RÜSTEM ASLAN
Fatih Sultan Mehmed Kütüphanesi ile söylentiler yüzyıllar boyunca dilden dile dolaşarak günümüze kadar gelmiştir. 1453 yılında İstanbul'u genç bir sultan olarak feth ederek yeni bir çağı başlatan Fatih Sultan Mehmed'in zengin bir kütüphanesi var mıydı?
Son Bizans İmparatoru Konstantin Paleologos'un zengin elyazması kitaplarından oluşan kütüphanesi fetih sonrasında Fatih'in kütüphanesine mi dahil edilmişti? Yoksa fetihten bir süre önce ve fetihten hemen sonra Paleologos'un kütüphanesi Avrupa'ya mı kaçırılmıştı? Daha da ötesi, Avrupa'da yaşanılan Rönesans bu kütüphaneden kaçırılan elyazmalarıyla mı gerçekleştirilmişti?
Bu ve benzeri sorular Ortaçağ'dan beri sorula gelmektedir?
Fatih Sultan Mehmed'in Kütüphanesi -burada söz konusu olan elyazmalarının bu konuda yapılmış çalışmalarda da açıkça belirtildiği gibi İslami elyazmaları dışındaki eserlerden oluştuğunu belirtmek gerekir- ile ilgili günümüze kadar yapılmış iki önemli çalışma vardır.
Bunlar:
Emil Jacobs. UntersuchungenzurGeschichte der Bibliothek im SeraizuKonstantinople I. Heidelberg. 1919. (İstanbul Saray Kütüphanesi'nin Tarihi Üzerine Araştırmalar).
Adolf Deissmann. ForschungenundFunde im Serai. Berlin. 1933. (Saray Araştırmaları ve Buluntular).
Türkçede Fatih Sultan Mehmed Kütüphanesi üzerine yapılmış, neredeyse hiçbir özgünlüğü olmayan yayınlar ikincil yayınlardan alınmadır; ya bu iki yayından ya da bunların türevlerinden yararlanılmıştır. A. M. Celal Şengör'ün “Piri Reis'in 1513 Tarihli Haritasını Kim Buldu?” başlıklı makalesi de bu kategoriye dahildir (Bkz. Piri Reis, 1513 Dünya Haritası. Editör: B. Özüken. İstanbul 2013. Boyut Yayınları. sf. 255-263). Özellikle Emil Jacobs'un 1919 yılında yayınladığı eserde Fatih Sultan ya da Paleologos Kütüphanesi'nin peşinden yollara düşen gezgin ve araştırmacıların detaylı bir listesi verilmektedir. Fatih Sultan Mehmed Kütüphanesi ve sonraki dönemde bunlara eklenen Saray Kütüphanesi'nin detaylı envanteri ise 1933 yılında Adolf Deismann'nın yayınladığı eserde yer almaktadır.
BİR GEMİYLE GİZLİCE KAÇARILAN KİTAPLAR
Bu yazıda söz konusu araştırma ve sonuçları ilk kez Türk okurları için özetlemiş olacağız:
29 Mayıs 1453 sabahında Osmanlı İmparatorluğu'nun 21 yaşındaki hükümdarı Fatih Sultan Mehmed, Paleologos'ların son hanedanının kenti İstanbul'u feth eder. Fethin ilk saatlerindeki kargaşa sırasında zarar gören elyazmaları konusundaki ilk bilgi Rus Kardinal İsodor'a aittir. İsodor, 12 Aralık 1452'de, İstanbul'da Grek ve Latin kiliselerinin birleşeceği haberini verir, ancak birkaç ay sonra fetih sonrasında Türk askerlerine esir düşer. Üç gün sonra şans eseri kurtulur ve Pera'da ev ev saklanır. Nihayet büyük bir şans eseri bir Türk gemisiyle Sakız Adası'na, oradan da Girit'e kaçar. Kardinal İsodor'un ilk izlenimlerinde, fetih sırasında 20 00 elyazmasının tahrip olduğu bildirilmektedir. Ne var ki tarihçiler bu sayının bilerek abartıldığını öne sürmektedirler. Sayısı bir yana, elyazmalarının kaderinin ne kadar acıklı olduğunu Dukas ve Kritovulos'un anlatımlardan çıkarmak mümkün. İkisi de 29 Mayıs 1453 tarihindeki fethi, -kendi gözleriyle görmemiş olsalar bile- hemen sonrasında tüm olayları yaşayanların anlatımlarına şahit olan kişiler olarak dile getirmektedirler. XI. Konstantin Paleologos döneminin en önemli tarihçileri arasında yer alan Dukas, fetihten sonra gemilerle kentten ayrılanların yanlarında çok sayıda elyazması kitabı da ganimet olarak götürdüklerini anlatır. Limanda üç beş kuruşa Aristoteles, Platon ile dini ve diğer konularda ciltler dolusu kitabın satıldığını bildirmektedir. Çok değerli İncillerin, ciltlerinin üzerindeki altın ve gümüşler için paramparça edildiğini dile getirir. Fetihten sonra Fatih'in saray tarihçisi olan Kritovulos da her türlü elyazmasının yakıldığını, atıldığını ve hiç pahasına satıldığını yazmıştır. Şahitlerin anlatımları Ermeni rahip Abraham'a kadar ulaşır. Nitekim fetihten hemen sonra kaleme aldığı şiirde şunları söylemektedir Abraham: “Onlar -Türkler- çok sayıda kitabı beraberlerinde Angora'ya (Ankara) kadar götürdüler.” Bu sözler aslında ilk bakışta çok önemli gözükmese de, daha sonraki yıllarda, yani 1540'da, Paleologos kütüphanesine ait kitapların satılması tekliflerinin o bölgeden yapıldığı söylentisi ortalarda dolaşmaktadır.
