Gazze’yi birliktelik çocukları uçurtmalar iyileştirecek

Filistin Sağlık Bakanlığı Ruh Sağlığı Birim Başkanı Psikiyatrist Dr. Samah Jabr, “Travma, ayrılık, yerinden edilme durumu yaşayan çocukların uçurtma uçurmayı sevdiğini gözlemledik” derken Gazzeli yetişkinleri ise bireysel değil toplu terapinin yaraları sarmada daha etkili olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Filistinliler’in deneyimi ise kolektif bir deneyim. Her Filistinli’yi terapi koltuğuna oturtamayız. Toplum olarak, meslektaşlarımızla, ailemizle, bizimle benzer deneyimi yaşayan kişilerle birlikte iyileşmemiz gerekiyor.”

Fatma Matur
Arşiv.

Bu hafta Filistin Sağlık Bakanlığı Ruh Sağlığı Birim Başkanı Psikiyatrist Dr. Samah Jabr ile röportaj yaptım. Kudüs’te doğup büyüyen ve Al Quds Üniversitesi Tıp Fakültesinde mezun olan Samah Jabr, Filistin’in ilk kadın psikiyatristlerinden. Samah Jabr, akademik alanda Filistinliler’de özellikle çocuklarda uzun süreli travmanın etkileri üzerine yayınlar yapıyor, bir yandan da kliniğinde hasta kabul ediyor ve Sağlık bakanlığındaki görevine de devam ediyor. Dr. Samah Jabr ile soykırımın bir toplum üzerindeki uzun süreli psikolojik etkilerinden, olası bir ateşkes sonrası (ki ben röportajı bu satırlara aktarırken ateşkes haberi geldi) Filistinliler’in mental olarak nasıl iyileşebileceğine kadar birçok şeyi konuştuk.

Dr. Samah Jabr

Şu an Filistin’de kaç psikiyatrist var? Gazze’de hiç var mı?

Gazze’de birkaç tane var, Filistin genelinde Tıp Kurulu’ndan lisanslı 35 psikiyatrist mevcut. 2 psikiyatrist yakın zaman önce Gazze’den ayrıldı, 2 psikiyatristi Kovid’den kaybettik. Bu 35 kişiye emekli olmuş psikiyatristler dahil.

İsrail’in kontrol noktaları dahil bir çok yöntemle operesyonun varlığını psikolojik olarak sürekli hatırlattığını biliyorum. Soykırımdan önce, İsrail’in hem psikolojik hem fiziksel işgali altındayken sıradan bir gününüz nasıldı?

Filistin’de işgalin farkında ve bilincinde olmadan bir an geçirmeniz olanaksızdır. Benim işimde işgalin varlığı daha da belirgin çünkü ben Kudüs’te yaşıyorum ve Batı Şeria’da çalışıyorum, yani iki gerçeklik arasında gidip geliyorum. Kudüs’ten Batı Şeria’ya ya da tersine geçerken kontrol noktalarında bolca zaman geçiriyorum. Batı Şeria’da bile Ruh Sağlığı Hizmetleri’nin başı olarak işim, gözlem yapma ve denetleme amacıyla bir şehirden diğerine geçmemi gerektiriyor ve yine kontrol noktalarından geçiyorum. Bu geçişlerde işgalcilerin yerleşim yerlerini görüyorum, otobanda işgalcilerin saldırılarına maruz kalıyorum, Filistinlilerin köylerinin giderek küçüldüğüne ve işgalci yerleşimlerin genişlediğine şahit oluyorum. Kudüs’te her zaman büyük bir baskı, İsrailliler ve Filistinliler’in karşılaşmalarında bir düşmanlık var. Tabii Gazze’deki benzeri görülmemiş zulmün yanında bunların lafı olmaz ancak 7 Ekim’de zulmün artışından önce Gazze’ye giderdim ve Erez kontrol noktasından birkaç kez geçtim. İlk geçişimde, Gazze’den gelen işçilerin, evlerini geçindirmek için çalıştıkları yerleşim yerlerine geçiş yapabilmek amacıyla sonu gelmez kuyruklara girip beklediklerini görünce, Erez kontrol noktasıyla ilgili bir yazı yazıp orayı bir kölelik portresine benzetmiştim.

