Gazetecilik yayıncılığın ikiz kardeşidir

Büyük Doğu ve Yeni Sabah gazetelerinde muhabir olarak gazeteciliğe başlayan Abdullah Işıklar asker dönüşü kendi gazetesi Fetih’i çıkardı. Altmış İhtilali’nde gazeteyi kapamak zorunda kalan Işıklar Babıali’de uzun yıllar yayıncılık ve kitapçılık yaptı. Işıklar, “Ben gazetecilikle yayıncılığı ikiz kardeş gibi görürüm. Fikirler gazetelerde yazılır kitaplarda ise kalıcı hale gelir. Bu yüzden gazetecilikten yayıncılığa geçmeyi farklı görmüyorum” diyor.

Ayşe Olgun
Abdullah Işıklar

Abdullah Işıklar’ın Babıali’ye yolu gazetecilik bölümünde öğrenciyken düşmüş. Polis muhabiri olarak 1950’li yılların başında Necip Fazıl Kısakürek’in çıkardığı Büyük Doğu gazetesinde çalışmaya başlamış ardından da Sefa Kılıçoğlu’nun sahibi olduğu Yeni Sabah gazetesinde işe alınmış. Askerlikten sonra ise Fetih gazetesini kurmuş. Altmış darbesinden sonra davalardan iyice bunalınca gazeteyi kapatmış. Bilen bilir 2000’li yılların başına kadar Abdullah Işıklar Kitabevi’ni. Çatalçeşme Sokağı’nda merdivenle inilen küçük bir dükkandı ama her daim kalabalık olurdu. Babıali’ye yolu düşen üniversite hocalarının, yazar ve okurların uzun yıllar buluşma adresiydi ancak 2000’lerin başında kapandı. Işıklar şimdi dostlarıyla Cuma günleri ikindiden sonra Beşiktaş’taki bir çay bahçesinde buluşuyor. Işıklar’la o çay bahçesinde bir araya gelip Babiali’nin yetmiş yıl öncesine yolculuk yaptık.

Yayıncılıktan önce gazetecilik yaptınız. Nasıl başladınız mesleğe?

Malatya Arapgir’liyim. Gazetecilik okumak için İstanbul’a geldim. O zaman gazetecilik bölümü İktisat Fakültesi’ne bağlıydı. Ben de gazeteciliğe kaydımı yaptırdım hem okuyor hem de çalışıyordum.

İlk çalıştığınız gazete hangisi?

Mesleğe 1952’de Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu gazetesinde başladım. Büyük Doğu bir dönem günlük gazete olarak çıktı işte o zaman ben de orada polis-adliye muhabirliği yapıyordum.

Kimler vardı hatırlıyor musunuz?

Valiliğin karşısında iş hanının içindeydi işyerimiz. Necip Fazıl başmakaleyi yazardı. Osman Akkuşak kültür sanat sayfasında çalışıyordu. Ben de polis adliyeye bakıyordum.

İKİZ KARDEŞ SAYILIR

Büyük Doğu’dan sonra mı yayıncılığa geçtiniz peki?

Büyük Doğu’dan sonra Yeni Sabah gazetesine geçtim. O dönemin büyük gazetelerinden biri. Muhabirler gazeteye sınavla alınıyordu. Bir gün baktım okulda panoya yazmışlar: Yeni Sabah muhabir alacak diye. Gidip başvurdum. İktisat Fakültesi’nde benim de hocam olan Sabri Esat Siyavuşgil sınav yaptı bizi. Sınavı kazanan üç kişiden biri olarak başladım gazeteye. Sabri Esat Siyavuşgil’in Sabahın Penceresi diye köşesi vardı gazetede. Şükrü Baban başmakale yazıyordu. Cahit Tanyol vardı mesela gazetede bir yazısı çıksın diye gelir giderdi.

Gazetecilikten yayıncılığa nasıl geçtiniz?

Ben gazetecilikle yayıncılığı ikiz kardeş gibi görürüm. Fikirler gazetelerde yazılır kitaplarda ise kalıcı hale gelir. Bu yüzden gazetecilikten yayıncılığa geçmeyi farklı görmüyorum.

NİSA SEREZLİ İLE BİRLİKTE AYNI GAZETEDE BAŞLADIK

Gazeteye sizinle başlayan diğer arkadaşlarınız kimlerdi?

