Yaşam boyu geliştirilebilir bireysel ve sosyal bir beceri olan “duygusal okuryazarlık” pek çoğumuz için yeni bir kavram olsa da bu kavrama dair akademik çalışmaların temeli 80’lı yıllarda atılmış. “Duygusal okuryazarlık” kimi araştırmacılar için bugünün dünyasında başarılı olabilmek için gerekli olan kişisel gücün vazgeçilmez bir kaynağı olarak görülüyor. Türkiye’de özellikle ergenler üzerinde duygusal okuryazarlık çalışmalarının kısıtlı olduğu ifade eden Uzman Psikolog Betül Özey, konuyu “Ergelikte Duygusal Okuryazarlık” kitabıyla ele alıyor. Özey, ailede etkili iletişim ve duygusal desteğin, ergenlerin duygusal okuryazarlık becerileri üzerinde önemli bir düzenleyici olduğu açıklıyor.
BECERİLERİ KAZANMANIN İLK ADIMI ONLARI TANIMAK
Öncelikle tüm okuyuculara bir ön bilgi olarak “duygusal okuryazarlık” nedir, kısaca anlatabilir misiniz?
Duygusal okuryazarlık; 80’li yıllardan itibaren akademik metinlerde yer almaya başlamış yeni bir kavram. Öncelikle “okuryazarlık”, daha çok bilişsel öğretileri akla getirdiği için, onun “duygu” ile ilişkisine değinmek, özellikle öğrencilerin duygularına önem veren günümüz eğitim anlayışı açısından değerli. Duygusal okuryazarlık da bireyin kendisi ve diğerleriyle ilişkisinde duyguları tanıma, anlama, ifade etme, yönetme hatta düzenleme gibi geniş özellikleri vurguluyor, ayrıca her türlü iletişimde duyguları kullanabilme becerisini ifade ediyor. Duyguları anlayabilme, etkili iletişim kurabilme ve sosyal ilişkileri geliştirebilmenin yaşam boyu olduğunu savunan ve içinde empati, motivasyon, öz farkındalık, öz düzenleme ve sosyal beceri alanlarını barındıran bu özel kavramı, herkesin yakından tanımaya ihtiyacı var.
Hepimiz için bu denli önemli olan duygusal okuryazarlık becerisi nasıl kazanılır?
Konuya ilgi duyanların en merak ettiği soru; bu beceriyi nasıl uygulamaya koyup, hayatımıza geçireceğimiz oluyor. Öncelikle duygusal okuryazarlık becerileri kazanabilmenin ilk yolu onlarla tanışmaktır. Duyguların okuryazarlığını tanıdıkça becerilerin kazanılmasında duygu ve iletişimin yakın bağını keşfettim. Çünkü araştırmalar gösteriyor ki; duygularını tanıyan ve onları açıkça ifade edilebilen bireyler, günlük yaşamdaki iletişim sorunlarının önüne geçebiliyor ve onların üstesinden daha kolay gelebiliyorlar. Konuyu bir örnekle açıklayabiliriz: Empati kurabilmek için iletişimde duygularımızı öne çıkarabilmeliyiz. Eşimiz arabayı öfkeyle ve hızla sürüyorsa; ona arabayı çok kötü kullandığını “sen dili” ile belirtmek, onun savunmaya geçmesine sebep olacaktır. Bunun yerine “ben/biz dili” yle önce davranışına sonra bizde oluşturduğu duyguya değinerek; “Arabayı hızlı sürüyorsun, korkuyorum, kaza yapacağız” diyebilmek, kişinin sorumluluk almasını sağlayacaktır.
Bu becerinin kazanılması; iletişimde duygularımıza ne kadar yer verdiğimiz ve diğerlerinin duygularını okumaya ne kadar özen gösterdiğimiz ile ilişkilidir. Beceriler için yaş sınırı yoktur, her yaşta öğrenilebilir. Ancak duygulara özen göstermeye çok küçük yaşlardan başlayarak, çocukların gelişim dönemlerine uygun model olabilmek; onların gelecekte duygularını tanıyan, ne istediğini bilen, çevresine duyarlı, şefkat dolu sağlıklı bir kişilik edinmelerini sağlayacaktır.
ERGENLİKTE ONAY VE DESTEĞE İHTİYAÇ VAR
Ailelerin ergenlik dönemindeki evlatlarının duygusal okuryazarlığı üzerindeki etkisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Öncelikle kitabımda ergenleri ele alma nedenim; bu dönemin ani duygusal değişimleri ve artan duygu yoğunluğuna karşı, ailelerin çocuklarıyla nasıl iletişim kurabilecekleri konusundaki kaygılarıydı. Aslında ergenlik dönemi, doğru yönetildiğinde çok da karmaşık bir süreç değildir. Çünkü bu dönemde ergenler, yalnızlık veya bağımsızlaşmayı tercih edebilse de daima yetişkinlerin onay ve desteğine ihtiyaç duymaktadırlar. Hatta yaşanan tartışmaların birçoğu, kimlik arayışında olan ergenin duygularını yönetebilmek için ebeveynin yakınlığına ihtiyaç duymasına karşın, ailenin duygusal okuryazarlık konusundaki beceri eksikliğinden kaynaklanır. Evlatlarının duygusal ve sosyal anlamda güçlü bireyler olmasını isteyen aileler; onların ihtiyaçlarını dikkatle dinlemeli, bazı isteklerinin neden uygun olmadığını sebepleriyle açıklayabilmeli, birlikte karar alabilmelidirler. Yine ergenlerin hissettiklerini anlayışla karşılamalı ve bir zamanlar benzer hisleri yaşadığına dair kendi duygularını paylaşarak, onlara koşulsuz sevgi verebilmelidirler. Böylelikle ergenler, duygusal ifade imkanı bulur, hislerini paylaşmaktan çekinmez. Kendilerini tanıdıkça, akranlarının da duygularını okuyabilir ve özellikle daha gerçekçi duygu farkındalığına erişerek, sağlıklı yetişkin olmaya adım atabilirler.
Peki, ergenlik döneminde akran kabulü/reddi kişiyi duygusal okuryazarlık açısından nasıl etkiliyor?
Bu çok kıymetli bir soru. Bir gruba ait olma veya ilişkilerde ilgi görme isteği, sosyal bir varlık olan insan için en önemli ihtiyaçlardandır. Konu ergenlik dönemi olduğunda ise, sağlıklı duygusal gelişim için ergenin sıkça vakit geçirdiği akranlarıyla ilişkisinin dikkatle incelenmesi gerekir. Ergenler için akran grupları; yaş itibariyle ortak deneyimleri ve değişimleri paylaştıkları arkadaş çevresidir. Bu grupta ergenlerle kurulan duygusal yakınlık sayesinde, ergenler sırlarını paylaşma ve samimi duygusal destek alma konusunda akranlarına güven ve bağlılık hissederler. Duygusal anlamda kendini daha iyi tanıyan, ifade eden, iş birliğine açık, zorluklarla baş edebilen, daha uyumlu bireyler olabilirler. Buna karşın akranlarınca reddedilen ergenler, onlar tarafından çok sevilmedikleri için, maruz kaldıkları duygusal şiddet nedeniyle daha öfkeli veya çekingen, duygularını kontrol etmekte zorlanan, empati kuramayan, riskli davranışlarda bulunan bireyler haline gelebilirler. Böylelikle akran niteliği; bireyin kişiliği, duygusal ve sosyal gelişimi açısından destekleyici veya engelleyici olabildiğinden, okullarda duygusal okuryazarlık seminerlerinin başlatılması yetkililere önerimdir.