Çatışma değil muhasebe

Resimli Cumhuriyet Din Kitabı’nda İsmail Kara, Cumhuriyet devrini, geniş manada din, İslamiyet ve Müslümanlık merkezli olarak devam eden, yer yer derinleşip çetrefilleşen laik düzende dini hayat, irtica yaygaraları, din eğitiminin yeri, başörtüsü meselesi gibi problemlere değinirken, öte yandan dindar insanların bu düzlemde muhalefet ve mücadele etme tarzlarını da ele alıp tasvir, tahlil ve tenkit ediyor.

Kamil Büyüker
Arşiv.

100. yılını geride bıraktığımız Cumhuriyet, kurumları, müesseseleri, kavramları ve insanları ile maalesef nitelikli çalışmalara konu edilmedi. Bunun birkaç istisnası vardı. Bunlardan birisi ve belki de 100 yıllık hafızayı görseller eşliğinde ve meselelerimizi bir insicam içerisinde ele alan tek çalışma İsmail Kara tarafından kaleme alınan Resimli Cumhuriyet Din Kitabı (Dergâh yay. 2. Baskı, 2024)idi. Kitap, geçtiğimiz yılın aralık ayında yayımlandı ve kısa zamanda ikinci baskısını da yaptı.

BİR ASIRLIK SERENCAM

Tarihi bir çatışma alanından çıkarıp bir muhasebe alanına dönüştürme ve bir bilanço çıkarma düşüncesiyle kaleme alınan eserde İsmail Kara işin başında geçen bir asırı şöyle niteliyor: “…bir asır, “kendi” yakın tecrübemizin bir parçası olarak bütün kuvvet ve zaaflarıyla ele alınmayı ve soğukkanlılıkla değerlendirilmeyi hak eden bir zaman kesitidir.” 100 yıllık bir Cumhuriyet tecrübesinin de hülasası olan bu kitapta İsmail Kara Hoca, bugününü ve geleceğini de hesaba katarak Cumhuriyet devrini, geniş manada din, İslamiyet ve Müslümanlık merkezli olarak devam eden, yer yer derinleşip çetrefilleşen laik düzende dini hayat, irtica yaygaraları, din eğitiminin yeri, başörtüsü meselesi gibi problemlere değinirken, öte yandan dindar insanların bu düzlemde muhalefet ve mücadele etme tarzlarını da ele alıp tasvir, tahlil ve tenkit ediyor.

Kitabın muhtevası, içeriği itibariyle bazı ilkleri içinde barındırıyor. İlki konu ile alakalı bütün meseleleri birbiriyle irtibatlı olarak, bir bütünlük içinde ve eğitimli herkesin rahatlıkla okuyacağı tarzda 70 başlık altında, maddeleri de uzun bir şekilde ansiklopedi gibi ele alan ilk çalışma olması. İkincisi ise 30 yıldan fazla zamandır yazarın derlemeye çalıştığı bu sahaya ait görsellerin önemli ve açıklayıcı birer kaynak olarak kullanılması, görsellerle birlikte meselenin yorumlanması. Bu da ilk defa bir kitap hacminde değerlendiriliyor.

TARİHİ KIRILMA NOKTALARI

Yazar meselelerimizin ilk kırılma noktası olarak Lozan ve sonrasında başlayan hızlı değişime vurgu yapıyor. Birinci meclisin feshi ile başlayan, ilk mecliste yer alan İstiklâl Şairi de dâhil muhalif, mütedeyyin tasfiye edilmesi, ardından Cumhuriyetin ilanı, Halifeliğin kaldırılması, İstiklâl Mahkemelerinin kurulması gibi yeni ve zor bir dönemi haber veriyor. İkinci kırılma ise çok partili hayata geçiş süreci ve sonrasını ihtiva ediyor. Yazarın tespiti ile sınırlı da olsa demokrasiye geçmek, halkın taleplerini ve Müslümanlığı tabi olarak öne çıkarırken, öte yandan kısmı normalleşmenin başladığı bu dönem ve sonrasında yaşanan darbeler, değişim ve dönüşümün seyrini belirlemiştir.