Bizim okulda Nisa Serezli vardı Allah rahmet eylesin onun Fransızcası çok iyiydi diye onu aldılar. Vehbi Taş diye bir arkadaşımız da siteno biliyordu. Beni de adliye muhabiri olarak başlattılar işe. Büyük Doğu’da çalıştıktan sonra 1953 yılında Yeni Sabah’a geçtim. Önce polis-adliye muhabirliği ardından da röportajlar yapmaya, yazılar yazmaya başladım.

Ne tür haberler yaptınız hatırlıyor musunuz?

İsmet İnönü’nün seçimden önce doğu gezisini takip ettim. 1954 seçimlerinde Yeni Sabah gazetesi Anadolu’ya 40 muhabir gönderdi. Ben de doğduğum Malatya’da seçim çalışmalarını izleyip, haber yaptım.Hiç unutmuyorum İnönü, Malatya’da bir açılışı yaparken Mevlüt Yetkin bir telgraf okudu Adıyaman’dan gelmiş. İnönü dönüp ‘burası neresi’ diye sordu. Adıyaman’ın adını hiç duymamış. Gerçi Sezai Karakoç’a bu olayı anlattığımda Adıyaman’ın eski adının sonradan değiştiğini bu yüzden bilememiş olacağını söyl

O dönemde gazeteciliğin şartları nasıldı?

Çok zordu. Para yok simit yiyoruz her gün. Yine o dönemde röportajlarımızı yazılı yapıyoruz çünkü teyp falan yok. Röportajları yazmak kolaydı da asıl zor olan mitinglerdeki konuşmaları not tutup bunları yazmaktı. Çok hızlı yazdığım için kendi yazımı okuyamazdım.

Yeni Sabah’ın yazı işleri ortamı nasıldı?

Daktilomuz hatta bir çalışma masamız bile yoktu. Büyük bir masanın etrafında muhabirler birlikte otururdu ve herkes el yazısıyla haberini yazardı. Yazdığımız haberi istihbarat şefine götürürdük, haberleri okur, cümleleri çizer düzeltir yazı işleri müdürlerimize verirdi. Ertesi gün gazeteleri aldığımızda herkes kendi haberine bakardı nasıl çıkmış diye. Bir sayfa yazdığımız haber yarım sayfa çıkmışsa sevinirdik. Birkaç satır haberimiz çıkardı çoğu zaman.

BASKI MASASINDA SÜT VE YOĞURT

Gece de çalışır mıydınız?

Yazı İşleri Müdürü ve biz muhabirler sırayla gece nöbette kalırdık. Kalıp bağlama masasında gazetenin ertesi gün çıkacak son hali düzenlenirdi ve yazı işleri müdürü bu son halini onaylar öyle eve giderdi. Kurşun harfle basılırdı. Kurşun zehirli olduğu için masalarda süt ve yoğurt bulundurulurdu.

Muhabir olarak sizin nöbetleriniz var mıydı?

Bizim görevimiz gece üç yeri aramaktı. Polis, İtfaiye ve Meteoroloji Müdürlüğü. İstanbul’da nerede cinayet olsa çantamızı kaptığımız gibi soluğu orada alırdık, cinayet haberleri çok önemliydi. İtfaiyeyi yangın var mı diye arardık. Bir gün itfaiye müdürü telefon açıp rica etti ‘bizi her akşam aramayın burada arkadaşlar telefon çalınca hemen araçlara koşuyorlar’ diye. Bir de gazetelerde her gün hava durumunu verirdik. Ben nöbetçi olunca Meteroloji Müdürlüğünü aramak yerine bir önceki güne bakıp hava durumunu kendim yazayım dedim ve bir süre öyle de yaptım. Meteroloji Müdürü arayıp Yazı İşlerine durumu anlatmış ‘Bizi aramadan kendi kafanızdan hava durumu yazılıyor’ diye de şikayette bulunmuş. Yazı işleri müdürü yanına çağırdı ve müdürü aramamı söyledi. Telefon açtım, meteroloji müdürü ‘Bizi aramadan kendi kafandan nasıl hava durumu yazıyorsun’ diye çıkıştı. ‘Müdürüm’ dedim. ‘Benim yazdığım hava durumu tutmuyor olabilir ama sizin söyledikleriniz de tutmuyor ne fark edecek’ deyince başladı gülmeye. İşte gençlik böyle şeyler de yaptık.

