Edebiyatımızın çınarlarından, “Yedi Güzel Adam”ın son kalesi, “Gül Yetiştiren Adam” Rasim Özdenören’in sağlık sorunları nedeniyle bir süredir tedavi gördüğü Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde vefat ettiği haberi hepimizi derinden üzdü. Şair Alaeddin Özdenören’in ikiz kardeşi olan, 82 yaşında hayatımızdan ayrılan Türk öykücülüğünün önde gelen isimlerinden büyük usta Özdenören, yıllarca öyküleriyle ve denemeleriyle birçok nesilde silinmez bir iz bıraktı. Özdenören hayatı boyunca Eskiyen, Oda, Yolda, Kan Otları, Mani Olunmuş Adam, Ricat, Çark, Sabah, Koridor, Düğüm Çok Sesli Bir Ölüm, Çözülme, Gül Yetiştiren Adam Denize Açılan Kapı, Kuyu, Ansızın Yola Çıkmak, Hışırtı ve Toz, Denize Açılan Kapı, Uyumsuzlar ve Kent İlişkileri’nin de aralarında bulunduğu çok sayıda önemli esere imza attı. Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan, Erdem Bayazıt ve Alaeddin Özdenören ile 1976’nın sonunda “Mavera” dergisini kuran Özdenören, hikâye ve yazıları Varlık, Türk Sanatı, Arayış, Hamle, Dost, Soyut, Yeni İstiklal, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Yeni Devir, Yeni Zemin, Yedi İklim, Kaşgar, Hece, Zaman, Yeni Şafak, Yeni Dönem’de yayımlandı aynı zamanda. Bütün eserleri İz Yayıncılık’tan çıkan usta isim en son aylık yayımlanan Hece Dergisi’nin yayın yönetmenliğini üstlenmişti. Yakın dostları Necip Tosun, Abdullah Harmancı, Eren Kahraman ve Ali Ulvi Temel anılarını bizimle paylaştılar.

Ali Ulvi Temel - Yazar
Rüzgar bizim gençliğimizde farklı esiyordu
Eren Kahraman - İz Yayıncılık Yöneticisi
Evini İstanbul’a taşımak istiyorduk
GECE TELEFON GÖRÜŞMELERİ
Hastanede ziyaret ettiğimizde rahmetli Asım Abi’nin kitabının sunuşunun son şeklini düşünüyordu. Ustasıydı sonuçta. Düşünmeden yapamazdı. Genelde gece saatlerinde çalışmayı sever, bu nedenle telefon görüşmelerimiz hep gece 12’den sonra gerçekleşirdi. Metinleri gözden geçirirken bir yandan da hafızayı tazeler, yaşanmışlıkları, o satırlardaki öykülerinin öykülerini anlatırdı. Çok keyifliydi onu dinlemek. Özellikle öykülerinin serüvenini keşke herkesin dinleme fırsatı olsaydı. Rasim Abi ile dostluğunuzda kendisinin bir gün Faulkner’ın Doktor Martino’sunu, bir gün Necati Öner’den Klasik Mantık kitabını ya da İlhan Kutluer’in Felsefi Gök Kubbemiz’den bir bölümü kendi notlarıyla birlikte okuduğuna tanık olabilirsiniz. Tasavvuf sohbetleri saatlerce dinlenirdi. Mehmed Özçay’ın eserlerini çok severdi. İyi bir sinema izleyicisi ve eleştirmeniydi. Hiç, birine kızdığını ya da kırıldığını görmedim. Naif bir insandı. İnsanlarla konuşmayı, yeni insanlar tanımayı çok severdi. En mutlu olduğu anlar okurlarıyla buluştuğundaydı. Rahatsızlığı döneminde en çok imza günlerine hasret çekerdi. Nitekim bu hasretini son aylarda gidermiş ve internetten çok sayıda kitabını hasta haliyle imzalayıp okurlarına ulaştırmıştı. Bu azim ve tutku onu yaşama bağlıyordu. Biz de onun bu tutkusundan ilham alıyoruz.
Necip Tosun - Yazar
Yoldaşlıkla geçen kırk yıl
Rasim Özdenören yirmili yaşlarda tanıştığım daha sonra edebiyat dostluğu yanında, ağabey kardeş ilişkisi geliştirdiğim bir üstadımdı. İlk tanıştığım günlerde okuması için bir öykü getirmiştim. Devlet Planlama Teşkilatındaki odasındaydık. Getirdiğim öyküyü okudu, Beğendi. Mavera’ya bırakmak için öyküyü aldı. Sonra “İntihar etmeyi düşünüyor musun?” dedi. “Hayır Efendim, asla” dedim. “Bu yaşta intihar öykülerinden çok aşk öyküleri yazmalısın.” Uzun süre intihar üzerine konuştuk. Çalışmalarından söz etti. On yıldır yazamadığı bir romanı için Manavgat’a gideceğini anlattı. “Abi” dedim, “Ben herkesin yaptığını yapmak istemiyorum yeni bir şey yapmak istiyorum.” Rasim Abi bana baktı ve “Herkes gibi” dedi. Cevap çok hoşuma gitti. “Şüphesiz, evet abi” dedim. İki saati aşkın süre Rasim Abi’yle birlikte sanat edebiyat konuştuk.
