MERVE AKBAŞ - İLKER NURİ ÖZTÜRK
Edebiyat dergileri kendini ispat etmiş hem önemli isimlerin hem de çiçeği burnunda genç yazar ve şairlerin buluşma adresi. Burada yayımlanan eserler ise o derginin kimliğini okura yansıtıyor. Geleceğin edebiyat dünyasında yerini alacak pek çok eserin okurla ilk buluştuğu adres de diyebiliriz. Bu sayımızda edebiyat dergilerinin mutfağına girdik ve burada kendilerine gelen ürünleri yayıma hazırlayan editörlerle konuştuk. Edebiyat Ortamı, İtibar, Yedi İklim, Hece, Kitap-lık, Fayrap, Türk Dili, Karabatak, Türk Edebiyatı dergilerinin editörlerine, “Editörlüğün müdahale alanı nedir? Bunun sınırları var mıdır?” diye sorduk. Yani, bir editör gelen yazılara hangi ölçüde müdahale edebilir, dergilerin mutfağında bu işler nasıl yürüyor? Dünden bugüne edebiyat dergilerinin mutfağında neler değişti? Edebiyat dünyasında isim yapmış birinin eserine editöryal müdahale edilir mi? Bu müdahaleden nasibini sadece gençler mi alıyor? Editörlük mesleği esere müdahale etmek midir yoksa yayınlayıp yayınlamama konusunda fikrini muhatabına iletmesiyle sınırlı mıdır?
Dünden bugüne baktığımızda edebiyat dergisinin mutfağında değişen en önemli şeyin iletişim dili olduğunu söyleyebiliriz. Bugün editörle yazar arasındaki bağ çoğunlukla e-mail üzerinden kuruluyor. Kurulan bağın diline göre editörle yazar arasındaki iletişim de daha ‘mesafeli’ bir hale geldi diyebiliriz. Zira yeni nesil editörler ağırlıklı olarak esere müdahaleden yana değil. Tam aksine eserleri yayımlamak ya da yayımlamamak haklarını kullanmayı –istisnalar dışında- yeterli görüyorlar. “Biz böyle gördük” diyen editörler ise derginin mutfağında eserlerin tartışılmaya açılmasını, gerekirse müdahale edilmesinden yana.
Bazen bir ürüne müdahale bir çok yazar ve şair için sevinçle yad edilirken bazen de o müdahale ‘can sıkıcı’ bir anı olarak hafızada kalır. Peki ölçü ne olmalı? Önce sözü bu alanda en tecrübeli isimlere veriyoruz:
EDİTÖRLÜK DE DEĞİŞTİ
Ankara’da Edebiyat Ortamı dergisini yöneten Arif Ay dergi editörlüğünde oldukça tecrübeli bir isim olarak en başta okuru geçmişle bugün arasında önemli fark olduğu hususunda uyarıyor.“Her şey değiştiği gibi günümüzde edebiyat dergisi editörlüğü de değişti” diyen Arif Ay, şu bilgileri veriyor: “Eskiden insanlar arasındaki haberleşme mektup, telgraf, telefonla sağlanıyordu. Telefon da bugünkü gibi cepte değildi, sabitti. Telefonun seksenlere kadar kullanımı son derece sınırlıydı. Bu zaman diliminde çıkan dergilerin editörleriyle iletişimin teknolojisinin hayli geliştiği günümüzde çıkan dergilerin editörleri arasında farklar var kuşkusuz. Eskiden dergilerin büroları şairlerin, yazarların buluştuğu mekânlardı. Özellikle genç şair ve yazarlar için birer okuldu bu mekânlar. Dolayısıyla, editöre çok iş düşmekteydi. Yazı ve şiirlerini getiren yazar ve şairlerin çalışmaları hemen oracıkta okunur, tartışılır ve yayımlanıp yayımlanmamasına karar verilirdi. Genç şair ve yazarların ürünlerine dair değerlendirmeler yapılır, değerlendirmeler sonucunda metinlerini düzeltip getirmeleri için kendilerine süre verilirdi.”