Medyadaki arkadaşlıklar nasıldı?

Gazeteler o dönem dediğim gibi yoksuldu. Günde beslenmede simit peynir çay var. Bu yüzden Cağaloğlu’nun simitleri çok meşhurdur. Ama dostlukları güzeldi. Fikir olarak birbirinden farklı gazetelerde çalışsak da arkadaşlar arası bir dayanışma vardı. Hep birlikte toplanıp röportajlara, basın toplantılarına giderdik.

FETİH'E KARAKOÇ MEKTUBU

Muhabirlikten sonra kısa sürede kendi gazetenizi kuruyorsunuz. Nasıl oldu? Maddi destek nasıl buldunuz?

Askerden dönünce Fetih gazetesini çıkarmaya başladım. Gençsin maddiyat falan düşünmüyorsun ki. Zaten o dönemde dindar kesimin bir gazetesi yoktu. 1957 yılı. Fetih hakkımdır adıyla çıktık. “Siyasette, Fikirde, Sanatta Hak Ölçülere Bağlı Haftalık Siyasi Edebi Gazete” sloganımızdı. Eşref Edip beyin Sebilürreşad’ı, Osman Yüksel Serdengeçti’nin Serdengeçti dergisi, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisinin kapatıldığı bir dönemde ele kalem tutan bütün münevverler Fetih’te bir araya geldiler. 1960 İhtilali’ne kadar gazetemiz devam etti.

Okur ve yazarlardan destek gördünüz mü?

Haftalık gazeteydik, Cuma günleri çıkıyorduk. Hasan Basri Çantay , Ziya Nur, Aldülmümin Çevik yazıyor.Hatta Necip Fazıl cezaevindeyken bir yazı verdi birinci sayfaya onu koyduk. Sezai Karakoç o dönemde Ankara’da memur bize mektupla “Şehrin En Yüce Yerinde” diye bir yazısını gönderdi hemen yayınladık. Haftada beş bin satılıyor, gençler gelip gazeteyi alıp sırtlarında dağıtıyorlardı muuzzam ilgi gördü. O dönemde Kur’an Türkçe verilecek denilmeye başlandı. Biz de hemen bir başlık attık ‘Kur’an Türkçe basılamaz’ diye manşet attık. Kapış kapış satılıyordu. Risaleyi Nur’dan iki sayfa koyuyordum. Sonra Kur’an Türkçe Olamaz yazılarının tamamını bir araya getirip kitaplaştırdık ve onun satışını yaptık böylece yayın ve kitap işine girmiş olduk.

NECİP FAZIL CEZAEVİNDEN YAZI GÖNDERDİ

Necip Fazıl o dönem neden cezaevinde?

Malatya’da Ahmet Emin Yalman’a Hüseyin Üzmez biliyorsunuz suikast düzenledi. Büyük Doğu’da da o dönem bir yazı vardı. Ama yazıda isim yok bir şey yok. Güya Necip, Emin Yalman’ı hedef göstermiş deyip hem gazeteyi kapattılar hem de Necip Fazıl’ı hapse attılar.

Cezaevinden nasıl yazı gönderdi size?

Hüseyin Yananlı diye Hukuk Fakültesi öğrencisi bir arkadaşımız vardı. Necip Fazıl’ın hizmetinde bulunuyordu. Bir gün Hüseyin Yananlı dedi ki “Necip Fazıl sizi görmek istiyor.” O dönem cezaevinde ama bazı sağlık sorunları nedeniyle Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde özel bir bölümde tutuluyor. Ziyarete gittiğimizde parmaklıkların arkasına geçtik. Görüşme yapılan yerde bir masa ve sıra var. Çıkardığım gazeteden bahsetti. “Kıbrıs Kimindir?” diye bir yazı yazacağını söyledi. Gelin alın dedi. Baş makale diye gazeteye koydum.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2018/10/29/12/33/resized_245c7-dc6e351fresized_166edd1192680necipfazil.jpg

Necip Fazıl ile görüşmeleriniz devam etti mi?

