Aslında iki filmimin de doğrudan kadın meselesine odaklandığını söyleyemeyiz. Üç Yol’da Şair Bünyamin’in, arkeolog-Hattat kardeşi Yusuf ile olan tek taraflı kıskançlık-aşk-vicdan çatışmasını, hakikat-rüya ekseninde takip etmeye çalıştım. Ceviz Ağacı’nındaki temel meseleme gelince; aynı zamanda bir hikaye yazarı da olan edebiyat öğretmeni Hayati’nin kendi adına bir söz sahibi olma ve var oluş serüveni... Babası ile çatışmasının en temelde ise her yönüyle kendi verimsizliğinin ve kısırlığının yani yaratma korkusunun imgesi olarak Ceviz Ağacı hikayenin ve filmin tam göbeğinde duruyor. Hikaye katman katman açıldıkça kadın cinayetinin de darbe travmasının da totalde bizim bugün gittikçe tepkisini, duruşunu, haksızlığa-zulme karşı sesini kaybeden başta sanatçının ama özelde ise insan tekini anlamaya ve onun yeni bir insan olarak dirilişine hizmet ettiğini söyleyebilirim. Ben kadın-erkek ayrımı yapmıyorum. Zaten sıkıntıların büyüğü ayrım yapmaya başlayınca ortaya çıkıyor.
SOSYAL MESELELERE DOLAYLI YOLDAN PARMAK BASMAYI TERCİH EDİYORUM
ZAMAN OLGUSU TAŞRADA HİSSEDİLİR
Taşra, kasaba bize modern insanın sanatçının sıkışmışlığını, çıplaklığını daha sert ve doğrudan hissettirdiği için gerek yazarlar gerekse yönetmenler olarak sık sık başvurduğumuz bir atmosfer. Bu bahsettiğim sebep dışında daha büyük içsel bir nedenden de bahsedebilirim tabii. Bilerek ya da bilmeyerek aslında hepimiz zaman denilen olguyu en iyi orda hissederiz. Bütün sanatların başta şiir ve müziğin özellikle de sinemanın doğrudan zamanla ilişkisi var. İç katman yani metinsel olarak Hayati’nin hikayesinin tamamiyle geçmişe ve geleceğe bağlı olması bir yana dış katman/yani biçemsel olarak filmin formu ve kamera dilini de çok fazla plan ve kesmeye yer vermeden sekans planlarla tasarlayıp kasabanın o yavaş ritmi ve zamanın gerçek varlığı olabildiğince seyirciye hissettirilsin istedim.
HOLLYWOOD’UN KATARSİS DUYGUSUNDAN KAÇINDIM
Aslında bir Srebrenitsa annesinin katil Mladiç’in idam sahnesini düşleyerek yazmıştım onu… Tartışmalı sondan kast ettiğiniz eğer Hayati işlemediği bir suçtan dolayı hüküm giydi meselesi ise... “Hayatta bazen böyle şeyler başımıza gelebilir” diyerek ucuz bir cevap vermek istemiyorum. Hayati, Serap’a yaptığı itirafta “İlk defa verdiğim bir karardan dolayı mutluyum. Hayatım boyunca başkalarının benim için biçtiği rollere itiraz etmedim belki de gizli gizli zevk aldım o rollerden” diyor… Tıpkı Kafka’nın Dava’daki K’sı ve Korkuyu Berklerken’deki kahramanımız gibi bütün hukuk tabularına reddiye olsun diye de ‘Evet, ben yaptım diyor’.
O SİLAH HER ZAMAN PATLAMAZ!
Oysa o Çehov’un “bir romanda bir tüfek varsa patlar” anlayışına bir itiraz geliştirerek her tüfek “her zaman patlamaz ya da senin gördüğün belki de tüfek değildi bir daha gözün yıka” demek istiyor. Herkesin-hepimizin beklediğinin aksine babası gibi intihar etmek yerine kendini kurban ederek sistemin ve çemberin dışına çıkarak marjinal bir tavır sergiliyor. Yıllardır yazamadığı kitabı yazıyor. Yani yaratma cesaretini ortaya koyuyor.
FİLMLER, BATILI FONLARLA TEKTİPLEŞİYOR
Salgın filmimiz tam da festival yolculuğuna çıkacağı sırada başladı. Haliyle sağlıklı ve faydalı bir festival ortamı yaşamadık maalesef. Ne film ne de film ekibi. Yine de katıldığı bir çok festivalde hem alkışlandı, güzel eleştiriler yazıldı ve de bir çoğundan ödüllerle döndü. En ilginci 6. Bremen Film Festivali Edebiyat Filmi Ödülü, Torino Underground Film Festivali’nde aldığı Kurgu ve En İyi Film Ödülü ve New York’tan aldığı en iyi oyuncu ve en iyi film ödülleri oldu. Türkiye’den de Adana ve Balkan Panoram film festivallerinden toplamda 4 ödül aldı.
BAŞKASI İÇİN ACI DUYMAYANA SÖYLEYECEK ŞEYİM YOK
Evde değil, sinemada film izleyin. Çıkınca yanınızdaki kim olursa olsun film hakkında konuşun, tartışın, birbirinizi anlamaya çalışın…