Gazze’de tek kollu tek bacaklı insan görmek çok normal

Gazze’deki koşullar çok zorluydu. Gazze’ye daha iyi zamanlarında gittiğimde tek bacakla, tek kolla yürüyen insanlar görmek çok olağandı. Bunlar Filistinliler’in sürekli bombardıman altında ve hedef olmasının sonucuydu. Dönüş yürüyüşü (2018 yılı) sırasında insanları dizlerinden ve gözlerinden vurdular ki daha fazla engelli Filistinli olsun. Yani evet, en eski işgal anılarıma baktığımda, sanıyorum 82 yılıydı. 6 yaşındaydım. Bir gün uyandığımda annemle babamı ağlarken bulduğumu hatırlıyorum. Lübnan’da Sabra ve Shatila mülteci kamplarındaki katliamın (1982 yılında İsrail’in Filistinli mülteci kamplarında 3500’e yakın Filistinli’yi öldürmesi) haberini dinliyorlardı. O zaman şunu merak ettiğimi hatırlıyorum. Bizi bu kadar üzgün ve sürekli yas tutan insanlar haline getiren şey nedir? O yaştan sonra gazeteleri okumaya başladım ve işgale ilişkin farkındalığım hep vardı. Sorunuza dönecek olursam, şu an sıradan bir günümde çok şükür ki işim bana önemli bir manevi ödül veriyor çünkü biliyorum ki bize karşı tüm bu zulüm ve şiddetin amacı bizi ümitsizlik hissiyle donmaya sevk etmek. İnsanları bombalamanın, öldürmenin, kontrol noktalarının, askeri yasaların ve hapishanelerin politik amacı bu. Ümitsizlik felaketine düşmemizi sağlamak. Olabilecek en kötü şey bu ve işim bunu hissetmemi önlüyor çünkü her zaman birilerine yardım etme fırsatı görüyorum. İnsanların iyileşmesine yardım etmenin işgale ve politik şiddetin nihai hedefine karşı çıkma çabasında bir damla olduğuna inanıyorum. Bu benim için önemli bir kaynak. Filistin’de doktorlara ve psikiyatristlere çok ihtiyaç var ve çok çalışıyorum. Çocuk ve ergenlerde intiharın önlenmesine yönelik ulusal ruh sağlığı stratejileri planlıyorum. Ve aynı zamanda klinikte hasta insanlarla çalışıyorum.

Fiziksel yok edemedikleri için psikolojik olarak yok etmek istiyorlar

Peki, bu çalışmalarınızı da soracağım ancak öncelikle Batı tarzı açıklamaların, tanımların yeterli olmadığı bazı terimlerden bahsetmek istiyorum. Örneğin, siz işgalin yalnızca toprağın kontrolü değil, Filistinliler’in bedenleri ve zihinlerinin kontrolü anlamına geldiğini söylüyorsunuz ve herkes Filistin’i özgürleştirmekten bahsediyor ancak benim için Filistinliler’in zihinlerini özgürleştirmek daha önemli diyorsunuz. Yani sizin bakış açınızla işgal ve özgürlük ne anlama geliyor?

Evet, İsrail söz konusu olduğunda işgal deyince onlar toprağın tamamen boş olmasını istiyorlar. Her Filistinli’yi öldürüp yerinden edemezlerse ki çoğunu öldürüp yerinden ettiler, kalanları insan gölgelerine dönüştürmek istiyorlar. Dolayısıyla tüm bu zulüm ve kontrol araçlarıyla, insanların işgale karşı yanıt verme, eyleme geçme isteğini, yollarını ve kapasitesini kaybetmesini amaçlıyorlar. Benim için işgalin psikolojik yönü bu. İşgal yalnızca toprak ve askeri kontrol demek değil, aynı zamanda kültürümüze, dinimize, fikirlerimize, psikolojimize de saldırıyorlar. Amaçları bizi yok etmek. Bizi fiziksel olarak yok edemedikleri için, psikolojik olarak yok etmek istiyorlar. Bu durumda, Filistinliler’in yaralı psişelerini yeniden inşa etmeye, rehabilite edip iyileştirmeye yönelik her katkı, bir özgürleştirme eylemidir. Filistinliler’in kimlikleriyle, kültürleriyle bağlantısını devam ettirdiğimizde, Filistin topluluğunun hasarlı sosyal kumaşını, yaralı bireyleri iyileştirmeye ve psikolojik olarak desteklemeye çalıştığımızda, işgalin nihai hedefine karşı çıkıyoruz demektir. İnsan gölgeleri haline gelmiş bir topluluk oluşturma amacına.

