Ekran işi dost meclisi

TVNet ekranlarından seyirciyle buluşan Bize Müsaade programını yapan Haşmet Babaoğlu, Selahattin Yusuf ve İsmail Kılıçarslan'ın sohbeti hiç umulmadık yerde başlayıp hiç umulmadık bir yerde bitebiliyor. İsmail Kılıçarslan, sadece programda bir araya gelen bir ekipten ziyade bir dost meclisi olduklarının altını çiziyor.

Yeni Şafak Göksan Göktaş

İzleyiciye rollerin önceden dağıtıldığı hissiyatını yaşatan televizyon programlarına aşinayız. Bir nevi “iyi-kötü-çirkin" terkibine… Bir ılımlı, bir sesini en üst perdeye yükseltmeyi şiar edinmiş, bir de her daim 'çamura yatma' melekesiyle dudak uçuklatan 'uzman' kadrosuna… “Uzman" sayısı artsa da güzergâh önceden çizilmiş. Roller belli! İzleyiciye samimi bir “duygu durumu" geçiremediği gibi, “birazdan ortalık karışacak, gerilimli bir şenlik çıkacak" merakıyla, hani balkondan mahalle kavgası izleme keyfi(!) yaşatan programlar. Mevzu fark etmez. Siyaset, futbol ve dahi sanat! “Ben bilirim"ciliğin zirve yaptığı, “ego"nun tehlikeli dehlizlerinde gezinen, sesini en çok yükseltenin kazandığı(!) programlar…

SINIRDAN MÜSAADE İSTEDİLER

İşte yaklaşık sekiz sene önce, bahsettiğimiz program formatına; “çok bilmek"ten ziyade, “çok hissetmeyi" ve anlamaya çalışmayı hayatın soyadı bellemiş “birkaç güzel adam", Meksika Sınırı'yla topsuz tüfeksiz, sessiz sedasız, gücünü samimiyetten alan bir karşı mevzi açtı… Niyet bu değildi tabii! Şairin dediği gibi “her şey birdenbire oldu". Birbirlerinin muhabbet damarını bilen, şiirin, müziğin, yazının ve bazen siyasetin hayatla, insanla kesiştiği yerden “bildiren" bu güzel adamlar, farkında olmadan “başka türlü bir sohbet programı" ekolü ürettiler. Bugün bu fenomen TV Net ekranlarında, “Bize Müsaade" adıyla devam ediyor… Unutmadan arada bir de “Kaçış Planı"yla, “güzel"e doğru bir kaçış yolculuğuna çıkarmıştı izleyiciyi aynı ruh!

FORMAT İNSANIN HİSSETTİĞİDİR

Haşmet Babaoğlu, Selahattin Yusuf ve İsmail Kılıçarslan… Üç isimde de yazarlık da var, şairlik de. Ama hepsinden önemlisi, başkaca dillere tercümesi bile meşakkatli olan, halis muhlis bu toprakların çocuğu olan “muhabbet"ın sırrına vakıflar. Sezon başından beri, Haşmet Babaoğlu'nun dediği gibi “Güncel olandan konuşuyormuş gibi yapıp bambaşka alanlara" götürüyorlar izleyiciyi. Üstelik izleyiciyi, “format icabı" programa dahil ediyormuş gibi yaparak değil, bilakis bazen onların yönlendirmesiyle, muhabbete farklı açılımlar getirerek... Zaten bu yüzden Selahattin Yusuf da, mevzu formattan açılınca, Bize Müsaade'nin samimiyetini ve kurgusuzluğunu “Format insanın hissettiğidir" sözleriyle taçlandırıyor!

DOST MECLİSİYİZ

Bize Müsaade'nin, izleyici kucaklama sırrını ise İsmail Kılıçarslan özetliyor, sadece programda bir araya gelen bir ekipten ziyade bir dost meclisi olduklarının altını çizerek: “Başka türlüsünü gördük çeşitli ekranlarda. Birbirini tanımayan birbiriyle hukuku olmayan, birbirinin dertlerini, karakter zafiyetlerini bilmeyen insanlar televizyonda, en basiti birbirlerine gardlarını alarak konuşurlar… Ben mesela programın hangi anında 'Haşmet abi', hangi anında 'Haşmet bey' ne zaman 'Haşmet beyciğim' diyeceğimi çok iyi biliyorum. (Gülüyor) Selahattin'in sözünü kestiğimde mesela, gerçekten bozulup bozulmadığını anlıyorum. Bazı anlarda gerçekten bozuluyor, bazı anlarda hiç bozulmuyor."

RİLKE'DEN HAKAN FİDAN'A

Madem ekibin, “özel"ine girdik, burada söz savunmanın! “O biraz Lazlıktan kaynaklanıyor" diye tebessüm ederek başlıyor, tatlı alınganlıklarını anlatmaya Yusuf: “Ne anlatacağımı, hangi konuyu nereye bağlayacağımı unuttuğum için oluyor o bazen. Diyelim ki Rilke'den bir dize aklıma geldi. Onu Hakan Fidan olayına bağlayacağım belki arkadaş, sana ne! (Gülüyor) Fakat kafam yetmiyor ki, onu sonra unutacağımı bildiğim için küsüyorum. Fakat karşıda olan insanlar onu bilemez tabi… Hiç önemli değil. Meksika Sınırı'nda da benim dalgınlıklarım meşhurdu. Şunun için, İsmail o kadar güzel bir şey anlatıyor ki, ya da Tarık (Tufan) o kadar güzel bir şey söylüyor, öyle güzel bir yere dokunmuş ki, onu ben içimde hissediyorum. Onun tadını çıkarmak istiyorum izleyici gibi… Dinliyorum o anda."