Bu tarihten sonra en çok sorulan soru: İstanbul'un fethinden sonra İmparatorluk kütüphanesine ne oldu?
FATİH BİLİM DOSTU BİR HÜKÜMDARDIR
Hiç kimse kütüphanenin kentte kaldığı bilgisini vermemekte. Ne İsodor, ne Dukas, ne de Kritovulos İstanbul'daki kütüphanelerin fetihten sonra dağıldığını kabul etmekteler. Ancak elyazması kitapların bir bölümünün kentte olduğu söylentisi de dilden dile dolaşmaktadır. Örneğin doksan yaşında Türklere esir düşen Stantinos Laskiris, 1453'de kitapları gördüğünü söyler. İstanbul sarayında çok değerli kütüphanelerin olduğu, bunların içinde de Paleologos hanedanı kütüphanesinin bir kısmının yer aldığı, hatta Fatih Sultan Mehmed'in söz konusu bu elyazmalarının kurtarılması için bizzat emir verdiği, eski bir inanç olarak dilden dile dolaşmıştır. 1888 yılında Friedrich Blass da şunları yazar: 'Saray kütüphanesiyle ilgili ana bilgi, Paleologosların kütüphanesinin en azından bir kısmının burada yer alıyor olması üzerinedir. Kitapların Sultan Mehmed tarafından tahrip edilmiş olması hiç gerçekçi değil, çünkü o bilim dostu bir hükümdardır ve Grek kültürüne de hiç yabancı değildir'.
Fatih Sultan Mehmed konusundaki bu olumlu bakış açısı 20. yüzyıla kadar büyük oranda devam etmiştir. Bu konuda ilginç olan bir başka bilgi de Cuspinian'nın 1523'de yazıp 1540'da yayınladığı raporda Sultan Mehmed'in, kentin fethi sonrası, dini yapılar ve eserlerin tahrip edilmemesi ve yağmalanması için askerlere emir verdiği ibaresi yer alır. Gerçekten de saraydaki, Hristiyanlık dönemine ait pek çok objenin koruna geldiğini görmekteyiz. Ancak Paleologos hanedanına ait kütüphaneleri fetihten sonra gören hiç kimse yoktur.
Olayların akışını anlamak için gelin Fatih Sultan Mehmed'in feth sonrasında neler yaptıklarına bir göz atalım: 29 Mayısta İstanbul'u feth eden Fatih, üç hafta sonra kenti terk eder, geriye sadece 1500 Yeniçeri askeri bırakır. Daha sonra tekrar aynı yılın Aralık ayı sonunda birkaç günlüğüne tekrar kente gelir. Bunun dışında sonbahar ve kışı Edirne'de geçirir ve 1454 yılının baharında buradan Sırp seferine çıkar. O yılın yazında İstanbul'a yeniden geri döner, daha sonra ise kış için tekrar Edirne'ye gider. İkinci Sırp seferi sonrasında 1455 yılının Temmuz ayında yeniden İstanbul'a döner, ancak ağustos ayının başında tekrar Edirne'ye gider. Veba salgını nedeniyle Edirne'de de kalmaz ve duraksamalarla İstanbul'a geri döner. Aynı yılın Eylül ayının ortasında İstanbul'a varır ve burada 24 temmuz 1456 tarihine kadar kalır. Enez'in fethinden sonra Fatih, yeniden Edirne'ye döner. Aynı yılın Haziran-Temmuz ayındaki Sırp seferi öncesinde yeniden İstanbul'a gider, Ağustos'ta ise yeniden Edirne'dedir. İlk kez kış mevsimini, 1456-1457 arası, İstanbul'da geçirir. Oğullarının sünnet düğününü 1547 yazında Edirne'de yapan Fatih, kış için yeniden İstanbul'dadır ve burası o tarihten sonra imparatorluğun başkenti olur. Fatih böylesine aktif bir dönemde İstanbul'da iki yapı ya da saray yaptırır.