Hayatın her alanına sızan bir travma

Peki Post Travmatik Stres bozukluğu (PTSB) ve travma Filistinliler söz konusu olduğunda ne anlama geliyor? Çünkü DSÖ kriterlerinin Filistinlilere uygulanabilir olmadığını söylüyorsunuz.

PTSB savaşa giden ve daha sonra evinin güvenli alanına geri dönen bir askerin deneyimini tanımlar. Bu kişiler anılarından, zorlayıcı düşüncelerden, kabuslardan muzdariptir ve güvende oldukları halde hipervijilans (sürekli tetikte olma durumu) yaşarlar. Bu Filistinliler için asla geçerli olmadı çünkü biz hiçbir zaman güvende değiliz, bizim için sonrası (post) yok. Filistinliler için travmanın net bir başlangıcı da sonu da yok. Nereye yüzümüzü dönsek, her yerde travmatojenik bir ortam var. Bence bunun için en iyi tanım kolonyal travma. Kolonyal, kolektif, kümülatif ve nesiller arası, tarihi bir travma söz konusu. Bizim yaşadığımız bu. Tüm yaşamımız boyunca süren ve yaşamımızın her yönüne, ayrıntısına sızan bir travma. İnsanlar yalnızca kendilerine olanlardan değil, babalarına, komşularına, sınıf arkadaşlarına, Nakba felaketini yaşamış, evlerinden sürülmüş büyükbabalarına olanlardan da etkileniyor. Bunların tümünü PTSB tanımı karşılayamaz. Dolayısıyla, PTSB tedavisine yönelik terapötik girişimler, Filistinli bireyler söz konusu olduğunda yeterli ve uygun olamaz.

Bunu biraz daha açar mısınız? Ruh sağlığı alanında Batı kaynaklı tedavi girişim ve yaklaşımlarının Filistinliler’i tedavi etmek söz konusu olduğunda geçerli olmayacağını çünkü kişinin rahatsızlığına katkıda bulunan politik durumun ayrı tutulamayacağını söylüyorsunuz. Bir Filistinli’ye psikolojik ve psikiyatrik tedavi yaklaşımı nasıl olmalı?

Eğer Filistinli bir hastaya Batı yaklaşımı uygularsak, hepsini hastalıklı gibi görürüz çünkü Batı yaklaşımı çevrede olan bitenle, güç yapısı ile, eziyeti ve patolojiyi üreten travmatojenik durumla ilgili değildir. Daha çok kulaklarınızın arasında, beyninizde ne olup bittiğiyle ilgilenir. Bu nedenle yapısal bir şiddete maruz kalan herkesi hastalıklı olarak etiketlemeye başlarız. Zihinlerinde bir sorun olduğunu söyleriz ve onlara ilaç veririz. Filistinliler’e nasıl yaklaşılmalı? Elbette bizim de şizofrenisi olan, bipolar olan hastalarımız var ve onların zihinlerindeki patolojik sürece dikkat ediyoruz fakat bu zihinlerinin dışında olan bitenden ayrı tutulamaz. Onları dinlemeli, dünyayı onların gözlerinden görmeye, deneyimlerini tarif ettikleri şekliyle dinlemeye ve politik bağlamın kişisel sorunlarını nasıl şiddetlendirdiğini anlamaya çalışmalıyız. Kısaca böyle. Ayrıca Batı yaklaşımı çok bireyseldir. Filistinliler’in deneyimi ise kolektif bir deneyim. Her Filistinli’yi terapi koltuğuna oturtamayız. Toplum olarak, meslektaşlarımızla, ailemizle, bizimle benzer deneyimi yaşayan kişilerle birlikte iyileşmemiz gerekiyor. Örneğin hedef alınan gazeteciler; onların bir grup olarak yaşadıklarını beraber atlatması gerekiyor.