MUĞLAKLIK VE MÜPHEMLİK TEMELİNDE DİYANET

Cumhuriyet döneminin her dönem tartışılan, tartışma zemini oluşturulup yıpratılan kurumlarının başında Diyanet İşleri Başkanlığı geliyor. Burada devletin diyanet kurumu ile olan ilişkisini bütün meselelerini, mevzuat dâhil muğlaklık ve müphemlik üzerinden götürmeyi tercih edegeldiklerini ve istenildiği zaman her tarafa çekilebilir halde bıraktıklarını belirten Kara, asıl büyük soru ve sorunun da hep ıskalandığını ya da görmezden gelindiğini ifade ediyor. Cesaretle cevaplanması gereken soruyu soruyor: “Türkiye’nin, Türk Devletinin, Türk milletinin bugünün şartlarında (evet tarihte değil, bugünün şartlarında) İslâmla, Müslümanlıkla ilişkisi nasıl olacak ve hangi düzeyde ele alınacak?” Asıl/üst soru (n)un bu olduğu belirten Kara devamında şunları söylüyor:

“Bu soruyla kademeli olarak yüzleşmeden, Cumhuriyet devri dâhil İslam ve Türk tarih tecrübelerini hesaba katarak bu meseleyi tartışmadan Diyanet’i, laikliği, din-siyaset ilişkilerini hatta gayrımüslimlerin hukukunu konuşmak havanda su dövmek değilse kayıp malı, kendimizi kaybettiğimiz zor ve karanlık yerde değil de Nasrettin Hoca misali aydınlık (parlak, parlatılmış) yerde aramak olacak.” (s.118)

Meselelerimizi doğru zeminlerde konuşabilmek ve tartışabilmek için yeni yorumlara ve tekliflere de kapı aralayan Kara, bölüm aralarına koyduğu metinlerle de meseleyi farklı boyutlarıyla değerlendirme fırsatı sunuyor.

TÜRBELER KAPANDI AMA…

Cumhuriyet ideolojisinin medreseleri kapatması, peşi sıra tekke, zaviye ve türbelerin kapısına kilit vurulurken yapılan bu müdahalenin tesadüf, gelişigüzel bir olay olmadığını belirten Kara, halk nazarında ciddi karşılığı olan bu unsurlara karşı sert bir müdahale ve kaba bir biçimsizleştirmenin söz konusu olduğunu dile getiriyor. İşi garip olan kısmı da 1925’te kapısına kilit vurulan türbelerden çeyrek yüzyıl sonra 1950’de 19’una “Türbelerden Türk Büyüklerine ait olanlarla büyük sanat değeri bulunanlar Milli Eğitim Bakanlığı’nca umuma açılabilir” şeklinde izin çıkıyor. Buradaki ifadeyi “vaziyeti kurtarma”ya dönük bürokratik hareketler olarak değerlendiriyor. Türbelerden yardım ve medet ummayı bidat, hurafe olarak zikreden ideoloji bu kez farklı bir sınav verecektir: Anıtkabir inşaası. Yazar burada da önemli sorular soruyor: “Hiç düşündünüz mü, tekkeleri ve türbeleri kapatan Mustafa Kemal Paşa’nın mezarı, Anıtkabir nasıl oldu da “laik” bir türbe haline gelebildi acaba? Başka türlüsü olabilir miydi? Sadece halk değil zaman zaman bürokratlar ve rektörler de resmi kıyafetleri ile türbeye/Anıtkabir’e gidiyor ve şikâyette bulunuyor, yardım istiyorlar. Bu da bir istimdad türü değil mi?” (s.142)

TARİHİ ÇATIŞMA ALANI OLMAKTAN ÇIKARMAK

Meselelerimiz kendi zaviyesinden ve bu soğukkanlılıkla konuşulup tartışıl(a)madığı için bir taraf için meşru, mubah olan husus diğer taraf için gericilik, yobazlık, çağdışılık addedilebiliyor. Cumhuriyet’in 100 yıllık serencamında maalesef yazarında ifade ettiği gibi hiçbir hususu kendi zaviyesinden değerlendiremiyoruz. Burada tarihe bakışımızı, tarihe karşı mesuliyetimize de vurgu yapan Kara, tarihi, yalnız geçmişte olmuş bitmiş olayların sıradan toplamı, alt alta-yan yana dizilmesi, tarihlendirmesi olmadığını, aynı zamanda geleceğe doğru seyreden mevcut “kolektif temsil”in, “şahsi ve ictimai hafıza”nın, maşeri vicdanın odaklandığı ve biriktiği canlı, hareketli bir yer olarak ifade ediyor.

Yazarın yüzyılı görsellerle, tarihi metinlerle ve kıymetli düşünceleri ve yorumlarıyla harmanlayarak sunduğu bu belgesel niteliğindeki çalışma unuttuklarımızı hatırlamaya, kaybettiklerimizi görmeye, geldiğimiz noktayı muhasebe etmeye imkân tanıyor.

HAYAT
Söyleşi tarzı hikâyeler