Ali Ayçil, Usta Konuşmak İstiyor isimli kitabında şöyle diyor: “İnsan pazar günleri renksiz, kokusuz ve kimliksiz uyanır. O, bütün ölmüşlerin zevkle kendini hatırlattığı ve bizi dünyanın bir mezarlık olduğuna inandırdıkları zafer günüdür.”
Pazar günün hepimiz üzerinde farklı bir etkisi var. Kimimiz o günün “renksizliğini” kendimiz renklendirirken kimimiz de sükûnet içinde dinlenmeyi tercih edebiliriz. Bu hafta din hizmetleri görevlisi ve yazar Bülent Acun’la pazar günlerini masaya yatıracağız. Dünyaya, insana ve hayata gönül gözüyle bakmaya gayret gösterdiğini söyleyen Acun’a ilk sorumuz, klasik bir pazar gününü nasıl geçirdiğiyle ilgili. Acun buna şöyle cevap veriyor: “Güne evime en yakın camide düzenlenen sabah namazı buluşmasına katılarak başlarım. Şöyle geniş ve mükellef bir kahvaltı sofrasında ailemle sohbet ve muhabbet etmeye özen gösteririm. Biraz yürüyüş yapar, biraz da kafamı dinler haftaya esaslı bir başlangıç yapmaya gayret gösteririm.”
Tabiatla baş başa kalmak
Acun’a pazarları sıkıntı olmaktan çıkarmak için bir önerisi olup, olmadığını da soruyoruz. Buna cevaben, “Erken kalkmak, eski bir dostu aramak, birkaç şiir okumak, biraz türkü dinlemek, uygun bir mekânda tabiatla baş başa kalmak” diyor. Doğrusu bu öneriler pazarı anlamlandırmaya yeter de artar bile!
Bir öneri: ‘Hıçkırık’ filmi
Şimdi gelelim kültüre ve sanata… Önce beyaz perdeye bakalım ve yazarımıza “Pazar günü izlemek için film önerisi var mı” diye soralım. Acun bize cevaben, “İzleyen herkese adeta bir azim aşısı yapan ‘Hıçkırık’ filmi” diyor. Ardından filmi her izlediğinde fevkalade etkilendiğini belirtiyor.
Acun’un pazar günleri okuduğu kitaplar umumiyetle nükte ve latife kitapları olurmuş. Bunu şöyle açıklıyor: “Böylece hem tefekkür hem de tebessüm etme imkânı bulurum. Son okuma ve anlama tarihi geçmeyecek olan nükte ve latifelerin pazar gününün monotonluğuna ilaç gibi geleceği kanaatindeyim.”
DERİN MUHABBET İYİ GELİR
Peki acaba kendisinin pazar günleri özellikle görüştüğü arkadaşları var mı? Acun, kendileriyle kurduğu dostluğa yıllarını verdiği kadim dostlarını görmeyi çok arzu ettiğini söylüyor. Arkasından ekliyor: “Şahsen onlarla gerçekleştirdiğim derin ve koyu muhabbet bana çok iyi gelir, üzerimdeki bütün yükü de alır.” Acun’un pazar günü gezdiği favori yerleri arasında tarihi camiler, eserler, mekânlar, kitap kafeler, çay ocakları, vakıf ve dernekler varmış. Acun, “Buralarda sadece şehirler değil o şehirlerin sakinleri de nefes alır. Bir şehrin kanaat önderi şair ve yazarları aşağı yukarı buralarda bir araya gelir” diyor.
GURBETE DÖNMEK ÇOK ACI
Acun’a en güzel pazarını sorduğumuzda ise “tabii ki evlendiğim gün” cevabını veriyor. En kötü pazarı ise uzun bir tatilin akabinde, izninin son günü olan pazar günüymüş. Acun, “Hazır Sıla’ya alışmışken oradan Gurbete dönmek gerçekten çok acı” ifadelerini kullanıyor.
PAZAR GÜNLERİ YAŞAYAN BİR ÖLÜ GİBİ
Pazar günleri hoşuma giden, faydaları ve yararlı işlerde çalışmayı çok sevdiğini belirten Acun’a son olarak pazar günü insan olsaydı nasıl biri olurdu sorusunu yöneltiyoruz. Bize şu cevabı veriyor: “Yerinden kalkmaya üşenen, hantal mı hantal, her şeye kapalı, yaşayan bir ölü.”