Fırtınalı yılların düşünce duraklarından biri olan Marmara Kıraathenesi, edebi ve siyasi şahsiyetlerin uğrak yeriydi. Mekanın tarihi, tanıklarıyla birlikte akademisyen yazar Cem Sökmen tarafından kitaplaştırıldı. İlk kitabında İstanbul’un 19 kahvehanesini anlatan Sökmen, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ yayınları arasından çıkan “Marmara Kırathanesi: Beyazıt’ta Bir Hayat Sahnesi”nde yakın tarihimize odaklanıyor. Türk Ocakları, Kubbealtı Vakfı’ndaki sohbetlere katılan Sökmen, Çorlulu Ali Paşa Erenler Çay Bahçesi’nin turistlerin hakimiyetine geçmesinden önceki son demlerine de yetişmiş. Konu Marmara Kıraathanesi olduğundan müdavimleri de unutmadık. Her ay toplanan Marmaratörler’den Ahmet Nuri Yüksel, Fethi Erhan, Halil Duruk, Necati Fazıloğlu, Reşat Şen ile bir araya gelip anılarını da dinledik. Yazar Cem Sökmen ile de kitabın ve Marmara Kıraathenesi’nin hikayesini konuştuk. Röportajımızdan kısa bir süre sonra Ahmet Nuri Yüksel beyi kaybettik. Dışarda bir fotoğraf istediğimizde rahatsız olduğunu belirtmişti ancak dinç görüntüsü ve ateşli anlatımlarıyla hepimizden genç görünüyordu. Sağolsun Marmara Kıraathanesi hakkında bizimle birçok bilgi paylaştı. Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine baş sağlığı dileriz.
* İlk kitabınız “Eski İstanbul Kahvehaneleri”nde 19 mekan bulunuyor. Arasından Marmara’yı seçmenizin sebebi nedir?
İlk sebebi bu 19 mekan içinde en son kapanan yer olması. İkinci sebep ise benim yaşayan müdavimlerden çoğunu tanımamdır.
“DÂHİLER VE DELİLER” İLHAM OLDU
* Marmara Kıraathanesi’ni yazmaya nasıl başladınız?
Marmaratör olmayan Nusret Özcan ve Mehmed Niyazi’nin çevresinde bulunup sohbetlerini dinliyorduk. Sonra “Dâhiler ve Deliler” yayınlandı. Mehmed Niyazi’nin bu romanında Marmara Kıraathanesi’nin bir dönemi anlatılıyor. Kitap çığır açtı. Marmara üzerine sohbetler ve dergi gazete yazıları arttı. Ben de bu yıllarda üniversiteyi bitirip lisans üstü yapma niyetindeydim. Editörlük ve gazeteclik de yaptım. Bu sayede birkaç kuşaktan insanlarla beraberliğimiz sürdü. Bu ilhamla kitaba başladım.
KÜÇÜK BİR İLÇE GİBİYDİ
* Marmara öncesindeki toplanma yeri neresi?
Marmara Kıraathanesi’nden önce bütün okur yazarların buluştuğu mekanların en önemlisi Küllük’tür. 57-58’deki kentsel dönüşüm döneminde bir yandan Vatan Caddesi açılırken bir yandan Beyoğlu düzenleniyordu. O sırada kapanmış. Ağırlıklı olarak İstanbul Lisesi hocalarının, köklü lise hocalarının ve öğrencilerinin, yayıncıların, gazetecilerin çok sık kullandığı bir yerdi. Küllük yıkıldıktan sonra onun müdavimleri Marmara’ya gitmeye başlıyor.
* Marmara Kıraathanesi’nin özellikleri nedir?
Marmara Kıraathanesi koca bir binanın parçası aslında. Binada otel, sinema ve düğün salonu da vardır. Arka tarafının bildiğiniz kahvehanelerden bir farkı yoktu. Emekli öğretmenler ve akademisyenlerden oluşan bir yapısı vardı. En dikkat çekilmesi gereken tarafı yakın semtleri içine aile hayatı ve öğrenci evlerinin bir parçası olmasıdır. Şimdinin küçük bir ilçesi gibi günlük hayatta doğal karşılaşmaları da sağlayan bir ortam söz konusu.
* Kitap Marmara’ya odaklı ama arkada eski İstanbul da anlatılıyor. O günlerden bugüne doğru baktığımızda değişimi nasıl yorumlarsınız?