Yıllar sonra kitapçı dükkanını açınca Cağaloğlu’nda karşılaştık. Yanına gittim kendimi tanıttım. Dükkana davet ettim. Ziyaretimize geldi gelirken de muz getirirdi. Sonra da sık sık ziyaret etti. Ekseriyatla muz getirirdi eli boş gelmezdi. Bir kış günü de o tipide gelmiş dükkana. Beni dışarı çağırdı arkasını duvara yaslamış bir şekilde yüzüme baktı ve dedi ki “Ben seni dün üzdüm onun için geldim, hakkını helal et” dedi. Ben tabi çok mahcup oldum. “Olur mu öyle şey hakkım tabi ki helal olsun” dedim.

Ne olmuştu aranızda?

Konunu ne olduğunu ben de hatırlamıyorum. Ama gönül kırmamak hususunda böylesine hassastı. Fikirlerini savunurken ağır sözlerle düşmanına hücum eden üstad böylesine de ince gönül adamıydı.

KARAKOÇ YAZI GÖNDERİRDİ

Sezai Karakoç’la da arkadaşlığınız var. Fetih gazetesinin çıktığı yıllara mı uzanıyor bu dostluk?

Sezai Karakoç’u Marmara Kıraathanesi’nden tanıyordum, sohbet etmişliğim vardır. Fetih çıktığı zamanlar Karakoç Ankara’da memurdu. Bir gün postadan bir mektup geldi baktım zarfta Sezai karakoç’un ismi yazıyor hemen açtım baktım müthiş bir yazı. “Şehrin En Yüce Yerinde” adlı bu yazıyı am sayfa Fetih gazetesinde yayımladım. İstanbul’a taşındıktan sonra da sık sık görüşmeye başladık, halen daha görüşürüz. Biz de arkadaşlıklar vefalıdır.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2018/10/27/04/44/resized_7e5f1-6fbaab35karakocdekupe.jpg

Zor bir dönemde gazetecilik yapmışsınız? Siz de yargılandınız mı?

Çok dava açıldı ama çok şükür hiç cezaevine girmedim. Aldığım beş kadar ceza vardı. Birini hiç unutmam İnönü zamanında beş yüz cami satıldı ve kapatıldı diye bir manşet atmıştım bunun üzerine dava açıldı. Sulhi Dönmezer ve Naci Şensoy vardı benim hocalarımdı bunlar bilirkişiydi o davada. Benimle ilgili bir rapor hazırlayıp gönderdiler 1. Ağır Mahkemesi. Ne yazdı bu hocalarımız rapora biliyor musun? “İkisi de sağcı olarak tanınır ama Recep Dericioğlu ve Abdullah Işıklar suç işlemişlerdir. Çünkü camilerin medreselerin kapatılması zaruridir ve bu gazeteciler suç işlemiştir cezalandırılması gerekir.” Böylece ceza aldık. Ama sonra altmış ihtilalinden sonra bir af çıktı beş davam vardı beşinden de cezaevine girmeden affedildim. Duruşmalara giderken kravatı cebime koyuyordum ki annem görmesin.

HAMİDULLAH HOCA EVİME YEMEĞE GELDİ

Fetih gazetesinin adresi neresiydi? Nerede çıkarıyordunuz?

Sultanahmet’te Cankuran’da üç katlı bir ev tutmuştuk. İlk katta Fetih gazetesini çıkarıyoruz. Bir üst katta annem babam ben, kardeşim oturuyoruz. Üstte Fetih Sezai Türkmen diye bir adamın kız kardeşi oturuyor. Küçük bir mutfağımız var. Yağmur yağınca ıslanmayalım diye şemsiye açardık öyle bir ev. Ama o eve Muhammed Hamidullah bir akşam yemeğine geldi. Aynı zamanda Fetih’te de yazardı. Hasan Basri Çantay yazı verirdi. Etliye sütlüye dokunmayan yazılardı onun yazıları.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2018/10/29/12/40/resized_7cfa5-1d6e6d7fhamidullah.jpg

İHTİLALDE FAİLİ MEÇHULLER

60 İhtilal’inden ne hatırlıyorsunuz?

Cağaloğlu’nda yol üzerinde eski bir binanın girişinde küçük bir dükkan vardı. Bu dükkanı Ali amca işletirdi. Gazete ve mecmua satardı ama içi çok küçük bir dükkandı. Kapı önü biraz daha genişti ve bu dükkanın önünde Şule Yüksel Şenler’in babasını sık sık görürdüm. Cevat Rifat Atlıhan gelirdi yine Tarık Zafer Tunaya gelirdi benim okuldan hocamdır kendisi. Onlar da hem mecmuaları alır hem de orada okurlardı. İhtilalden bir gün sonra baktım dükkanın kapısı kapalı önünde iki asker.