Tükenmişlik yaşayan gazeteciler merhamet yorgunluğu yaşayan doktorlar

Gazeteciler, tükenmiş hisseden, yıllardır gözlemledikleri şiddetten merhamet yorgunluğu yaşayan doktorlar, çocuklarını kaybeden anneler, beraber şarkı söyleyen, tüm kayıplarını, çıkarıldıkları evlerini, irtibatı kaybettikleri komşularını, ölen aile üyelerini sembolize etmek ve hatırlamak için birer uçurtma uçuran çocuklar için gruplara ihtiyacımız var. Grup müdahaleleri Filistinliler için daha uygundur. Ayrıca grup terapilerinde kişi alıcı durumda olduğu bir koltuğa oturtulmaz. Terapist ve hasta dinamiği bir grupta aynı değildir. Herkes bir şeyler verip alabileceğini hisseder. Diğerlerine destek, onay, birliktelik sunabilir ve onlardan da bunu alabilirler. Yani daha iyi bir dinamik mevcuttur. Etiketlenmiş hissetmeyi önler ve kendilerini hasta değil yaralanmış olarak gören insanların zihin yapısına uygundur. Grup terapisinde insanlar yeniden bağlanabileceklerini, ait olabileceklerini, kendileri gibi insanlarla yeniden güven inşa edebileceklerini hissederler. Yaşadığımız bu travmanın büyük bölümü insanları kişisel sağ kalımı aramaya yöneltiyor çünkü saldırı altındayız, hedef alınıyoruz. Ben Samah olduğum için değil Filistinli olduğum için hedef alınıyorum, o gruba dahilim çünkü. Birçok kişi, kişisel sağ kalım modunu seçecektir, ben bu gruba ait değilim, işime odaklanıyorum diyecektir. Travma toplumu parçalamayı ve insanların bireyler olarak hayatta kalmasını sağlamaya çalışır. Her birinin ayrı ayrı. Benim toplumu yeniden inşa etme önerimde, buna yani insanların bireysel olarak hayatta kalma çabasında olmasına karşı çıkıyorum. Grup içerisinde sosyal kumaşı iyileştirebilir ve kendimize ve bizim gibi insanlara yeniden güvenebileceğimizi hissedebiliriz. Onlarla diyalog kurabilir, beraberlik hissimizi ifade edebilir ve merhametimizi onlara yöneltebiliriz. Savaş koşullarını hayal edebilirsiniz, Gazze’de insanlar aç bırakıldığında bir somun ekmek için birbirlerini yiyecek ve bireysel olarak hayatta kalmaya çalışacaklar. Bahsettiğim müdahale yöntemi bu süreci bozar.

Uçurtma Gazzeli çocuklar için önemli

Bahsi geçtiği için soruyorum, Filistin’deki çocukların yasla baş etmesine yönelik yazdığınız, terapötik bir grup aktivitesine ilişkin, Gökyüzüyle İyileşme (Healing through Skies) başlıklı bir makaleniz var, bundan bahseder misiniz?

Travma, ayrılık, yerinden edilme durumu yaşayan çocukların uçurtma uçurmayı sevdiğini gözlemledik. Gazze’de küçük bir çocuğun resmini gördük, bacakları çamura batmıştı, yağmur yağıyordu ve gökyüzü dronlarla doluydu fakat çocuk uçurtmasını uçurmaya çalışıyordu. Filistin çocuk edebiyatında uçurtma içerikli bir sürü şarkı, öykü var. Gazzeli Rıfat El Arir’in bir şiiri var.

6 Aralıkta şehit edilen şairden bahsediyorsunuz?

Evet, O diyor ki, “Ben ölürsem, sen yaşamalısın”, ve tabutunu uçurtma şeklinde yapmaktan bahsediyor. Yine İslam edebiyatından biliyoruz ki Peygamberimiz (a.s), destekçilerini, eşini, amcasını kaybettiği hüzün yılının ardından, İsra ve Mirac’ı yaşadı. Bu seyahati Burak isimli bir hayvanın üzerinde yaptı. İnancımız, kıssa bu yönde. Dolayısıyla biz uçurtmaları göğe yükseltmenin, küçük bir alanda hapsolmuş ve kontrol altındayken bize bir yol açtığını gözlemledik. Bir uçurtmayı hareket ettirebilirsin, onunla oynayabilirsin, çevreni genişletebilir, kontrolün bir kısmını geri kazanabilirsin. Çocukların bir araya gelip, işbirliğiyle beyaz kumaşlardan uçurtma yaptığı bu etkinliği düzenledik. Kumaş üzerine istediklerini çizdiler, yazdılar, uçurdular ve sonra bunun üzerine onlarla konuştuk. Bu yerlerinden edilmiş, ailelerini kaybetmiş çocuklar için bizim birinci seviye müdahalemizdir. Bu müdahale sırasında duygusal regülasyon sorunu yaşayan, içine kapanık, işbirliği yapmayan kişiler görürsek, triyaj yapacağız ve onları bireysel terapiye göndereceğiz. Fakat önceliğimiz bu şekilde toplumsal müdahaledir. Bu, buranın kültürüyle, politik deneyimiyle bağlantılı, kolektif ve maliyet etkin bir yöntemdir ve kimin bireysel tedaviye ihtiyacı olduğu triyajını yaparken ilk adımımız olacaktır.

