Medya, gazeteler ve dergilerden müteşekkil iken daha çok bilgilendirme işlevi görüyordu. Bu kapsama zamanla televizyon ve internetin girmesiyle medyanın işlevi giderek değişti, eğlendirme ve zaman geçirme işlevi daha çok öne çıktı. Yarışmalar ve şovlar da televizyon yayıncılığının artık can simidi durumunda.
Televizyon kanallarındaki yemek yarışmalarını bilirsiniz. Seyretmezseniz bile muhtevaları hakkında az çok bilgi sahibi olmanız muhtemel. Yarışmak yerine ‘birbirini yiyenleri’ kanal değiştirirken dahi görmüş olmanız mümkün.
Reyting uğruna kavga gürültü çıkartarak yemek yapılması geleneğimizle, kültürümüzle bağdaşmayan bir görüntü. Bu programların türevleri ekseriyetle ithal. Yani küresel medya içeriğini bize de satıyorlar. Oysa yemek yeme bizde birleştiren, kaynaştıran, muhabbeti artıran çok önemli bir unsur.
Toplumumuzda yemek sevgi ve itina ister. Yemeğe sevgi katarız. Sevdiğimizle önce yemeğe çıkarız, düğünlerimiz, bayramlarımız, mevlitlerimiz yemekli olur. Güzel bir haberi kutlamak için yemek yeriz. Hep güzel anlar yemek ile birlikte hatırlanır. Hal böyleyken bu ecnebi programları bizim televizyonlarımızda neden bu kadar rağbet görüyor.
Akşam yemekleri aileyi bir araya getiren bir toplanma zamanı iken, şimdi maalesef karşısında akşamları kurulduğumuz televizyonlar merkez oluyor. Yemeğin değersizleştirilmesi, kavgaya malzeme edilmesi de cabası.
Bizde yemek kutsaldır. Yerde bir kırıntı bile görse üzerine kimse basmasın diye kaldırıp uygun bir yere koyan başka millet var mıdır? Yemek bu kadar değerli ve ‘kutsal’ iken yemeğin kavgaya gürültüye, reytinge malzeme yapılması nasıl açıklanabilir?
Artık medyanın kitleleri manipüle etmek, moral değerleri dejenere etmek için var olduğunu söyleyebiliriz. Birçok program gibi televizyonlardaki yemek yarışmaları da aynı işlevi görüyor. Arasında istisnalar vardır.
Amaç daha çok reyting, daha çok kazanmak. Peki ya değerlerimiz ne olacak?
Aptallık tartışması ve aynadaki görüntü
Mark Twain’in dilimize yeni çevrilen kitabı “Bir Hikaye Nasıl Anlatılır ve Seçili Öyküleri” Mecaz Yayınları etiketiyle çıktı. Hikaye okur yazarı ve meraklısı olarak okurken bir bölüm dikkatimi çekti.
Masal adlı bölüm özetle şöyle: Evvel zamanda ormanda yaşayan hayvanlara hayranlık duydukları ev kedisi bir ressamı anlatır. Ressam aynanın içinde gördüklerini en ince ayrıntısıyla çiziyormuş. Hayvanlar önce resmin ne olduğunu sorduklarında “düz birşey” cevabını verir. Daha sonra inek aynanın ne olduğunu sorar. Kedi de aynanın duvardaki bir delik olduğunu söyler. Anlattıkları yetersiz geldiği için başta eşek olmak üzere hayvanların merakı artar. En sonunda eşeği o deliği görüp kendilerine anlatması için gönderirler. Eşek “kedi yalan söylüyor. O delikte sadece bir eşek görünüyor” der. Bu da yeterli olmaz. Gerçeğe ulaşmak için sırasıyla ayı, inek, kaplan, aslan, leopar, deve gider, dönünce de aynı şekilde aynayı yansıdıkları kendi görüntüleriyle tanımlarlar. En sonunda hayvanların efendileri olan Hathi adındaki fil öfkelenerek gerçeği anlamak için gider. Uzağı göremeyen bir aptal (kedi) dışında herkesin aynaya baktığında bir filden başka bir şey göremeyeceğini söyler döndüğünde.
Bu masalı okurken aptallık tartışması aklıma geldi ister istemez. Masal bütün aptallık üzerine yapılan tartışmalara adeta ayna tutuyor. Ayna varken bile gerçeği göstermek bu denli zor iken siz bir de ayna olmadığında gerçeğe ulaşmanın zorluğunu düşünün.