Ne olmuş?

Dini gazeteler de sattığı için almış götürmüşler. Ali amcayı, bir daha görmedik. Faili meçhullerin yaşandığı öyle bir dönem diyebilirim.

Sizin gazete ne oldu?

Altmış ihtilalinden sonra Fetih gazetesini birkaç sayı çıkardım ama devam edemedik okurlarda bir çekingenlik olunca biz de gazeteyi kapattık. Ne yapalım diye Ali İhsan Yurt’la düşünmeye başladık. Ali İhsan Yurt çok bilgili biriyle o zamanlar ünlü Marmara Kıraathanesi’nin müdavimlerindendi ve kendisine ayaklı kütüphane denirdi. Onunla Kiğılı Han var onun içinde bir yazıhane tuttuk. Ama çok küçük bir dükkan ancak iki küçük masa büyüklüğünde içi.

Ne yaptınız dükkanda?

Oradaki esnafın ihtiyacını satıyoruz. Sigara, kağıt damga pulu falan satıyoruz. Ama Fetih gazetesinin okurları biz bunları satsak da bizi gelip orada buldu ve bir buluşma noktası olmaya başladı. Dediğim gibi dükkan çok küçük gelenler kapının önüne bir sandalye atıp oturuyor.

Kimler var arasında?

Üniversite hocaları da halktan insanlar da gelirdi. Dükkan kısa sürede Eşref Edip, Mahir İz, Hatta Hamit Aytaç, İstanbul Müftüsü Bekir Haki, Bekir Sadak, Abdulkadir Akçiçek, Erol Güngör, Ziya Nur’un buluştuğu bir mekan oldu. Fetih Gazetesinin yazar kadrosu burada buluşmaya devam etti.

Önce kitap dağıtımı sonra kitapçı dükkanı açıyorsunuz değil mi?

Evet biz bu dükkandayken Ali İhsan Yurt o dönemde Türkiye Yayınları arasında çıkan Kazım Karabekir’in Hatıraları kitabını getirdi. Kurtuluş Savaşı hatıralarını dağıttık.Dükkana gelen herkes bu kitaptan istemeye başladı Ali İhsan da kitaptan üç beş adet alıp getirip isteyenlere vermeye başladı. Bu arada o tarihte üniversitede henüz öğrenci olan daha sonra milletvekilliği de yapan bir çocuk vardı Sami Arslan. Daha sonra Denizli Müftülüğü yaptı ilahiyatta biz tanıştığımızda öğrenciydi. Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı diye küçük bir kitapçık, broşür gibi bir şey basmıştı.

DİNİ KİTAP SATIŞI BAŞLADI

Dini kitapların satışı bu kitapla patladı diye hatırlıyorum. Siz mi dağıtımını yaptınız?

Okan diye bir arkadaş vardı Sami Arslan adlı bir genç broşür gibi bir kitap basmış kendisi dağıtıyormuş. Bu kitapcıktan bahsetti Sami Arslan’ın evini biliyormuş. Birlikte Cerrahpaşa’da gecekonduya gittik. Kendisine “Kitabı sen bas dağıtım adresi olarak da bizim adresi göster arayanlar gelip bizden alsın” dedim. Çok sevindi ve beş bin tane bastırdık dükkanda yer olmadığı için ben evin kömürlüğüne bıraktım ve her gün işe gelirken sırtıma 100-200 tane yükleyip işe getiriyordum. Kitap o kadar çok ilgi gördü ki kömürlükteki kitaplar kısa sürede bitti. Anadolu’ya da dağıtımını yaptık. Anadolu’daki kitapçılara da bizim dükkanın adını yazdık ki kitabın bir adresi olsun. Abdullah ışıklar Kitabevi adı öylece ortaya çıktı ama kitapçı dükkanı falan ortada yok daha.

Başka ne kitaplar basıp sattınız?