Marmara Kıraathanesi’nin hem uzun süre değişmeyen İstanbul’a hem de değişen İstanbul’u gören bir yanı vardı. Marmara ve İstanbul’un altın çağı 1948 ile 1970 arasıdır diyebiliriz. Türkiye’de 1950’lerin başında yavaş yavaş hızlanan bir iç göç hareketlilği var. 70’de 2 milyon, 84’te 4 milyonu geçiyor. İstanbul’la ilgili çalışmalar için çağrılan yabancı mimarlar 50’lerde yapılan mimar hareketlerini şehrin en fazla 3 milyon olacağını düşünerek çalışma yapmışlar. Şehir Eyüp, Üsküdar, Beyoğlu’ndan, boğazda bulunan köylerden ibaret sayılırken olağanüstü bir büyüme gerçekleşti. Şimdi ne o pastahaneler, çayhaneler anlamını yitirdi. Benim üzerine araştırma yaptığım 19 mekan kayboldu. Müdavimlerden biri Kartal’da diğeri Beylikdüzü’nde oturuyor. Rastlaşma gibi bir ihtimal kalmadı. Kahvehaneler insanların haberleşme mekanıydı. Kahvehanelerde zaman zaman musiki takımlarının temsilleri olurmuş. Tanpınar’dan da okuruz, televizyon çıkınca kahvehanelerden musikiyi kovdular diyor. Sırayla radyo, televizyon ve internet yüz yüze iletişimi azaltmış durumda.
TOPÇU VE ATSIZ DA MÜDAVİMDİ
* Siyasi gelişmelerin devamında 70 sonrasında Marmara’da nasıl bir değişim yaşanıyor?
12 Mart 1971 hem Türkiye için hem Marmara için bir dönüm noktası. Milliyetçi muhafazakâr zemin içerisindeki müdavimlerin yanı sıra sol görüşlü insanlar da geliyordu. O dönemde orası adeta sığınak vazifesi görevi görüyor. Sadece bunlar değil de kapalı çarşı esnafı, ilkokul mezunu olduğu halde kitapla sohbetle ilgisi olanlar, eski yeni siyasetçiler de var ve sohbete katılıyorlar. Anadolu’dan gelen öğrenci sayısı da artıyor. Siyasetin değişimi, dergiler, gazetelerin çoğalmasıyla zamanla daha parçalı bir Türkiye ortaya çıkartıyor. 75 sonrası artan sağ sol çatışması Marmara Kıraathanesi’nin atmosferini değiştiriyor ve çoğu mekandan ayaklarını çekiyor.
* Mekanın çevresine baktığımızda neler görüyoruz?
Şimdi gerçekten de o yıllarda bugünküne bürokrasi az. Özellikle okur yazarlar birbirlerine kolay ulaşabiliyorlar. İş ve aile hayatının bütünleştiği bir hayat içerisinde yaşıyorlar. Sahaflar Çarşısı, Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısı, dergiler, yayınevleri, kitabevleri burada ve çalışan insanlar birbirlerini tanıyor. Bazı mekanların müdavimleri oluyor. Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Nihal Atsız gibi üstad kabul edilen bazı isimler var. Buradaki sohbetler evlere taşınıyor, evler herkese açık. Her cumartesi Nurettin Topçu’nun evine öğrenciler geliyor. Başka gün Necip Fazıl’a veya Atsız’ın Maltepe’deki evine gidiyorlar. Bu üstadlar bir yandan öğretmenlik, gazetecilik yapıyor bir yandan dergide yazıp kitapları var kitapları çıkıyor. Çevrelerinde insan havuzu oluşuyor.
Nusret Özcan köprü şahsiyetti
* Çalışmayı Nusret Özcan’a ithaf ediyorsunuz. Onunla ilgili ne söylemek istersiniz?