GÜNÜMÜZDE MÜDAHALE SINIRLI
Arif Ay, geçmişte editörlerin, derginin düşünsel yapısını, estetik tutumunu, öteki dergilerden farklılığını belirginleştiren bir konumları olduğunun altını önemle çiziyor ve ekliyor: “ Günümüzde ise dergilerin elektronik postalarına yığınla yazı, şiir akmaktadır. Editör, bu yazı ve şiir gönderenlerin çoğunu tanımaz. Elektronik postada biriken yayımlanabilecek metinler yazı kurulu tarafından seçilir ve yayımlanır. Bundan dolayı günümüz dergilerinde editörün müdahale alanı son derece sınırlıdır. Dolayısıyla dergilerin çoğu aynı kaynaktan yani elektronik postadan beslendiği için birbirine benzer bir hâle geldiler.”
Edebiyat Ortamı, Hece, Varlık gibi dergilerde gençlerden gelen şiir ve öykülerin değerlendirildiği bölümler in yer aldığını hatırlatan Ay, cümlesinin altını şu sözlerle çiziyor: “Bu değerlendirmelerin genç şair ve yazarlarda nasıl bir karşılık bulduğu da pek bilinmemektedir. Bilinen bir şey var, o da bu tür değerlendirmelerden rahatsız olduklarıdır.”
YAYIN KURULU KARAR VERİYOR
Türk edebiyatının uzun soluklu dergilerinden Yedi İklim bugün 32 yaşında. Derginin Yayın Yönetmeni Ali Haydar Haksal yaklaşık dört kuşağın dergiden geçtiğini sürekli kendini yenileyen ve çoğalan bir dergi olduğunu söylüyor. 1987-1989 yılları ila 1992 sonrasında belli bir döneme kadar ürünlerin ya daktilo edilerek ya da el yazılarıyla kendilerine ulaştıklarını anlatan Haksal o ilk dönemin mutfağıyla ilgili dünden bugüne uzanan süreci şu cümlelerle paylaşıyor: “İlk dönemde öyküye genelde ben bakardım şiire de dergimiz merkezinde yer alan şairler baktı. Ali Göçer, Hasan Selami Binay, Ali Günvar, Kâmil Eşfak Berki, Cevdet Karal, Zafer Acar, Nurettin Durman, Mehmet Özger ile Serdar Kacır baktılar, bakıyorlar. Benim de arada destek verdiğim yönlendirdiğim şairler olmuştur. Bunların kimileri bugün kitap sahibi kimselerdir. Öyküde ise epey bir zamandır derginin yayın kurulu toplanıyor onlar karar veriyorlar. Osman Koca, İsmail Demirel, Fatih Demirel bakıyorlar. Düşünce, makale, deneme türü metinlere ise Osman Bayraktar ile ben bakıyoruz.”