Bir olasılıkla fetih yılı, ya da 1454 yılı yazı, İstanbul'da bir saray yaptırmaya başladığı kesin gibidir. “Eski Saray” olarak da nitelendirilen bu saray, bir zamanlar Theodosius Forumu'nun olduğu geniş bir alanı kapsayan büyük bir yapı kompleksidir. İnşaat 1458 yılında bitirilir. Tarihçi Hammer, günümüzde hiçbir kalıntısı geriye kalmayan saray yapısını, o 'Eski Saray'ı gördüğünü yazar. Daha Sultan Süleyman zamanında (1519-1566) 'Eski Saray' kompleksinin büyük bir kısmı yeni camiiler ve yapılar için yıkılır. 'Eski Saray'ın olduğu yerde 1870 yılında Serasker yapısının olduğu alanda günümüzde İstanbul Üniversitesi'nin binaları yer almaktadır. Pek çok yapı kompleksinden meydana gelen, yapımını Fatih Sultan Mehmed'in 1458'de başlattığı Yeni Saray ise, deniz tarafındaki kapısı nedeniyle Topkapı Sarayı olarak isimlendirilir. Sultan Süleyman döneminde de söz konusu bu saray kompleksine ek binalar yapılır. 19. Yüzyıldan itibaren ise Yeni Saray, Sultanların sürekli oturdukları yer olmaktan çıkar ve onun yerine sırasıyla Dolmabahçe, Çırağan ve Yıldız Sarayları inşaa edilir. Bu nedenle de 'Yeni Saray' artık 'Eski Saray' olarak isimlendirilmeye başlanır. Tarihçi Joseph von Hammer, Fatih'in Eski Saray'da çok fazla kalmadığını, özellikle de 1467'den sonra yönetim merkezi olarak Yeni Saray'ı tercih ettiğini dile getirir. Yeni Saray ile ilgili en eski anlatım, 1474-1481 yıllarında Fatih'in yakın çevresinde yer alan Giovanni Maria Degli Angiolelli'ye aittir. Bu anlatımlara göre, aslında üç ana yapı kompleksinden meydana gelen o dönemdeki Yeni Saray büyük oranda halen koruna gelmektedir. Bunlardan üçüncü yapı kompleksi Fatih'in yaşadığı mekandır ve buradaki Eski Saray'da en eski 'Saray Kütüphanesi'nin olduğunu varsaymak gerekmektedir.
YENİ SARAYDA KÜTÜPHANE
Yeni Saray'da çok sayıda el yazması, özellikle de Avrupa dillerinde yazılmış kitap koleksiyonunun olduğu genel olarak bilinmektedir. B
unların büyük kısmı 20. Yüzyılın başlarına kadar 1719'da III. Ahmed'in yaptırdığı Kütüphane Köşkü'nde (Enderun Kütüphanesi) koruna gelmiştir. Söz konusu bu kütüphanede Fatih Sultan Mehmed'in Kütüphanesi'ne ait el yazmalarının da olduğu, 1919 yılındaki Emil Jacobs'un araştırmalarına kadar bilinmemektedir. Jacobs, neredeyse Fatih Kütüphanesi'nin peşinden İstanbul'a gelen tüm gezginlerin (elyazması avcılarının) yazıkları üzerine yaptığı muhteşem araştırmada, 16 yüzyılın sonuna kadar İstanbul'a gelen Avrupalıların hiçbirinin Yeni Saray'daki Grekçe elyazmalarını görmediğini ispat etmiştir. Anlatılanların tümü sonradan ortaya atılan söylentiler ve efsanelerden ibarettir. Örneğin 1844 yılında dönemin ünlü tarihçisi Constantin Tischendorf, Auggsburger Allgemeine Zeitung'ta (günlük gazete) şunları yayınlar: “Gerçekten Saray Kütüphanesi konusundaki gizemde garip ayrıntılar var. Papa Nicholaus'un İstanbul'un feht edildiği yılda yolladığı bilginler misyonunun İbranice yazılmış en eski İncil'i bulma çabaları sonuçsuz kalmıştır.” Bu haberden yıllar sonra Tischnedorf'un yazdıkları aslında, daha İstanbul'un fethinden itibaren Saray'da çok değerli elyazmalarının varlığı konusunda bir inancın varlığına işaret etmektedir.