ÖYKÜLERİ ÜZERİNE KİTAP YAZMAK
Unutamadığım ikinci hatıram ise kendisi hakkında yazdığım Türk Öykücülüğünde Rasim Özdenören kitabımla ilgili… Bizde ne yazık ki, bildik yaklaşımlar nedeniyle edebiyatçılar bir şekilde hak ettiği ilgiyi göremiyorlar. Bunlardan biri de Rasim Özdenören’di. Ben de öyküleri üzerine kitap bütünlüğünde bir çalışma yapmaya karar vermiştim. Aslında yazdığım ilk öykülerimi okuyan Rasim Özdenören’in öyküleri hakkında kitap yazmayı çok önceleri kurmuştum. Uzun süredir Türk Öykücülüğünde Rasim Özdenören kitabını hazırlıyordum. Bu dönemde sık sık Rasim Bey’le görüşüyor, onun eski öykülerine bakıyor, albümlerini karıştırıyor, öykü dünyasını anlamlandıracak hayatından ipuçları tespit etmeye çalışıyordum. Yazıların gidişinden haberler veriyordum. Yazıların bir kısmını da ara ara yayınlıyordum. Çalıştığı DPT’den çıkışında buluşup mevsimiyse balıkçıya uğruyor, değilse kitapçılarda vakit geçiriyor sonra Kurtuluş’taki Dede Efendi Sokağı’na kadar birlikte yürüyorduk. Yol boyunca edebiyat, dergiler, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve diğer isimleri konuşuyorduk.
Türk Öykücülüğünde Rasim Özdenören çalışmam bittikten sonra yayımlanmadan kendisinin görmesini istedim. Rasim Bey’e dosyayı verdim. Aradan bir ay geçtikten sonra birlikte evine doğru yürüyorduk. Ama o çalışmadan hiç bahsetmiyordu. Endişelendim. Acaba kitapta ağır şeyler mi söyledim diye? Tam eve yaklaşmıştık “Abi” dedim, “çalışmayı nasıl buldunuz?” Durdu, bana döndü. Kalın gözlük camları arkasında gözlerindeki coşkuyu, hüznü ve buğuyu görebiliyordum: “Nasıl mı buldum? Hayatımda okuduğum en güzel kitaptı!” dedi. Tam başının üzerinde Dede Efendi’nin güvercinleri havalanıyordu. Bu sözlerin kitaba ilişkin bir edebî değer ifadesinden çok içinde bambaşka duygular barındırdığını ikimiz de biliyorduk.
Abdullah Harmancı - Yazar
Özden metinler ördü
Televizyon spikeri, acı haberi veriyor: Fakat spiker, “Özdenören” soyadını telaffuz ederken zorlandı! Ne kadar tuhaf! Bu zorlanış beni tam otuz beş sene öncesine götürdü. Karaman İmam Hatip Ortaokulu öğrencisiyim. Sanırım ağabeyimin elinde bir kitap gördüm. Veyahut elindeki dergide bir kitap tanıtılıyordu. Yazarın soyadını bir türlü okuyamıyor, seslendiremiyordum. Okul kitaplarından bildiğim yazarların hiçbirinin ismine, soy ismine benzemiyordu. İşte bu anı, önce okuru, ardından dostu olduğum Rasim Özdenören’le birlikte geçireceğim, bugüne kadar süren edebiyat yolculuğumun başlangıcıdır. Allah var, pandemi döneminde en çok Rasim Özdenören’in ölüm haberini almaktan korktum. Bu korkuyu haklı çıkartacak bir hastalığı vardı. Bu dönem sağ salim atlatıldı, diye seviniyordum. Böyle oldu. Hüküm Allah’ındır. Rasim Özdenören, soyadının çağrıştırdığı gibi bir yüksek anlatma yeteneğine sahipti. “Özden bir örme”… Daima okurla arasına mesafe koyarak… Daima duygularını uzakta tutarak… Daima okura metnin özünden kaynaklanan bir okuma, takip etme zevki katarak… Daima anlatının içinde kalmanızı sağlayarak… Durmadan ördü… Faulkner, Joyce, Dostoyevski çevresinde dolaşan ama hep Özdenören olarak kalmasını bilen usta bir yazardı. Hiçbir zaman kitlelerin yazarı olmadı.
Edebiyatı anlama ve sunma biçimi, metinlerinin derinliği, iç eylemlerde yoğunlaşması onu geniş kitlelere mâl olmaktan “korudu.” Gerçek bir anlatı ustasıydı. Gerçek bir kurmaca zirvesiydi. Kitleler Özdenören’i yeterince elit buldular. Zevkleri onu benimsemelerine izin vermedi.
Son sözüm şu olsun: Otobanda, arabanızla 160 km hızla giderken, solunuzdan hayal gibi akıp geçen arabalar görürsünüz. Aslında göremezsiniz. Sadece bir renk seli geçer gider yanınızdan. İşte Özdenören böyle bir yazardı. Sol şeritten geçip gittiğini anlamanız zaman alırdı.