‘ESER KATİLİ EDİTÖR’ DİYE YAZDIM
Haksal’ın anlattığına göre eskiden bu kadar fazla ürün akışı olmazmış dergilerine. Gelen ürünler üzerine de daha sıkı çalışmalar ortaya koyarlarmış. Bu yüzden de “Yanılma payımız çok az olurdu” diyor. O süreci şöyle anlatıyor: “O zaman gelen metinlerden dikkatimizi çeken, parıltısını hissettiklerimizi bir risk olarak da olsa destekledik, dergimizde yer verdik. Öykü yazan genç arkadaşlar ile birebir konuştuk, öykülerini birlikte değerlendirdik. Dil, kurgu, anlatım, yoğunlaşma konularında yön verdik okuma programları sunduk. Teknik konularda hem yön verdik, hem bilgilendirdik hem de yol ve yön verme çabasında olduk. İnternet ortamına geçilmediği ilk dönemlerde kimi müdahalelerimizi genç arkadaşlara mektup ile ilettik. Bunda da olumlu sonuçlar aldık. İnternet ile artık iletişim zor değil anında haberleşebiliyoruz. Sorunlu gördüklerimizi bildiriyoruz. Kimi metinler özellikle öyküde üzerinde kimi uygulamalar ile bilgilendiriyoruz. Genellikle olumlu sonuç alıyoruz. Kimseyi dışarıda bırakma, reddetme gibi bir durum söz konusu değil. Bize gelen ürün sahiplerine ürünlerini aldığımıza dair anında bilgilendiriyoruz. Sonuçlarını da değerlendirmeler yapıldıktan sonra bilgilendiriyoruz. Şiirde ise editörlerimizin uyarılarını kendilerine bildirdik. Metnin özüne zarar vermeyecek şekilde ufak dokunuşlarımız oldu. Buna tepki verenler olunca onlarla olan ilişkimizi kestik. Kabullenen arkadaşlar ile yolumuza devam ettik. Bu konuyla ilgili bir arkadaşın şiirinden bir tek sözcüğüne müdahil olduğumuz için şairin sert tepkisi ile karşılaştık. Ondan sonra artık bu gibi müdahalelerde bulunmamaya çalıştık. Dergide yayımlanan “Eser Katili Editör” ironik öyküm bu konu ile ilgilidir. Usta şairler de olsa özellikle kimi dizelerinden ötürü kendilerini bilgilendirdiklerimiz oluyor. Bunu kabul edip eserlerini yayımlamaya izin verenler olduğu gibi eserlerini çekenler de oldu.”
Haksal, bir editör olarak sadece ürünlerin içeriğine değil dergilerinin yayın ilkesine uymayan eserlerle ilgili tutumunu da ortaya koyduğunu belirterek şunları ekliyor: “İçerik olarak ilkelerimize ters düşen ürünlere kesinlikle yer vermiyoruz. Ürün sahiplerine de bildiriyoruz. Etik, cinsellik, hologramik, yani Tanrıyı kişiselleştirme gibi yaklaşımları ve olumsuzlukları olan eserlere dergimizde yer vermiyoruz. Dergimizden geçen yeteneklerin birçoğu diğer dergilerde yer alıyor. Kimi dergi çıkarıyor kimilerinin kitapları var, gazete yazarları, televizyon programcıları ve akademisyenler, bürokraside yer alanlar çok sayıdadır.”
DOKUNULMAZ METİN YOKTUR
Hece dergisi editörü Hayriye Ünal’a göre ‘dokunulmaz metin yoktur’. Ama bunu neden söylediğini de ayrıntılı bir şekilde açıklıyor. Sözü Ünal’a bırakıyoruz: “Dergi editörü, derginin nitelikli ve ilginç olmasını sağlamak dışında gelen şiir/yazılarla dergi çerçevesinin uyumlu olmasından sorumludur. Editörün ürün talep ederken derginin amaçlarını iyi ifade etmesi önemli. Kendiliğinden gelen edebî ürünlerle ilgili editörün sorumluluğu, muhatabın edebiyat dünyası ile tanışıklık seviyesi, yaşı, okuma tecrübesine bağlı olarak değişir. Yazışma safhasında editör, muhatabını tartarak ürünle ilgili kusurları açık ve net ifade etmelidir. İyi editör, muhatabını gelişmeye ikna eden editördür. Yazarın kişiliği, editörün müdahale alanını belirler. Bazen sadece yönlendirmek, bazen ise yıkıcı davranmak gerekir. Bazen de sadece alan açmakla yetinmelidir bir editör. Ben bilhassa genç şairlerin kendi kimlikleri doğrultusunda gelişmeleri için çabalarım, müdahalelerim kendi amaçları ve ürünleri arasındaki birliği sorgulamaya dönüktür. Şu ya da bu otoritenin edebî hedefleriyle onların ürünleri arasındaki birliği hesaba katmam. Bir başka deyişle onlardaki sıra dışı cevherin yozlaşmadan açığa çıkması -çapaklı ve kusurlu bile olsa- vasat bir ortamın sıradan, aşınmış ama ortalama kriterlerinden çok daha önemlidir. Bu süreçte bir sınır, bir tabu veya kutsal yoktur.”