Bize Müsaade ekibinin 'Hakikat'e daha fazla yaklaşma' çabası; müziği, edebiyatı, felsefeyi ve dahi siyaseti, hapsoldukları sayfalardan, alışılagelmiş kalıplardan kurtarıp, hayatımızla, “iç dünyamız"la öpüştürüyor. Kısacası; Yusuf, Kılıçarslan ve Babaoğlu'nun muhabbet terkibi 'insanı insana, insanca' anlatmaya devam ediyor!

Haşmet Babaoğlu: İsmail'in hiperaktifliğini Selahattin'in dalgınlığını seviyorum

Her geçen gün biraz daha fark ediyorum ki, dünya gurbet. Sevecek çok yanı var, hepsinin değerini de vermekten yanayım ama ne yapayım ki, dünyaya yabancıyım. İkimizin de en iyi hali, benim bir gezgin, onun bir otel gibi göründüğü haller... Eh, böyle olunca da, 'Haşmet abi program ismi önerir misin?' dediklerinde, hep ufaktan buralardan uzaklaşmaya dair deyimler aklıma geliyor.

Bir de güncel olandan konuşuyormuş gibi yapıp bambaşka alanlara uzanmak hevesimiz var. Biraz da o yüzden 'müsaade' istiyoruz.

İsmail ve Selahattin'le yakınlığım zaman içinde sınanmış bir dostluk. Onlarla yapmayacağım da kimle program yapacağım. Ben leb derken leblebi diyorlar. Çok seviyorum bunu. İsmail'in hiperaktifliğine, Selahattin'in dalgınlığına bayılıyorum.

Tabii keşke stüdyolar çok büyük, TV yöneticileri geniş yürekli, TV programı formları daha soft olsa da; ekibe Tarık Tufan'ı, Süheyb Öğüt'ü ve diğer dostları da katsak, diye düşündüğüm de oluyor.

Büyük söylemeyeyim ama kimse bu saatten sonra istemediğim türde ve sadece bir görev olarak bir programa beni ikna edemez sanıyorum. Futbol konuşurken de hoşuma gittiği ve içimden öyle geldiği için konuşuyordum. İş berbat bir “yalan" veya mecburiyete dönüşecek gibi olduğunda futbolu bıraktım.

Bize Müsaade'nin en güzel yanı ne biliyor musun? İzleyicileri... Müthiş bir yakınlık, hatta bir tevafuk var aramızda. Hatta sanki biz değil de onlar yapıyor programı."

İsmail Kılıçarslan: O son çayı içmeyecektik!

“Televizyon uzmanlardan geçilmiyor. Bizim üç adam olarak spesifik uzmanlık alanlarımız var elbette ama o uzmanlık alanlarını televizyonda pazarlama yöntemlerini seçmiyoruz. Bu uzmanlık gerektiren programlardaki uzmanların, hangi alan olursa olsun, heybelerinde bir hesap var, bir ajandası, kırıp dökmemesi gereken yumurta küfesi var. Bizde durum böyle olmadığı için, görüşlerimize katılsın katılmasın bizi takip eden bir kitlemiz var. Dün mesela Twittter'da bir tartışma yaşadık biriyle… Bir takipçim dedi ki, 'hadi bu Cuma sana konuşacak bir şey çıktı, ekmek çıktı'. Çünkü gündelik olarak yaşadığımız hayatı Cuma günü ekrana taşıdığımızın takipçim de farkında. Bu tartışmayı yaptığına göre bu Cuma sana konuşacak şey çıktı diyor. Çözmüş meseleyi. Bazen hiç ummadığımız bir yerden başlayıp ummadığımız yerde bitiriyoruz muhabbeti. Hatta izleyicilerimiz 'içtiğiniz çayda bir şey mi var?' demeye başlıyor. (Gülüyor) Biz de 'o son bardak çayı içmeyecektik' deyip, kendimizle dalga geçiyoruz."

Selahattin Yusuf: Felsefeyi hayatın içine atıyoruz

Entelektüelize etmek gerçekten çok önemli bir hastalık… Her şeyden önce entelektüelize eden insanların kendi hayatlarını ıskalamaları kendilerine bir haksızlık. İnsanlar hayatlarından kaçıyorlar ve onu felsefenin içine fırlatıyorlar. Orada suni bir dünya kuruyorlar kendilerine. Bense tam tersini yapıyorum, felsefeyi olabildiğince hayatımın içine atmaya çalışıyorum. Eğer felsefeyi hayatımızın içine atarsak hayatımızın bir gıdası olur. Ama biz hayatımızı felsefenin içine atarsak o zaman hayatımız felsefenin gıdası haline gelir ki akademik dünyada bunun örnekleri çok fazla. Bu büyük bir tuzak. Çünkü en büyük şey hayattır. Şiir için de, roman için de, felsefe için de bu böyledir. Aslolan hayattır. En büyük hikaye hayattır. Ondan daha büyük bir hikaye daha büyük bir felsefe olamaz. O yüzden bizde yaşam filozofları çok az mesela. Akademik felsefeciler çok fazla. Hayat filozofluğunu edebiyatçılar yapıyor Türkiye'de."