53 ülkesini gezerek öğrenciler yetiştirmiş ve hat sanatının en nadide örneklerinden oluşan sergiler açmış. Gerçekten çok değerli bir tanışmaydı bizler için. Suriye, Lübnan ve Avrupa’da çok sayıda kişisel ve toplu sergiye katılan ressam ve yazar Ömer el-Jabin, annesiyle birlikte Gaziantep’ten gelerek katılmıştı geceye. Annesi sevgili Sabah el-Hadidi hanımefendi, ressam, felsefeci ve sanat yönetmeni. Birçok sanatsal projenin yöneticiliğinin yanı sıra, Suudi Arabistan’da kız çocuklarının sanat eğitimine katılımı projesinin başkanlığını yapmış. Sabah el-Hadidi’nin diğer oğlu, Almanya’da yaşayan 2021 İbn Batuta özel ödülü sahibi İbrahim el-Jabin’in de Suriye’nin en önemli romancılarından ve yazarlarından olduğunu belirtmekte fayda var.
ŞEHİR DIŞINDAN GELEN MİSAFİRLER DE VARDI
Gaziantep ‘ten katılan diğer misafirlerden Alaaddin Hüsso ise, Suriye asıllı kıymetli bir öykü, roman, tiyatro yazarı ve medya mensuplarındandı. Anadilinde çok sayıda kitabın yanısıra, Türkçe’den Arapça’ya tercüme edilmiş iki kitabı var. Ayrıca şu anda Türkiye’den yayın yapan Radyo Fecr’in direktörlüğünü yapıyor.
Suriye asıllı yazar, sosyolog ve gazeteci sevgili Ahmad Mazhar Saadou, sosyolojik ve kültürel konularda yazdığı kitaplar ve çok sayıda makalenin dışında mülteci sorunları ile ilgili çalışmaları ile tanınan değerli misafirlerimizdendi. Arap Dili ve Edebiyatı uzmanı sevgili Mahmud el-Wahab’ın 1 romanı ve 4 öykü kitabı bulunuyor. Kendilerini daha yakından tanımak büyük bir mutluluktu.Değerli Özbek yazar Nurullah Muhammed Raufhan da Boğaziçi’ndeki tekne gezisinin misafirleri arasındaydı. Suriye asıllı Prof Dr. Eşref el-Barudi ve kıymetli eşi yazar Hanıma el-Müfti ile olan sohbetlerimiz de çok değerli bir anı olarak kaldı zihinlerimizde. Ayrıca Jsoor Araştırma Ensitütüsü’nden değerli arkadaşlarımız Suriye asıllı Vael Elvan ve Filistin asıllı Yaken Alghoul, İstanbul’dan yayın yapan Syria Tv’den yazar ve kültür sanat editörü Ahmed el-Nasır, Harmoon Araştırma Merkezi’nden yazar Samir Abdullah da misafirler arasındaydı.
Belki de kaleme aldığım en zor yazılardan birisidir bu zira isimlerini sayamadığım öyle değerli sanatçı ve yazarlarla birlikte teneffüs ettik ki o gece Boğaziçi’nin havasını. Suriye asıllı ressamlar Khayyam Zeydan, İbrahim Hassoun, Ahmed Raaed, Mısırlı şair ve tercüman Ahmed Zekeria ve sevgili eşi Melek Özdemir Zekeria, Suriyeli yazar Muhammed Zaal el-Selam, Suriyeli yazar ve yayıncı Muhammed Mansur, Iraklı yazar Sami el-Bedri, Suriyeli yazar Muhammed Hac Bekri, Suriyeli yazar ve akademisyen Muhammed el-Nimr ve Filistinli İkram ebu Samira gibi pek çok değerli dostumuz bizimle birlikteydi. Bu güzel buluşmanın öyle büyük çağrışımları vardı ki hepimizin kalplerinde. Türkiye’den katılan değerli arkadaşlarımızla birlikte, sanat ve edebiyatın, insanın özgürlük arayışındaki öncü rolünü gördük bir kez daha. Şair Nuri el-Cerrah’ın “Şam yolunu yitirmek için çıkmadım Şam’dan” diye seslendiği Şam şehrine geri döndük hep birlikte, Halep’e gittik, Hama ve Deir Zor sokaklarında gezdik. Kendi halkının üzerine hiç gözünü kırpmadan bombalar yağdıran katil bir diktatörün fikirleri öldürmeye asla muktedir olmadığını, olamayacağını, sanat ve edebiyatın gücü karşısında aslında ne kadar aciz olduğunu hissettik sarsılarak. Kudüs’ün tarihi mahallelerine, Gazze’ye, el-Halil’e misafir olduk. Necip Mahfuz romanlarından aşina olduğumuz Kahire sokaklarında dolaştık. Fuzuli’nin Bağdat’ında seyahat ettik, Beyt-ül Hikme’nin havasını teneffüs ettik. Buhara ve Semerkant’ın büyülü atmosferine bıraktık kendimizi.