SINIRI BİLMEK ÖNEMLİ
Kitap-lık dergisi editörü Murat Yalçın öncelikle “edebiyat editörlüğünün kendine özgü yanları var” diyerek bir bu görevi açık bir şekilde okurla şu cümlelerle paylaşıyor: “Yaratıcı yazıyı herhangi bir yazıdan ayıran özellikleri bilmek, korumak dışında metne uygun yaklaşımları bulup geliştirmek de editörün başlıca ödevi. Edebi bir metinde yazarın dili, üslubu, biçimi, söz dağarı, imlası bir bütündür. Editör her şeyden önce bu bütünlüğü gözetmeli, sonra da bu bütünlüğe uymayan hataları düzeltmeli, eksikleri gidermeli. Metnin gelişimine, düzeyine katkı sağlayacak dokunuşlardan söz ediyorum. Bunlar kuşkusuz editörün önemini, değerini ortaya çıkaran işler.”
“Şiir dışındaki edebi metinlerde editörün işleme alanı genişler ama sorumlulukları da büyür” diyen Yalçın sözlerine şöyle devam ediyor: “Burada sayamayacağım inceliklerle dolu, ustalık, hatta yaratıcılık isteyen bir editörlük biçimi ister. “Sınırlar”, “müdahale alanı” dediğimizde, bunlar yazara, editöre, metne göre değişkenlik gösteren çetrefil konular. Yazarların bir bölüğü imlası için editörden destek bekler ama çoğu “kesip biçme”lerden hiç hoşlanmaz. Gördüğüm ciddi yazarlar sadece yayın organını değil başındaki editörü de dikkate alan, söz gelimi yolunu yordamını beğenmedikleri editörden uzak duran kişilerdir. E ciddi editörler de diline, imlasına sahip çıkmayanlarla çıkanları bir kefeye koymazlar... Diyeceğim, “kuşa çeviren” editörlerle “virgülüne dokundurtmayan” yazarların çekişme alanı sandığımızdan daha geniştir.”
SANATA DEĞİL ŞAHSİYETE KATKI SAĞLIYORUZ
İtibar dergisi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Tenekeci bir editör olarak özellikle gençlerin eserlerinden ziyade onların şahsiyetlerine katkıda bulunmanın önemine değinerek şunları söylüyor: “İtibar, bir muhit oluşturma fikri taşıyor. Sebat edemeyen, aidiyet duygusu taşımayan, daha fazla metin yayınlatmaktan başka önceliği olmayan isimler muhitlerde tutunamazlar. Genç edebiyatçıların sadece sanatlarına değil, şahsiyetlerine de katkı yapmak isteriz. Muhit terbiyesi ve edebiyat görgüsü kazanmalarını dileriz.”
Dergiye gönderilen eserler eğer yayın çizgisine uygunsa son okumasını yaptıktan sonra yayımladıklarını belirten Tenekeci, “Bilgi yanlışlığı gibi maddi hatalar olursa, karşılıklı görüşerek düzeltiyor veya metni yeniden istiyoruz. Yine, belli bir olgunluğa ulaşmış edebiyatçılara da gereken özeni gösteriyoruz. Öte yandan, her yazdığımız veya gönderdiğimiz yayınlanacak diye bir kaide yok” diyor.