İmam Hatip Liselilerinin kapatılmasının gündeme geldiği bir dönem oldu. İşte o zaman Maraş’ta bu okulların derneğinin kapatılmasına karşı aleyhte müthiş bir savunmayı Abdulmecid Belli adlı bir hukukçu yapmış. Bu savunmayı bastık ve büyük ilgi gördü. Bir de Fetih Sezai Türkmen diye biri vardı yanlış hatırlamıyorsam o da hukukçuydu. Kız kardeşi bizim evin üst katındaydı ve onu ziyarete gelip giderken benim bastığım kitapları görmüş. Dedi ki: Bende Tahirül Mevlevi’nin (Tahir Olgun) kitapları var. Telif hakları bende size vereyim basın. Kendisi Tahir’ül Mevlevi’nin talebesiymiş hatta eserin ön sözünde bu çalışmasını öğrencisine bıraktığını yazmış. Üç eseri verdi ve onları bastık.

BULUŞMA ADRESİYDİ

Cağaloğlu’ndaki dükkanınızı ne zaman açtınız?

1960’ların sonuydu. Kitaplardan biraz para kazanınca Cağaloğlu’nda bir gün gezmeye çıktım ve Catalçeşme’deki o dükkanı gördüm ve kiraladım. Herkesin buluşma adresi olan bir kitapçı dükkanı oldu işte orası da.

Kitapçı buluşma noktası oluyor. Kimler gelirdi?

Necip Fazıl gidip gelmeye başladı. O dönemin önemli isimlerinden Bekir Sadak vardı o gelirdi. İstanbul’a geldikçe Sait Çekmegil uğrardı, yine Osman Yüksel Serdengeçti gelirdi. Zekeriya Beyaz dükkandan çıkmazdı, şimdi hasta diyorlar.

Enderun Kitabevi’nde olduğu belli bir gün toplanılır mıydı?

Hayır, zaten küçük bir dükkandı. Herkes vakti oldukça uğrardı öyle özel bir gün yoktu.

Peki Cağaloğlu’nda buluşma adresi niye sizin dükkan oldu?

Bizim dükkan Babıali’nin dergahı gibiydi. Herkes gelirdi. Bizim kitap basıp para kazanma gibi bir derdimiz yoktu. Sohbet, muhabbet o kültür ortamı önemliydi. Biz paraya pula önem vermezdik. Bir süre sonra dini kitap satanlar bu sektörden para kazanmak için bu yola girdi.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2018/10/27/04/48/resized_36220-5e02e33aabdullah1.jpg

Bunu biraz açar mısınız?

Bir vahada susuz kalan insan su görünce ne yaparsa dini kitap arayıp da bulamayan halk da öyleydi. Dini kitaplar çıkınca büyük ilgi görüyordu. Mesela namaz kitabı çıkıyor kapış kapış gidiyor bu sefer cep namaz kitabı basılıyor sonra tam namaz kitabı basılıyor. Ama şunu söyleyebilirim gerçek İslam o adamlar tarafından tanıtılmadı. İslami fikirlerini kendi mecralarından halka empoze etmeye başladılar. Sonra yok benim kitabımı çaldı yok şöyle oldu diye birbirlerini mahkemeye vermeye başladılar. Böyle acayip günler.

Dini kitapların satıldığı asıl adres Beyazsaray Çarşısı oluyor ama değil mi?

Önce yayıncılar bize şu kitapları bastık dağıtır mısın diyorlardı. Sonra bu sektörden iyi para kazanılınca herkes Beyaz Saray’da dükkan tutup burada kitapçılığı ve yayıncılığı birlikte yürütmeye başladılar. Beyaz Saray’da ilk dükkanı açan Emin diye genç bir çocuktu. Şimdi soyadını unuttum o çocuk dükkanı açınca Cağaloğlu’na gelip herkesi oraya davet etmeye başladı böylece dini yayınevleri orayı mekan edindi.

İYİ YAYINCILAR HEP OLDU

Peki bu sektörde öne çıkan isimler kimler oldu?

İslam üzerine iyi kitaplar çıkaran, doğru kitapları basan yayınevleri arasında Yağmur Yayınlarını, Alioğlu Kitabevi’ni Bedir Yayınları’nı sayabilirim. Kitabevi’nin sahibi Mehmet Varış yine bu piyasada her zaman kaliteli kitaplar çıkarmış önemli bir yayıncıdır.

Ramazan aylarında kitap indirimleri vardı eskiden. Bu gelenek nasıl oluştu hatırlıyor musunuz?

