Uzun bir süreden bu yana Türk dizileri yurtdışında büyük bir ilgi görüyor. Bu ilgi de gün geçtikçe artıyor ve yayılıyor. Bugün sadece Arap ülkelerinde değil, Türkî cumhuriyetlerde, İspanya’da, Güney Amerika’da Türk dizileri izleniyor. Yurtdışına ihraç ettiğimiz dizilerin sayısı çoktan bir elin parmaklarını aştı. Geçtiğimiz hafta ünlü oyuncu Haluk Bilginer’in aldığı Uluslararası Emmy Ödülü de bize Türk dizilerinin gördüğü ilginin altındaki nedenleri yeniden sorgulattı. Hemen ardından Malezya Kraliçesi Azizah Aminah Maimunah Iskandariah’in sosyal medya üzerinden Türk dizilerini tavsiye etmesi de hem ulusal hem de uluslararası basının dikkatini çekti. Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfı (TÜRSAK) Başkanı Elif Dağdeviren Türk dizilerinin stratejik adımlarla markalaşması gerektiğini ve bunun dünyada oluşturacağımız imaj için de önemli olduğunu söylüyor. Dizi ve sinema sektörünün dünyadaki karşılığını, bu konuda yapılacakları, başarılarımızın dış politikaya kadar olan yansımalarını konuştuğumuz Dağdeviren, “Eğlence sektörünün oluşturduğu algı ve yaydığı propaganda dış politikayı bile etkiler. Bizim hikâyelerimizi, bizim istediğimiz biçimde, iyi prodüksüyonlarla dünyaya sunarsak tüm imajımızı da istediğimiz biçimde şekillendirebiliriz” diyor.
Bugün Türkiye’de çekilen diziler Arap coğrafyasında, Türki cumhuriyetlerde, İspanya’da, Güney Amerika’da yani dünyanın farklı bölgelerinde sevilerek izleniyor. Bizim hikâyelerimizin bu insanlarda nasıl bir karşılığı var?
Arap ülkeleri ve Türkî cumhuriyetlerindeki ilginin nedenini anlamak kolay. Bu toplumlar için Türkiye örnek ayrıca da nev-i şahsına münhasır bir ülke. Çünkü bazı net gerçeklerimiz var. Anadolulu, Müslüman, geleneklerine bağlı bir ülkeyiz ancak modern ve açık bir yönümüz var. Bu bazı ülkeler için özenilesi bir durum. Geleneklerinden, dinlerinden vazgeçmeden daha modern bir hayat yaşayabileceklerinin bir göstergesi gibi. Bunun yanında bazı öykülerimizin kökenleri de bir. Ancak diğer bölgelerin ilgisi biraz değişik. İnsana dair hikayeler bir ama bizim anlatımımız ile onları seyir kültürleri paralel diyebiliriz. Amerika üretim ve dağıtımda çok iyi. Ancak üretimin, tekniğin, yeteneğin devamı gelse de hikayelerin devamı gelmeyebilir. Amerika kendi hikâyelerini tüketti. Çünkü o kadar derin kökleri yok.
ANADOLU DOKUNULMAMIŞ BİR HAZİNE
Bizim ise tüketilmemiş öykülerimiz var diyorsunuz...
Anadolu topraklarından 100 yıllık Hollywood işi çıkar. Nereye dokunsanız orijinal bir fikirle, öykü ile karşılaşabilirsiniz. Efsanelerimizden tarihi olaylara, günümüz öykülerinden romanlara kadar burası dokunulmamış bir hazine.
Sizce dünyanın dikkatini çekecek hikayelerimiz neler? Neler üzerine çalışılmalı?
Özellikle ben yıllardır Mevlana ile ilgili büyük bütçeli güçlü bir film yapılması gerektiği söylüyor ve uğraşıyorum. Bunun şimdiye çoktan yapılması gerekiyordu ama maalesef önceliği İran’a kaptırdık. Şimdi doğal olarak kendi açılarından anlatacaklar. Ancak o düşük bütçeli bir film yani bizim hala güçlü ve doğru bir film yapma şansımız var. Bu nedenle hızlı bir biçimde bu konuda harekete geçmeliyiz. Bunun dışında Barbaros Hayrettin Paşa gibi önemli ve dünyada karşılığı olan figürler, bugün dünyada inanılmaz merak uyandıracak dizilere, filmlere dönüşebilir. Bugünün romanları üzerinden de düşünmeliyiz. Örneğin Buket Uzuner ve İskender Pala’nın kitaplarının film veya dizi yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bizim hem hikâyelerimiz var hem de prodüksiyonda iyiyiz. Burası aranan cevher. Dolayısıyla buradan çıkan işler de dünyanın dikkatini çekiyor.
