Bu bir 28 Şubat romanı değildir

Maruf Öztoprak ikinci romanı Bin Yıl Bir Gün’de 90’lı yılların atmosferini, siyasi çalkantılarını, toplumsal kutuplaşmalarını, 28 Şubat sürecine giden dikenli yolları bir belgesel roman niteliğinde ve fakat sağlam bir kurgu ve üslupla yansıtıyor.

Bin Yıl Bir Gün, bir 28 Şubat romanı değil. Ve fakat 28 Şubat sürecine dair toplumsal ve siyasi olayların katmanlarını oluşturduğu, bu dönemi anlatan ve duyguların tarihine kaydeden bir roman...

BEYZA KARAKAYA

Bu yazıyı yazmadan birkaç gün önce sosyal medyada 90’ları güzelleyenler ile 90’ların en güzel yanının bitmiş olması olduğunu söyleyenler karşı karşıya geldiler. 90’lı yılların pop müziğini, hemen hepimizi ekran başına kilitleyen Mahallenin Muhtarları, Süper Baba gibi dizilerini, teknolojinin henüz uzak eylemediği komşuluk ve akraba ilişkilerini, nostaljik bir tınıda hatırlamak elbette mümkün. Ve fakat siyasi atmosferini ve bu atmosferden zarar gören sosyal ve toplumsal bağları hatırlayanlar ve üstelik bundan zarar görenlerin aynı kanaatte olmasını beklemek naiflik olurdu. 90’lara bebekliği ve çocukluğu tekabül eden bu satırların yazarının o yılların siyasi ortamına dair hatırladıklarının ana haber bültenlerinden kulağına çalınan “irtica”, “gericilik”, “türban yasağı”, “üniversite kapısında hırpalanan genç kızlar”, namaz kılarken “yakalanan” memurlar, öğretmenler, bütün bunları korkunç bir suçmuş gibi anlatan Reha Muhtar ve buna karşılık o yıllarda ailemizin bir ferdi gibi sevdiğimiz akşam haberlerinde ağırladığımız Ahmet Hakan olduğunu düşünün… Bugünün çocukları ile mukayese edildiğinde kelime hazinesi bütün bu kelimeler ve kavramlarla dolan bir çocuğun nasıl bir atmosferde büyümüş olabileceğini, dönemin yıkıcı etkileriyle özdeşleştirebiliriz. Maruf Öztoprak ikinci romanı Bin Yıl Bir Gün’de 90’lı yılların bu atmosferini, siyasi çalkantılarını, toplumsal kutuplaşmalarını, 28 Şubat sürecine giden dikenli yolları bir belgesel roman niteliğinde ve fakat sağlam bir kurgu ve üslupla yansıtıyor.

HAYAL ULAN BU KIRILACAK TABİ

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2022/02/14/11/29/resized_25805-26328f8fbinyc4b1lbirgc3bcn.jpg