İstanbul'un fethinden sonra Saray'daki Grekçe elyazmalarını metodolojik olarak arayan ilk kişi Janos Laskaris'tir. Lerenzo Medici'nin görevlendirmesiyle daha önce bir kez İstabul'u ziyaret eden Laskaris, 1491 yılındaki bu ikinci ziyareti Medici'nin doğrudan Padişah II. Beyazıd'a yazdığı mektupla olmuştur. Ancak Laskaris araştırmaları sonrasında umduğunu bulamaz. Daha sonraki yıllarda dönemin ünlü kütüphanecisi Paulus Manutius 1533 yılında Saray'ı ziyaret ederse de onun araştırması da sonuçsuz kalır. Ancak Saray kütüphanesinin peşinden İstanbul'a gelen Avrupalı gezginler dalgası kesintisiz bir şekilde devam eder. Biri 1544/45 dönemi, biri de 1550/51 olmak üzere İstanbul'a iki kez gelen Pierre Gilles'in köşe bucak elyazması arayışları başarısız da olsa, İstanbul topografyasıyla ilgili aldığı notlar daha sonraki araştırmacılar tarafından kullanılır. Söz konusu bu çabalar Guillaume Postel'dan Ogierr Dislen von Busbec'e; Stephan Gerlach'tan Domico Dominico'ya kadar yüzlerce din adamı, araştırmacı, kütüphaneci, İstanbul Saray Kütüphanesi'nin izini sürmeye devam ederler.
Jacobs'un bir detektif gibi izini sürdüğü muhteşem çalışmasının özeti şudur: 16. Yüzyılın sonuna kadar hiç kimse, en azından hiçbir Avrupalı gezgin ve araştırmacı İstanbul'daki Saray Kütüphanesi konusunda somut bir bilgiye sahip değildir; tüm anlatılanlar söylentilerden ibarettir. Saray Kütüphanesi ile ilgili ilk bilgiyi Sultan III. Murad'ın doktoru Dominico Yervshalmi'nin Sarayın üçüncü bölümünde Grekçe elyazmalarının olduğu konusundaki yazdıklarıdır. Dominico'nun 1574-1593 yılları arasında Saray'da gördüğü elyazmalarının, İstanbul'un fethinden sonra kentteki kiliseler ve saraylardan ve Fatih Sultan Mehmed ile daha sonraki hükümdarların kütüphanelerinden toplanan kitaplardan oluştukları kabul edilmektedir. Sarayda Paleologos hanedanına ait kütüphaneden arta kalan elyazmalarının olduğu düşüncesi 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren söylenegelmektedir. 17. Yüzyılın birinci yarısından itibaren Sarayın üçüncü bölümündeki kütüphanede, bir kısmının Fatih Sultan Mehmed'in Kütüphanesi›nden olduğu şüphe götürmeyen elyazmaları ve kitapların olduğu kesindir. 1688 yılında Fransız gezgin Girardin'nin Paris'e götürdüğü ve halen orada olan zengin elyazmaları ise, Saray Kütüphanesi'den değil, 1639 yılında ölen Sultan Mustafa'nın özel kütüphanesine ait kitaplardan oluşmaktadır.
1933 yılında Deismann'ın yayınladığı Topkapı Sarayı'ndaki araştırmalardan detaylı Saray Kütüphanesi envanteri elde edilmiştir. Söz konusu bu titiz çalışma ve Jacobs'un da 1919 yılındaki yayınında özellikle belirttiği gibi elde edilen Saray Kütüphanesi envanteri İslami elyazmaları' dışında Grekçe, Latince ve diğer dillerden oluşmaktadır. Fatih'in toplattığı ve kopyalattığı zengin İslami elyazmaları ise ayrı bir araştırma konusudur. Söz konusu envanter çalışmasından anlaşıldığı gibi Fatih Sultan Mehmed'in özellikle Antik dönem tarihi, savaş ve savaş teknikleri tarihi, coğrafya, matematik, astronomi, felsefe ve şiir kitaplarına (özellikle Homeros'un İlyada elyazmalarına) ilgi gösterdiği ve bu konudaki kitapları toplattırdığı ve kopyalattığı kesindir. Fatih'in özellikle dünya haritalarına ve antik dönemin ünlü coğrafyacısı Ptolemaios'un kitaplarına gösterdiği ilgi ön plana çıkmaktadır. Sonuç olarak söyleyebileceğimiz; Fatih Sultan Mehmed'i dahi bir hükümdar yapan pek çok özelliği vardır, bunlardan biri de kitaplara ve kütüphanelere önem vermesidir.