DÜNYA DİLİNE UYARLADIK
Ama her işimiz de orijinal değil. Örneğin Kore’den aldığımız formatlar var.
Evet, Güney Kore formatlarını alıyoruz. Türkiye onlar için ciddi bir gelir kaynağı. Ama bizim dönüştürdüğümüz formatı da dünya bizden alıyor. Kore’ye ödediğimizden çok satarak kazanıyoruz diyebiliriz. Seyir empati üzerine kuruludur. Güney Koreli’den izlerken değil, bizim oyuncumuzdan izlediğinde empatiyi daha rahat yapıyor. Doğu toplumları da özendiklerini görüyor. Hem batıya hem doğuya oynuyoruz.
Peki ya Güney Amerika bu sistemin neresinde? Onlar niye bizim dizilerimizi istiyor?
İş hayatıma Köle İsaura dizisinin çevirilerini dublaja uyarlayarak başlamıştım. Güney Amerika’yı ilk o diziyle tanıdım. Sonrasında ziyaret ettim, araştırdım. Aslında çok fazla bize benzeyen bir yapıları var. Lisanları dışında bizimle o kadar benzerler ki... Dolayısıyla dizilerdeki hayatlar, sorunlar Türkiye’de olduğu kadar orada da dikkat çekiyor.
Bizim dizi sektöründe zayıf olduğumuz noktalar var mı?
Oyunculuklarda dünya standartlarının hala gerisindeyiz. Ama özellikle yan karakterlerdeki çok çok iyi oyunculuklar başrol için tercih edilenlerin karizması ile birleşince o da pozitif dikkat çekici oluyor.
Peki ya sinemamız...
Televizyon artık çok daha yaygın bir platform. Bir ülkeye önce dizileriniz gider, sonra sinemanız, sonra da ekonominiz ve elbette oralarda kurguladığınız imajınız. Genç nesil artık tüm seyrini ekranları üzerinden yapıyor. Bu nedenle en güçlü adım da diziler oluyor.
Kültür politikası olmalı
Bu adımların ne gibi yararları olacak?
Bugün K-POP dedikleri ve dünyayı birbirine katan o akımın arkasında Güney Kore devleti var. Bu onların kültür politikasının sonucu. Biz de dünyadaki imajımızı dizilerle, filmlerle istediğimiz biçimde düzenleyebiliriz. Hazır bu yükseliş gelmişken yenilerini tasarlamamız, desteklememiz, üretmemiz gerekiyor.
Başarıların devamını sağlamak için neler yapmalıyız?
Öncelikle bir kültür politikası hazırlanması gerektiğini fark etmeliyiz. Bununla ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın çalışmaları olduğunu da biliyorum. Bir ekip kurulmalı ve bu ekipte sadece yapımcılar değil iletişimciler, stratejistler de yer almalı. Kültürün bir gelir kaynağı olduğunu, ciddi bir ekonomisi olduğunu öğrendik artık. Ama ayrıca dünyadaki en önemli lobi ve algı operasyonu popüler kültürle olur. Özellikle de diziler ve sinema ile.
Ekranla ne tür bir etki oluşturulabilir?