Ben Nusret abiyi üniversite öğrenciliğim sırasında Yazarlar Birliği’nde Mustafa Kutlu ile otururken görürdüm. Öğrencilliğin verdiği çekingenlikle yanlarına oturamazdık. Ölümünden iki yıl önce tanıştım kendisiyle. Kitap vesilesiyle tanıştım. Merhum Ömer Lütfi Mete ile Nusret Özcan’ın dünya gözüyle gördüğü son kitaplarının editörlüğünü yapmış olmak, hayatta en büyük şeref duyacağım işlerimdendir. İkisinin hikayelerini dergilerden derleyip önlerine koydum, yayınlanmasını rica ettim, kabul ettiler. Hatta Nusret abi kapak eskizini ölümünden 5 gün önce görmüştü ancak kitabı eline alamadı. Rahmetli Nusret abinin kendisi bir maramaratör değildi ancak bir köprü şahsiyetti. Hem marmaratörlerle hem de seksen sonrasındaki Erenler Çay Bahçesi gibi ortamların yıldızı olmuş birisi. Ben Nusret abiyi o zincirin en önemli halkalarından birisi olarak gördüğüm için kitabı ona ithaf ettim.
Herkes herkese tahammül eder kızan kalkan giderdi
* “Komünistler de vardı, ılımlı solcular da vardı. Kavga edilmezdi orada. Her şey konuşulurdu. Herkes herkese tahammül eder, kızan kalkan giderdi. Son Osmanlı İzzeddin Şadan vardı, Erol Güngör vardı. Bir sisteme uymayan, çıkıntı adamlardı hepsi ama üzerlerinde sindirilmişlik vardı. 71’den sonra Marmara’nın müşterisi kalmadı. Şoför, matematik öğretmeni, savcı gelirdi. Pişti, bilardo, domino oynayanlar da vardı, fikir kavgası eden de. Önceliğimiz her zaman Marmara’ydı. Her akşam 11’de eve giderdim. Orada boş insan olmazdı. Devlet gibi adamlardı. Şimdi her tarafta kahvehane var, herkes sadece pişbirik oynuyor.”
Solcusu da başkaydı
* “Mehmet Genç, Erol Güngör, Mehmet Eröz, Mehmet Çavuşoğlu. Bu dördü asistandı. 17 yaşındaydım, bu isimler benim için idoldü. Benimle beraber Marmara ekibinden Muazffer Zorlu ve Tuncer Engin Eltan’ı 1964 yılında Alpaslan Türkeş’e götüren Erol Güngör’dür. Çerkezköy Savcısı Feyyat abi vardı. Zamanında kongre yapmadıkları için Kuran Kursu Derneği’ni kapattırdı. Ama aynı Savcı Feyyat, mahkumları jandarma eşliğinde Cuma namazına gönderiyordu. Marmara’nın solcusu da böyleydi. Böyle enteresan adamlar vardı.”
Sosyal tarih farklı manzaralar sunuyor
* Olayları okudukça gözümüzde canlandırıyoruz. TRT Arşiv çalışmalarını yakın tarihte gördük. Sözlü ve video tarihin çalışmaları hakkında ne söylemek istersiniz?
Türkiye’de sözlü tarih çalışmaları belirli ideolojik kaygılarla yapılmış durumda. Özellikle Türk sağının tarihini yazmakla ilgili çalışmalar son derece eksik. Eldeki olanaklarla hem bugüne hem de yakın tarihin dinamiklerine bakmamız gerekiyor. Sosyal tarih çalışmaları, bize hiç tahmin etmediğimiz insanların aynı semtten aynı mahallede aynı mekanlarda büyüdüklerini, birbirinden farklı gördüğümüz insanların bir arada yaşadığını gösteriyor. Bugünkü gibi keskin ayrışmaların yaşanmadığını, farklı toplum ve insan manzarası olduğunu bize anlatıyor.
Necip Fazıl’ı kızdırdım
* “Buraya 1954’te geldim. İstanbul yıkılmaya başlamıştı. Marmara’dan nasibini almamış kişi, demini almamış çaya benzer. Buranın müdavimlerine marmaratör denir. 1961 senatosunda Tabii Senatör, Cumhurbaşkanının atadığı senatör var da onlardan çok üstün olan Marmaratör yok mu derdim. Abilerimiz, arkadaşlarımız oldu. Marmara’da kimse kalmasa da İzzeddin Şadan ve Erol Güngör yaz kış orada bir aradaydılar. Birbirini işletenler çoktu. Bir gün Necip Fazıl’la karşılaştık. ‘Esafili Şark’a mı gidiyorsun’ diye sordu, Marmara’ya böyle derdi. Hayır, Akademi’ye gidiyorum dedim. Neredeymiş dur ben de seninle geleyim dedi ve birlikte yürüdük. Marmara Kıraathanesi’nin önüne gelince işte burası, Esafili Şark artık Akademi oldu dedim, bana çok kızdı.”