Maruf Öztoprak, Bin Yıl Bir Gün’de 35 yaşında, kendisini “her şeyden önce bir memur” olarak tanımlayan, bir gün med bir gün cezir halinde yaşayan, etrafında birkaç dostu ve seveni dışında kimsesi olmayan, melankolinin dehlizlerinde çırpınan Mustafa Aladağ isimli karakterin gözünden doksanlı yılların panoramasını çıkarıyor. Öztoprak, romanın vitrinine 90’lı yılların beyaz eşyacı, fotoğrafçı, kasetçi dükkânını; manavını, berberini yerleştiriyor. Romanı okurken adeta zaman tünelinden geçip o yıllarda, küçük bir şehrin sokaklarında Mustafa’nın peşi sıra dolaşıyorsunuz. Rastgele bir halk otobüsüne binip hiç bilmediği bir durakta inmek ve şehrin sokaklarında kaybolmak; her Cumartesi giyinip kuşanıp istasyona giderek 17.43 trenine bilet almak ve heyecanla beklediği trene binmemek; her ayın 10’unda vesikalık fotoğraf çektirmek; boş kasetlere radyo tiyatrolarını kaydetmek ve seksen iki yaşındaki ev sahibesine Momo’luk yapmak, sinemada defalarca Eşkıya filmini seyretmek Mustafa’nın rutinini oluşturuyor. Kırık bir çocukluk hikayesi ve eski bir sevdanın hatırasını kalbinde taşıyan Mustafa bir süredir siyasetten uzak duruyor, durmaya çalışıyor. Kalbinde daima Bosna’yı, Srebrenitsza’yı, Çeçenistan’ı, Filistin’i taşıyan ve fakat bütün bunlara rağmen her şeye ironik bir üslupla yaklaşan her şeyi tiye alan Mustafa Eşkıya’yı bir kez daha izlemek için gittiği sinemanın bombalanmasının akabinde yaralanıyor ve hayatı gibi her şeyi tiye alan karakteri de değişiveriyor. Yazar bunu kitabın bu bölümünden itibaren üslubunu değiştirerek ustalıkla sağlıyor ve bunu anlamayı okuyucuya bırakıyor. Öztoprak, Mustafa’yı entelektüel bir karakter olarak kurguluyor. Okuyan, okuduğu kitaplara, romanlara atıfta bulunan, müzik zevki oturmuş, her genç gibi zamanında şiirler yazmış ve bunları yayımlamış, mensubu olduğu muhafazakâr partiden, parti başkanının menfaatleri için el çektirilmiş fakat bilhassa gençlerin aradığı danıştığı bir adam Mustafa. Etrafındaki karakterler, bir zamanların solcusu arkadaşı Müfit, Hacı Ahir Bey de belli entelektüel birikimleri olan karakterler.

SADAKALLAHÜLAZİM

Mustafa sinemadaki bombalı saldırıdan sonra, hiç beklemediği ve hayal etmediği bir aşkın içine düşüyor. Bu aşk sebebiyle, ahlaki değerleri, kardeşi saydığı İbrahim ve sevdiği kadın arasında seçim yapmak zorunda kalıyor. Romanın temposu Mustafa’nın kalp atışları nispetinde hızlanıyor. Ancak her şeyi bıçak gibi kesen o “şey” oluveriyor. Arapça müzik dinlemenin yasak olduğu, genç kızların üniversitelere alınmadığı, Eşref Ziya’nın Ağlama Karanfil diye seslendiği o yıllarda Mustafa ev sahibine yardıma gelen Gülizar’ın oğluna Kur’an-ı Kerim okumayı öğrettiği ve bu sebeple irticai faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle gözaltına alınıyor. Saatini neden sağ koluna taktığının dahi sorgulandığı göz altında, günlerce işkenceye maruz kalıyor. Siyasetten uzak durmaya çalışsa da dönemin girdabı onu da yutuveriyor. Öztoprak romanda Sincan’da tankların yürüdüğü, siyasi çelişkilerle dolu, gençlerin piyon olarak kullanıldığı, zamanında karanlık işlerle uğraşan nüfuzlu adamların rüzgâr nereden eserse oraya savrulduğu, muhafazakarlaştığı bu dönemi oldukça gerçekçi bir kurguyla nakşediyor. Howard S. Becker Toplumu Anlatmak kitabında “Hakikat yoksa sanatta yoktur” der. Bu sav her zaman, her edebiyat ve sanat eseri için doğru olmasa da Bin Yıl Bir Gün Becker’ı destekler nitelikte. Zira tam da hakikat zeminine oturuyor.

Evet Bin Yıl Bir Gün, bir 28 Şubat romanı değil. Ve fakat 28 Şubat sürecine dair toplumsal ve siyasi olayların katmanlarını oluşturduğu, bu dönemi anlatan ve duyguların tarihine kaydeden bir roman...