Size çok önemli iki dizi örneği vereyim. Designated Survivor isimli dizinin ilk sezonunda FETÖ’nün devlete sızma çabasına benzer bir yapılanmayı izledi izleyenler. Sonra ikinci sezon 7. bölümde inanılmaz bir ürün yerleştirme yapıldı. Dizide Türkiye’ye karşı bir propaganda yapıldı. Hikayelerine göre Türkiye’den Amerika’ya gelen bir profesör var ve senaryoda entelektüel, başarılı, mükemmel biri gibi sunuluyor. Ama Türkiye onu anlayamamış, karşıt olaylar protestolara dönmüş. Sonunda hocanın kazanıp, Türkiye’nin kaybettiği bir final izliyoruz. Ben görüştüğüm politikacılara bunu anlattığımda şaşırıyorlar. Eğlence sektörü insanı, toplumları bu tür hikâyelerle yönlendiriyor. Bu dizileri politikacılar izlemedikleri için sanıyorum bu sektörün nasıl kullanılabileceğinin de farkında değiller. Etkisinin farkında değiller. Aynı durum Homeland isimli dizide de yaşandı. 3. sezonunda baş roldeki ajan İstanbul’a yerleşecekti. Dizi Türkiye’de devam edecekti ancak izin alamamışlar. Dizi Pakistan’da devam etti. Geniş bir kitlenin izlediği o dizide var olamayarak Türkiye büyük bir fırsat kaçırdı, hatta adı karşıt ülkeler arasında anılıyor zaman zaman. Demek istediğim bu iş yasaklarla, olmazlarla ilerlemiyor. Tam tersine burada çekilmelerini sağlamak, Türk yapımcılarla ortaklık kurmalarına ön ayak olmak hatta gerekirse ortak sinema dilini kullanmak şartı ile hikayelerini veya çekimde göstereceklerini düzletecek yorumlarda bulunabilmemiz gerek.
Yani diziler bu anlamda önemli bir kapı açar diyorsunuz...
Artık biraz birbirini tamamlayan dizilerle yurtdışındayız. Sağladığımız dalganın devamı için sürekli daha iyi, farklı, bize ait ama evrensel dili olan içeriklere yoğunlaşmalıyız. Bir o kadar da yurtdışındaki dizilerde, filmlerde hangi koşullarda, nasıl doğru yer alırız diye düşünmemiz, Türkiye’ye gelecek yapımları daha ciddiye almamız gerekiyor. Türkiye’de çekilmiş yabancı yapımların çoğunda yaşadığınız şehri tanıyamazsınız. Olumsuz bir imaj yansıtılır çünkü lanse etmek istedikleri bambaşka olabiliyor. Buna müdahil olmamız gerekiyor. Çünkü eğlence sektörünün oluşturduğu algı ve yaydığı propaganda dış politikayı bile etkiler. Kendi hikâyelerimizi, bizim istediğimiz biçimde, iyi prodüksiyonlarla dünyaya sunarsak tüm imajımızı da istediğimiz biçimde şekillendirebiliriz.
Haluk Bilginer’in güçlü bir geçmişi var
Haluk Bilginer’in ödül alması insanlara yeniden Türk dizilerinin başarısını hatırlattı. Bu ödülü siz nasıl yorumluyorsunuz?
Amerika’nın kendi ürünlerine ait ödülleri var. Oscar, Emmy gibi… Bir de uluslararası ödüller var. Oscar’da tek kategori olarak, en iyi yabancı film ödülü veriyor. Ama televizyon çok geniş skalada aday sahibi. Onun için Emmy de teknik, uluslararası gibi ayrı törenlerle ödüllendiriliyor. Kendi internet sitesinde de Sisters Organizations üzerinden International Emmy Awards’ı görebilirsiniz. Amerika, beyin göçüyle Amerika oldu. Yetenekli, zeki, iş yapan isimleri işe alarak, vatandaş yaparak büyüdü. Eğlence sektöründe de misal Oscar’da her sene tüm dünyaya çağrı yapıyorlar ülkenizin en iyisini seçip yarışmaya bize gönderin diye. Her ülkenin en iyileri oraya gidiyor. Bizler de tüm dünyadan oraya gidip resmen kamp kuruyoruz. Yüzlerce yapım içerisinde dikkat çekmemiz gerekiyor çünkü. Hediyeler, gösterimler, davetler ve tabii lobi faaliyetleri... Bu uluslararası ödüller Amerika için inanılmaz bir yetenek havuzu demek. Gözünü de bu yeteneklere dikiyor. Haluk Bilginer’in zaten çok güçlü bir uluslararası oyunculuk geçmişi olduğu için muhtemelen şimdi teklifler yağacak. Yapımcısı Ay Yapım’ı da tebrik etmek gerek. Doğru iletişim olmadan kendini göstermek zor. İnanmışlar ve karşılığını da aldılar. Bu tür ödüller diğer Türk dizilerine de dikkat çekecektir.