Çocukların gözünden bakan hikâyeler yazmaya çalışıyorum

Yazar, editör, senarist Şeniz Baş’a çocuk edebiyatı ile ilgili sorularımızı yönelttik. Baş, “Kendi metinlerimde kim için yazarsam yazayım kendime yüksek standartlar koyuyorum. Çocuklar söz konusu olduğunda ise dilin lezzetini hissetmeleri ve okuma hazzını edinmeleri için daha da dikkat kesiliyorum” diyor.

Zeynep Tuba Kesimli
Şeniz Baş

Bir yazarın oluşturduğu hikâye, onun zihninin ve deneyimlerinin bütünüdür. Bu, işin doğası zaten. Bununla beraber çocuk kitaplarının bir terapi alanına ya da günceye dönmesini istemem. Çocuklarla yan yana duran kitaplar derken, hayata çocukların gözünden bakan hikâyeler yazmaya çalışıyorum. Yetişkinlerin beklentilerinden uzak, çocukların iç dünyasını, sorularını ve hayallerini keşfeden, yansıtan öyküler yaratmayı amaçlıyorum. Bu hikâyelerin, çocukların kendi yaşam yolculuklarına çıkabilecekleri pencereler açabilmesini murad ediyorum.

Dille olan mesaimin görülmesi beni mutlu etti. Bazen sadelikle basitliğin karıştırıldığını ve iyi edebiyat hedefinin çocuk kitapları için geçerliliğini kaybettiğini gözlemliyorum. Kendi metinlerimde kim için yazarsam yazayım kendime yüksek standartlar koyuyorum. Çocuklar söz konusu olduğunda ise dilin lezzetini hissetmeleri ve okuma hazzını edinmeleri için daha da dikkat kesiliyorum. Kurgunun odağındaki hikâyenin çocukluğun çiçekli böcekli, taşlı dikenli bahçelerinden çıkmasına özen gösteriyorum. Olay örgülerini ise yaş gruplarını göz önüne alarak kuruyorum. Tüm edebiyat türlerinin arasında okurun en önemli olduğu alan burası zira. Bu olmadığında Nikolajeva’nın işaret ettiğini düşündüğüm unsur ortaya çıkıyor ve hikâyeler çocuklara birer yetişkinmiş gibi sunulmaya başlanıyor. Ben iyi edebiyat kriterimi önde tutarken bunun ucunun buraya dayanmamasına özen gösteriyorum. Benim için çocukluğun dünyasından çıkmamak çok önemli. Ama çocukların yetkinliklerine güvenmek de önemli, “Ali topu tut” seviyesinin çok ötesinde bir kavrama becerileri var. Hatta bazen yetişkinlerin sınırlandırılmış dünyasından da gelişmiş oluyor. Son olarak şunu belirtmek istiyorum. Burada olay örgüsü ve hikâyeden ziyade ton ve üslup önemli. O kadar ince bir sınır ki o, eğer tutturamazsanız çocuklara hikâyeler yazan bir yetişkin olarak tüm metinde gövdeleniyorsunuz. Çocuk da bunu anlıyor. Şöyle ifade edebilir sanki. Karşısındaki çocuğun kavrayışını düşünmeden onunla cicili biçili konuşan bir yetişkin gibi. “Sen kaç yaşındasın, okul nasıl gidiyor, arkadaşlarınla anlaşıyor musun?” dili bu.

Bu seriye çocuklar ve gençlerle beraber zaman geçirerek, onların deneyimlerini ve düşüncelerini dinleyerek hazırlandım. Bu benim hem olaylara bakışımı genişletti hem de hikâyeye gerçek ve anlamlı bir katman eklememi sağladı. Bunun dışında çok okuma yaptım. Yurtdışındaki literatürü alt üst ettim. Beni en çok şaşırtan, “kardeşlik” üzerine yapılan araştırmaların ve çalışmaların azlığıydı. Oysa kardeşlik hayatımızdaki en önemli ilişkilerden biridir. Bir kardeşiniz varsa sosyal ve özel alandaki tüm tavırlarınızı ve ilişki dinamiklerinizi bu ilişki üzerinden deneyimleyebilirsiniz. Dikkatli bakan biri, kardeşlik ilişkisi üzerinden kendi profilini rahatlıkla çıkarabilir. Kardeşlik adeta hayatı inceleyebileceğiniz "laboratuvar"dır.

Kardeşlik ilişkisindeki sorunların özünün çok değiştiğini söyleyemem. Paylaşmak kavramı hâlâ odakta: Alanı paylaşmak, anne babayı paylaşmak, diğer ilişkileri paylaşmak… Ve elbette bu ilişkideki ikilik de hâlâ odakta. Hem sizi tüm kusurlarınız, iyi yönleriniz vb. ile gören ve sizinle yaşayan bir dost, hem de size bir nefes mesafesinde sürekli karşılaştırıldığınız ve paylaşmak zorunda olduğunuz bir rakip… Bunu yöneten her durumu yönetir diye düşünüyorum.