KUTSAL METİN DEĞİL
“Mütedeyyin camiada ortak kabul görmüş elli isim varsa, kırk tanesi dergimizde yazdı ve yazıyor” diyen Tenekeci, “Genç arkadaşlarda yayın süreci biraz farklı işliyor. Çünkü dergimize her ay yayınlanabilir durumda iki yüz kadar metin geliyor. Bunların tamamını karşılamak maalesef mümkün değil. İster istemez seçmek zorunda kalıyoruz. Mesela yazdıklarına kutsal metin muamelesi yapanlarla yürümüyoruz” diye sözlerine devam ediyor. Gençlerde evvela meziyet ve şahsiyet aradıklarını belirten Tenekeci, “Her edebiyatçının bir üslubu vardır. Kendi tarzınızı henüz yolun başında olan gençlere dayatırsanız, sizi taklit etmiş olurlar. Buradan özgün eser çıkmaz. Bir karakter olarak temayüz edemezler” yorumunu yapıyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor: “Dergi editörü, genç arkadaşlara kılavuzluk yapabilir ancak. Tecrübelerini paylaşır. Uzun ve meşakkatli edebiyat yolculuğu için onların eksiklerini tamamlamaya gayret eder. Hayatlarını ipotek altına almaktan kaçınır. Editörün, metne zarar veren hatalarla karşılaştığı vakit devreye girmesi gerekir.Edebiyat dergilerinde sabit köşeler, anlaşmalı yazarlar yoktur. Editörün beğenmediğini değiştirme değil, yayınlamama özgürlüğü vardır.”
BEĞENMİYORSAK REDDEDİYORUZ
En eski edebiyat dergilerimizden biri de Türk Edebiyatı. Bugüne kadar bir çok genel yayın yönetmeni oldu. Son yıllarda bu görevi devralan isim ise Bahtiyar Aslan. “Öncelikle öykü ve şiir gibi yaratmaya bağlı eserlere müdahale etmeyi tercih etmediğimizi belirtmek isterim. Eserleri beğeniyorsak yayın programına alıyoruz, beğenmiyorsak reddediyoruz” diyen Aslan bunun istisna durumlarını ise şöyle açıklıyor: “Özellikle genç ve istidatlı yazar/şair adaylarını kazanmamız gerektiğini düşünüyoruz. Eserlerinde ışık gördüğümüz arkadaşlarla irtibatı sürdürüyor, onlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. İstanbul’da yaşayanları dergimize davet ediyoruz. “Türk Edebiyatı-Genç Sanat” adında elektronik bir dergimiz var. O dergi etrafında bu arkadaşları buluşturup yetişmelerine katkıda bulunmaya çalışıyoruz.”
MÜDAHALE ETMİYORUM DİYEN ÇIKMAZ
Derginin mutfağında gelen ürünlerle ilgili karşılaştıkları sıkıntıların özellikle öykü ve deneme türü yazılarda ortaya çıktığını bunun da zaman zaman Türkçenin doğru kullanımıyla ilgili problemlerde yaşandığını belirten Aslan, “Deyimlerin, kalıplaşmış ifadelerin kullanımında bir fakirleşme söz konusu. Yanlış kullanımlara müdahale ediyoruz. Bizim dergimiz popüler bir fikir ve sanat dergisidir. Ancak özellikle akademik camiadan yazı gönderen hocalarımız, bilimsel üsluptan kurtulamıyorlar. Tabii oldukça uzun yazanlar da oluyor. Dolayısıyla zaman zaman yazarlarımızla yeniden konuşup yazılarını elden geçirmeleri gerektiğini hatırlatmak durumunda kalıyoruz. Bazen de yazıları kısaltmamız gerekiyor. Türkiye’de bu anlamda “yazıya müdahale etmiyorum” diyebilecek editör bulamazsınız. Editörlüğün gereğidir bu. Sonuç olarak, editörün müdahalesinin kaçınılmaz olduğunu, ancak bu müdahalenin yazının özgünlüğünü bozacak seviyede olmaması gerektiğini düşünüyorum “ diyerek sözlerini tamamlıyor.