Yardım sunan doktorlar travmatize oldu

Şu an Gazze’de Ruh Sağlığı Hizmetleri ne durumda? İnsanların bu anlamda herhangi bir hizmete erişimi var mı?

Uygun ruh sağlığı hizmetini sunmanın önünde birçok engel var. Öncelikle şunu söylemek isterim, 14 aylık soykırım öncesinde, mütevazı fakat çok etkili bir ruh sağlığı hizmet sistemini birinci basamakta ve okul ortamında kurmuştuk. Bir psikiyatri hastanemiz ve 6 hükümete bağlı toplum ruh sağlığı merkezimiz vardı ve çok sayıda STK da psikososyal destek sunuyordu. Soykırımın ilk haftalarından itibaren bunların hepsi yıkıldı. Ciddi psikiyatrik bozuklukları olan ve bu sisteme bağlı kırk bin hasta terapistleriyle hiçbir bağlantıları, hiçbir ilaca erişimleri kalmadan ortada kaldı. Bu insanlara ilaç iletmeye çalışıyoruz. Yardım sunan meslektaşlarımız da travmatize oldular, ailelerini, evlerini kaybettiler, üzerlerinde kıyafetleriyle oradan oraya gidiyorlar, onların da işlerini yapabilmesini beklemek çok zor. Yine de deniyorlar. Toplantılar yapıp, listeler hazırlayıp bize iletmeye çalışıyorlar. İnternet ve elektrik olmaması da onları desteklememizi zorlaştırıyor. Koşullar çok kötü.

Anneler böyle bir dünyaya çocuk getirdikleri için pişman

Filistinliler arasında yeme bozukluklarının çok arttığını okudum. Gazze’dekiler açken yemeyi reddeden gençlerin çoğaldığını. Başka hangi psikiyatrik sorunlar sıklıkla görülüyor?

Önceki rahatsızlıkların tekrarı, depresyonun kötüleşmesi, anksiyete, psikoz, yaşamla ilgili nihilistik düşünceler, intihar düşünceleri, yas tepkileri, travma tepkileri mevcut ve hamile veya yeni doğum yapmış kadınlar görüyorum. Bu güvensiz dünyaya çocuk getirdikleri için pişmanlık ve suçluluk hissediyorlar. Ayrıca işkencenin korkunç psikolojik sonuçlarını görüyorum. Bazen doğrudan işkenceye maruz kalan kişiyi değil, onun bir yakınını görüyoruz, örneğin, işkence görmüş bir babanın kızı geliyor. Babası eve dönmüş, ancak normal davranmıyor, ruh hali, davranışları değişmiş, kızında da buna reaksiyon olarak panik ataklar ya da yeme bozukluğu gelişmiş oluyor. Ebeveyn rolünü almış çocuklar görüyoruz, çünkü anne babaları yok ya da hasta. Özellikle Gazze ve Batı Şeria’da 10 yaşında çocukların, omuzlarında 60 yaşında bireyler gibi yük taşıdığını, kardeşlerini doyurmak, ailesine seker, un almak için sabahtan akşama kadar çalıştığını görüyoruz.

Filistinlilere bakıp kendilerinden utanmalılar

Biliyorum kıyas bile yapılamaz ama sizi dinlerken dahi bir çaresizlik hissediyorum ve bir şekilde yardım etmek isteyen herkesin de böyle hissettiğini biliyorum. Bu dolaylı travmayla ve çaresizlik hissiyle nasıl baş edebiliriz?

Dışarıdakilerin ne yapması gerektiğine ilişkin bu sorunun muhatabı ben mi olmalıyım bilmiyorum ancak Filistinliler pes etmiyorsa, siz neden pes edesiniz, Filistin’de olmayanlar neden pes etsin? Hayatta kalmak, savaşmak ve direnmek için çaba gösteren Filistinliler’e bakıp umutlanmalılar belki de. Çaresizlik hissine teslim olursak, ardından bir sürü negatif his, suçluluk ve depresyon gelir. Değerlerimiz, yaşam amacımız doğrultusunda çabalamaya devam etmeliyiz. Nihayetinde yaptığımız işleri sonucuyla değil, hedefimize giden yolculukla, yolla değerlendiriyoruz. Hedefi gerçekleştiremesek bile, önemli olan ona giden yolculuk. Doğru olanı yaptık mı, kimseye zarar vermeden kendi değer sistemimize sadık kaldık mı? Öyleyse hedefimize varamasak da yolculuğun kendisi bizim için tatmin edici olur. Bu, İslami düşünceye de bu şekilde sinmiştir. İnsanın yükümlülüğü çabası üzerinedir, nihai hedefe ulaşamasa bile.