Dini kitap basan yayınevleri eskiden Ramazan yaklaşınca telefonla evleri arardı. Ağzı çok iyi laf yapan kişiler olurdu bunlar. “Evinize kargoyla Kur’an-ı Kerim gönderiyoruz bu sevabı kaçırmayın” der ardından da “Bu kargo şu fiyat ama Ramazan dolayısıyla indirim yapacağız” diye eklerlerdi. Mübarek Ramazan ayı boyu kampanyaya sadece Kur’an-ı Kerim değil başka dini kitaplarda girerdi.

BEŞİKTAŞ TARAFTARLARININ ABDULLAH AMCASIYIM

Çarşı grubunun maskotlarından Optik Mehmet’in aynı zamanda babasısınız. Sadece Babıali’de değil Çarşı Grubu’nda da tanınıyorsunuz. Oğlunuzun vefatından sonra onların “Abdullah Amca”sı oldunuz diye biliyorum. Oğlum çocuk yaştan itibaren spora meraklıydı. Ama ben sadece Beşiktaş’ın fanatiği ve futbola meraklı diye biliyordum. Oğlum vefat ettikten sonra bu kadar meşhur olduğunu öğrendim.

Sizin futbolla aranız nasıl?

Ben ilgilenmem ama her yıl oğlumun vefat yıl dönümünde Çarşı Grubu beni de alır oğlumun mezarına gideriz. Çok büyük merasim yaparlar. Ben onların Abdullah Amcasıyım çok severler beni de. Ben de bu gençlerle buluşunca nasihatta bulunuyorum, dinliyorlar. Mesela diyorum arkadaşlık vefası imandandır. Hepiniz vefalı çocuklarsınız Allah vefalı kullarını sever. Onların da hoşuna gidiyor.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2018/10/27/04/52/resized_c9591-b32e0a510d70437f8df946dcab7d3bac60982cba.jpg

Sizin gazete ne oldu?

Altmış ihtilalinden sonra Fetih gazetesini birkaç sayı çıkardım ama devam edemedik okurlarda bir çekingenlik olunca biz de gazeteyi kapattık. Ne yapalım diye Ali İhsan Yurt’la düşünmeye başladık. Ali İhsan Yurt çok bilgili biriyle o zamanlar ünlü Marmara Kıraathanesi’nin müdavimlerindendi ve kendisine ayaklı kütüphane denirdi. Onunla Kiğılı Han var onun içinde bir yazıhane tuttuk. Ama çok küçük bir dükkan ancak iki küçük masa büyüklüğünde içi.

Ne yaptınız dükkanda?

Oradaki esnafın ihtiyacını satıyoruz. Sigara, kağıt damga pulu falan satıyoruz. Ama Fetih gazetesinin okurları biz bunları satsak da bizi gelip orada buldu ve bir buluşma noktası olmaya başladı. Dediğim gibi dükkan çok küçük gelenler kapının önüne bir sandalye atıp oturuyor.

Kimler var arasında?

Üniversite hocaları da halktan insanlar da gelirdi. Dükkan kısa sürede Eşref Edip, Mahir İz, Hatta Hamit Aytaç, İstanbul Müftüsü Bekir Haki, Bekir Sadak, Abdulkadir Akçiçek, Erol Güngör, Ziya Nur’un buluştuğu bir mekan oldu. Fetih Gazetesinin yazar kadrosu burada buluşmaya devam etti.

Önce kitap dağıtımı sonra kitapçı dükkanı açıyorsunuz değil mi?

Evet biz bu dükkandayken Ali İhsan Yurt o dönemde Türkiye Yayınları arasında çıkan Kazım Karabekir’in Hatıraları kitabını getirdi. Kurtuluş Savaşı hatıralarını dağıttık.Dükkana gelen herkes bu kitaptan istemeye başladı Ali İhsan da kitaptan üç beş adet alıp getirip isteyenlere vermeye başladı. Bu arada o tarihte üniversitede henüz öğrenci olan daha sonra milletvekilliği de yapan bir çocuk vardı Sami Arslan. Daha sonra Denizli Müftülüğü yaptı ilahiyatta biz tanıştığımızda öğrenciydi. Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı diye küçük bir kitapçık, broşür gibi bir şey basmıştı.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2018/10/27/04/52/resized_a1a4d-05b86fb2kitapp.jpg