YAZI KURULU NE DERSE O OLUR
Dil ve edebiyat dergileri arasında en uzun soluklu olanı Ankara’da yayımlanan Türk Dili dergisi. Bu kadim dergide editör-yazar ilişkisinin nasıl yürüdüğünü sorumlu yazı işleri müdürü Bilal Çakıcı’dan dinliyoruz: “Türk Dili dergisinin editörlük çalışması tamamen kurumun kendi güncel ve tarihsel amaçları doğrultusunda biçimlenmektedir. Dolayısıyla dergiye ulaşan edebiyat metinleri, dil metinleri (sadece öykü, şiir değil eleştiri, inceleme metinleri vb.) Yazı Kuruluna sunulmadan önce bir ön elemeden geçer, bu ön elemede örneğin bir şiir metni, yayımlanmaya değer görüldüğünde Yazı Kuruluna sevk edilir. Yazı Kurulunda söz konusu şiirin tamamı değil de bir kısmının, bir dörtlüğünün yayımlanmasına da karar verilebilir ya da bir öykünün kısaltılması istenebilir. Aynı işlem eleştiri ve inceleme metinleri için de söz konusudur. Özellikle eleştiri-inceleme metinlerinde kullanılan kavramlar, Kurumumuzun dil anlayışına uygun değilse yazarından bu kavramları değiştirmesi ya da daha ayrıntılı bir biçimde açıklaması istenebilir. Yine özellikle bilimsel içerikli inceleme metinlerinde, Türk Dili dergisi benzer metin ve konuları yayımlamak yerine işlenen konu aynı olsa da yöntem ve dil açısından Türkiye’deki özgün çalışmalara, farklı bakış açılarına yer vermeyi amaçlamaktadır. Sözgelimi Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal, Kemal Tahir gibi kişiliklerle ilgili metinlerde bu yukarıda saydığımız özelliklerin bulunmasına özen gösteriyoruz. Bir başka deyişle bizim için dergimizde yayımlanacak eleştiri-inceleme metninde öncelik, Türkiye’de ya da dünyada çok tanınmış bir edebiyatçının ele alınması değil, ele alınan konunun Türkiye’deki benzerlerinin ötesinde, sıra dışı, özgün bir yöntem ve buna bağlı bakış açıları taşımasıdır. Ayrıca Türk Dil Kurumu için kuşkusuz yazım ve noktalama işaretlerinin doğru kullanılması, söz diziminin Türkçeye uygun olması ve sözcüklerin kavramsal alanı çizilirken çağdaş sözlük biliminin verilerinden yararlanılması da özel bir önem taşımaktadır. Dergi editörü olumsuz görüş belirttiği yazılarda bunu gerekçelendirmek ve bu gerekçeleri yazı kuruluna sunmakla yükümlüdür. Bazen yazı kurulu bu gerekçeleri kabul etmeyebilir. Editörün tersine görüş bildirerek herhangi bir yazının veya şiirin yayımlanmasına karar verebilir. Dergi editörünün görev alanı ile yazı kurulunun görev alanı iç içe, birbirini destekler mahiyettedir. Dergi editörü bir yazının ya da şiirin uzunluğu, kısalığı ya da bir yerinin çıkarılması konusunda tek başına yetkili değildir. Editörün aldığı herhangi bir karar yazı kurulundan onay almak zorundadır. ”
GÜZEL OLAN ÖZETLENEMEZ
Gençlerle ilgilenen bir başka dergi Ali Ural’ın yönetiminde çıkan Karabatak. Olgun bir eserin üzerinde hiçbir editörün imla ve gramer hataları dışında düzeltme hakkı olmadığını söyleyen Ural’a göre uzun olduğunu düşündüğünüz bir öyküyü yayınlamayı reddedebilirsiniz ama kısaltamazsınız. Ural sözlerine şöyle devam ediyor: “Valery’nin dediği gibi, “Güzel olan hiçbir şey özetlenemez.” Güzel olmadığını düşünüyorsanız, ya da derginizde yer alması sanat kriterlerinizle örtüşmüyorsa o eseri yayınlamama hakkına sahipsiniz elbette. Oğuz Atay “Korkuyu Beklerken” adlı uzun hikayesiyle ilgili şöyle demiştir bir röportajında: “Bugünlerde hikâye yazıyorum. Kısa yazmaktan başka bir meselem yok; çünkü 60 sayfalık bir hikâye yazdım. Bastırmak güç oluyor dergilerde.” Bu uzun hikayesi yazıldıktan çok sonra 1973 yılında yayınlanır Atay’ın.”