Dünyanın acımasızlığına karşı merhameti hatırlatmak

Bu sözleriniz bana aynı zamanda Filistin konteksti içinde Sumud kavramını anımsattı. Sumud nedir ve bireysel olarak Sumud yolları nelerdir?

Sumud, Filistinlilerin kullandığı ve anladığı biçimiyle hem psikolojik dayanıklılık hem de direnme eylemi demektir. Yalnızca bir zihin yapısı, psikolojik sağlamlık, olma hali değildir, eylem kökenlidir. Hem bireysel hem de kolektif bir yaşam tarzını ifade edebilir. Kişisel olarak toprağımızda köklenip kalmak, insanlara hizmet etmek, azimli olmak ve dünyanın bütün acımasızlığına karşın merhametli ve empati sahibi olmak. Bizim bireysel Sumud anlayışımız budur. Kolektif sumud ise bu hissi başkalarına yaymak, onları desteklemek ve toprağımıza bağlı kalmayı içerir. Bir Filistinlinin mental görüntüsü, Sumud’un mental görüntüsü, yeryüzüne, toprağa tutunmuş, birçok fırtınaya karşı koymuş, kökleri sağlam bir zeytin ağacının görüntüsüdür. İşgalcilerin taktiğini, stratejisini anlıyoruz biz. Bıkmamız, ölmemiz, yeter deyip toprağımızı terk etmemiz ya da kişisel sağ kalımımıza odaklanıp başkalarıyla bağlantımızı koparmamız için hayatı çekilmez hale getiriyorlar. Bu hedeflere karşı yapılan her şey, her eylem Sumud’dur. Her Filistinli size bu kavramdan bahsedecektir. Kelimenin kökeni Allah’ın isimlerinden birine dayanıyor sanırım, Allah-us-Samed. Bunun anlamı nihai koruyucudur. Yani Sumud, bu isimden köken alır, kendimizi koruduğumuzda, diğerlerini de koruruz.

Adaletin olmaması insanı psikolojik olarak hasta ediyor

Son olarak şunu sormak istiyorum. İnşallah tüm bunlar sona erdiğinde ve bir ateşkes imzalandığında, kolektif bir iyileşme nasıl sağlanabilir ve Gazze’nin hem diğer alanlarda hem ruh sağlığı alanında yeniden inşa edilmesine uluslar arası toplum nasıl katkıda bulunabilir?

Bence Filistinliler’in iyileşmesi birçok etkene bağlı. Fakat bunların arasında bir şey çok önemli. O da adalet ve adalet hissinin bir şekilde sağlanması. Adaletin olmaması insanları psikolojik olarak hasta ediyor. Uluslararası toplum Filistinliler için adalet sağlama çabasını sürdürerek Filistinliler’in iyileşmesine katkıda bulunabilir. İsrail’in, faillerin bir bedel ödemesini, peşlerinin bırakılmamasını sağlayarak katkıda bulunabilir. İnsanların psikolojik olarak iyileşmesi için bu çok önemli, bu olmadığında tüm çabalarımız palyatif düzeyde kalıyor, önemli ölçüde değişim sağlamıyor. Az önce nihai hedef, değer sistemimiz ve hedefe ulaşmak için gittiğimiz yoldan bahsettim. Bu zihin yapısı da adaleti görmesek bile sağ kalmak ve iyileşmek için çok önemli bir öğe. Ancak bu, insanların adalet arama ve adalet için çabalama sorumluluğunu kaldırmaz. Adalete ulaşamasak bile, onu aramak için elimizden gelen her şeyi yaptığımıza dair mutmain olmalıyız. Başladığımız noktaya geri döneceğim. Benim tıbba ve ruh sağlığına adalet ve insan hakları yönünden bir yaklaşımım var. Bu ikisi bence insan sağlığı için çok önemli bileşenler. Eşitsizliğin, adaletsizliğin olduğu yerde insan ruhu yaralanır. İnsan psişesini biyopsikososyal kavramsallaştırma yoluyla anlamaya yönelik indirgeyici bir yöntem var, bu yöntem adaleti ve insan haklarını sosyal kısmın önemli öğeleri olarak vurgulamadığımız sürece eksiktir.