Hem gözlemlerim hem de okumalarım henüz ailelerin bu ilişkiye çok odaklanmadıkları yönünde. Kardeş olmanın doğasının kendiliğinden işleyeceklerini düşünüyorlar diye görüyorum. Hâlbuki yönetilmesi ve ortak değerler silsilesinin oluşturulması gerek bir ilişki. Kardeşler aynı değiller, her biri ayrı bir birey, aynı ailede aynı yaşam biçimiyle bambaşka birer insan oluyorlar. Bizim Evin Tuhaf Halleri’nde bunları ifade etmeye çalıştım.

Bizler doğadaki en güçsüz varlıklardan biriyiz. Bu dünyadaki egemen varlığımızı ise kurduğumuz bağların gücüne borçluyuz. Bu odağın kaybolmamasını çok önemli buluyorum. Bağların otoriter bir yapıya dönüşüp bir birey olan çocuğun kendi varlığını yutmasını da istemiyorum. Bu ikisi arasındaki dengeyi tüm kitaplarımda çeşitli yöntemlerle işlemeye çalışıyorum. Mesela Masal ile Rüzgâr serisi apayrı karakterlerdeki iki kardeşin maceralarını işliyor. Bazı noktalarda zıtlaşmalarına rağmen sorunları beraber aşıyorlar. Geniş bir aileleri ve arkadaş grupları var, onlardan da destek alıyorlar.

Süper Kahraman kitabımda, adıyla zıt olarak, tek başına ne sorunlarla baş edilebileceğini ne de yaşamın keyiflerinin tadına varılabileceğinden bahsediyorum.

Canavar Olmanın Zorluklarında ise Modivar kendi karakterinin farkına varırken ve bunlardan dolayı zorbalığa uğrarken, önce kendi içindeki güçten, sonra arkadaşlarından ve annesinden destek görüyor. Hem de onlara bir ışık oluyor.

Bunların, çocukların bireysel olarak güçlenirken toplumsal bağlarla ilişkisini sağlamlaştırması için iyi birer model olduğunu düşünüyorum.

BU AYIN KİTAPLARI…

Malaycadan Türkçeye bir çizgi roman

Züleyha’nın Dünyası, 9-12 yaş için kaleme alınan ve Malaycadan Türkçeye çevrilen bir çizgi roman. Ortaokula yeni başlamış Züleyha’nın çoğunlukla okul ekseninde başından geçen günlük olayları, arkadaşlık ilişkilerini, yaşadığı küçük problemleri konu alan kitapta yardımlaşma, iş birliği, arkadaşlık gibi meselelere değiniliyor. Farklı kültürlerden karakterlerin de yer aldığı çizgi romanda Züleyha ile yan karakterlerin özgün hikâyelerini de okuyoruz. Başörtülü tiplemeleriyle dikkat çeken kitap bu yönüyle Türkiye’de bir ilki sunuyor. Çizgi roman türüne olan ilginin yeniden canlanması ile özellikle çocuk-ilk genç kategorisinde alternatif bulamayan okur için ilgi çekici olabilir. Serinin devam kitaplarının yayınlanacağı bilgisini de verelim.

Züleyha’nın Dünyası, Karya Xanseviera, Kalila Yayınları, Ağustos 2024, 128 sf.

Meyveler sabırla olgunlaşır

Ayşegül Sözen Dağ’ın “Bu kitaba ömrümü adadım: 9 yaşındaydım. Babamı toprağa verdik.

3 gün sonra annem ‘Hadi kızım, marul tohumlarını ek’ dedi. Babam ölmüştü, ben toprağa tohumları gömmüştüm. Kısa sürede tohumlar yeşerdi. Babam öldü ama ondan kalan tohumlarım hâlâ yaşıyor, çünkü atalık ve sürdürülebilir tohum candır. Toprağın yaşamla ölüm arasındaki ince çizgisi ise minik bir tohumdur.” diyerek hikâyesini özetlediği Tohumsa Eğer, tohumluk olarak ayrılan ancak bundan bihaber olan bir domates fidesinin kaygılı bekleyişini anlatıyor. Kitap küçücük bir tohum üzerinden kainattaki düzeni, sabrı, kendin olmayı, şer gördüklerimizin hayırla neticelenebileceğini hatırlatması bakımından kıymetli.

Tohumsa Eğer, Ayşegül Sözen Dağ, Tulu Kitap, Mayıs 2024, 44 sf.