Hoca talebe ilişkisi bağlamında da şöyle bir anekdotu naklediyor Ural, “Mehmet Kaplan, öğrencisi Tarık Buğra’dan edebiyat fakültesinde çıkan Zeytin Dalı dergisinin boş kalan sayfaları için bir hikâye ister. Ancak Buğra’nın yazdığı hikayeyi beğenmez Kaplan. Dahası “Sen hikaye yazamazsın,” der ona. Buğra bu ağır eleştiri karşısında pes etmez ve yeni bir hikaye yazar. “Oğlumuz” adlı bu hikâye Cumhuriyet Gazetesi’nin düzenlediği hikaye yarışmasında ikinci olur. Buğra bir yazısında bu hatırayı anlatırken şöyle demiştir: “Başka hikâyesi olmadığı için, o şaheseri nasıl olsa yayınlayacaktı. Pekala bir şey söylemeden, bir burun kıvırmasıyla geçiştirebilirdi işi. O zaman, hikâyeci Tarık Buğra’ya da nanay!” Nasrettin Hoca’nın testi kırılmadan attığı tokattır bu. Ustalar çıraklarına usta olsunlar diye tokat atarlar.”
ÜÇ TÜR EDİTÖRLÜK VARDIR
Fayrap dergisinin başındaki Hakan Arslanbenzer müdahaleden rahatsız olan isimlerden. “Editör müdahalesi, bazı editörler özellikle genç yazarların kişilik sınırlarını ihlal edecek derecede müdahaleler yaptığı için epeydir konuşulan, şikayet edilen bir husus” diyen Aslanbenzer gençliğinde dergilerde bu tür müdahaleler görmüş biri olarak bu durumdan oldukça şikayetçi. Fayrap’ta ise üç tür editörlük anlayışı geliştirmişler. Bunları şöyle anlatıyor: “Birincisi tamamlanmış metne yönelik düzenleyici editörlüktür. Yazım ve anlamla ilgili hatalar giderilir, bu konuda yazara danışmak gerekmez. Çünkü bu, metnin yazardan okuyucuya daha temiz ulaşmasını sağlayan, editörün bilgi ve becerisiyle kendinden çok yazara hizmet ettiği işçiliktir. Fayrap’la bir iki yıl çalışan her genç yazarı bu editoryal işçiliği yapabilecek seviyeye getirmeye çalışıyoruz. Kendi içimizden editör yetiştirmek bizim yirmi yıldır devam ettirdiğimiz küçük bir gelenek. İkinci tür editörlük, eleştirel kapasiteyi gerektiriyor. Özellikle genç şairlerin ilk eserlerini eleştirel bir gözle okuyup geri besleme olarak bunu onlarla paylaşıyoruz. Fayrap’ın en sevilen hizmeti bu diyebilirim. “Yayımlamasanız da okuyup fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim,” gibi ifadelerle dolu binlerce posta alıyoruz her yıl. Üçüncüsü, kime neyin nasıl yazdırılacağı. Birinci tür editörlük işçilik, ikincisi eleştirel müdahale ise buna da herhalde ustalık diyebiliriz. Yazara konuyu teklif edersiniz, yazının koordinatlarını da verirsiniz. Gelen sonuç parlaksa yazar, editör ve okuyucu hep beraber bir adım ileri atmış olur. Ben asıl editörlüğün bu sonuncu olduğuna inanıyorum.”