Geçtiğimiz hafta Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremler ülkemizi derinden sarstı. Resmi rakamlara göre 7.7 ve 7.6 şiddetindeki iki depremden 10 ildeki 13 milyon insan etkilendi. Maalesef bilanço her geçen gün netleşiyor ve içimizdeki acı da büyüyor. Tüm bu acıyı yalnız başımıza kaldırmıyor olmak belki de bize iyi gelen en değerli unsur. Depremin olduğu andan itibaren Türkiye her anlamda kenetlenerek yaraları sarmak için serferber oldu. Farklı şehirlerden, sektörlerden, inançlardan insanlar Kahramanmaraş’a, Hatay’a, Adıyaman’a ve depremden etkilenen diğer illerimize yardımlar göndermeye başladı. Belediyelerin spor salonları adeta bu yardımlaşma ağlarının merkezine döndü. Bugüne kadar “Z kuşağı” adı altında çeşitli şekillerde eleştirilen çocuklar aslında “yardım kuşağı” olduğunu gösterdi. Kars’ta düvesini satıp, parasını depremzedelere bağışlayan Sarıgül Nine, şehit çocuğunun kıyafetlerini bağışlayan anne, biriktirdiği paraları ülkenin diğer ucundaki “kardeşlerine” yollayan çocuklar... Tabii ki bunlarla da sınırlı değil. Kazakistan’dan Meksika’ya, Polonya’dan Tayvan’a dünyanın dört bir yanından gelen ekipler enkaz altında kalan canlarımız için umut oldular.
UMUDUMUZ VAR
Evet zor günlerden geçiyoruz. Ama son 10 gündür yaşadıklarımız yaralarımızı birlikte saracağımızı ve bu birlikteliğin bizi iyileştireceğini de gözler önüne serdi. Umut ve dayanışma ülkemizin bu derin acısını iyileştirmeye yetecek kadar güçlü. Belkıs İbrahimhakkıoğlu, Yıldız Ramazanoğlu, Dilara Ayşe Akdeniz, Mehmet Şeker, Ali Haydar Haksal ve Adem Turan’la dayanışmamıza dair kısa görüşler aldık. Ortak kanaat “yaralarımızı birlikte saracağımız ve umudumuzu diri tutmamız gerektiği” yönünde...
GÜN BİRLİK GÜNÜ
Adem Turan
Kahramanmaraş merkezli bu depremler sonrasında perişan olduk. Ülkemizin dörtte birini içine alan bir afet söz konusu. Ama yine de umutluyuz. El birliğiyle bunu atlatacağımıza inanıyorum. Çünkü bugüne kadar nice badirelerden geçtiğimizi biliyoruz. Bunu da atlatacağız. Bunu orada çalışan ekiplerin özverisinde görebiliriz. Ben ekran başında arama kurtarma ekiplerinin enkaz altından çıkarmaya çalıştıkları kişilerle kurdukları diyaloğa hayran kaldım. Bir yanıyla üzülüyor bir yanıyla da bu tür haberleri görüp, seviniyoruz.
Maalesef deprem çok büyük bir alanı etkiledi. Bu nedenle çalışmalar için her yere yetişemiyorlar. Yetişmek mümkün de değil. Bu durumdan rant sağlamaya çalışanlar oldu. Mesela gelin bizi tutuklayın diyen siyasiler var. Bunlara gerçekten sitem ediyorum. Bugün yapılacak iş bu değildir. Bugün birlik günüdür. Müslümanı, gayrimüslimi, Sünni ve Alevisi’yle hiçbir ayrım yapmadan... Biz edebiyatçılar da bir araya gelerek bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Ekipler, milletimiz, devletimiz iyi çalışıyor. 1999’daki depremde olmayan devlet bugün deprem bölgesindedir.
BU İŞLERDEN ETKİLENMEMEK MÜMKÜN DEĞİL
Bu süreçte adını bile anmak istemediğimiz o malum Fransız derginin yaptığı korkunç karikatüre, Filistinli kardeşimizin Türk bayrağı ile yaptığı o ekleme gerçekten beni çok etkiledi. Düşünün, savaşın eşiğine geldiğimiz Yunanistan’daki bazı sanatçılar o karikatüre cevap niteliğinde olan, “Hepimiz Türk’üz” başlıklı işler yaptı. Yine Yunan televizyonunun bir Karadeniz türküsüyle yayınını açması beni etkiledi. Dünyanın farklı ülkelerinden gelen yardımlar ve arama kurtarma için gelen ekiplerden de etkilenmemek mümkün değildi.
BU AĞIR AFET YARALI BİRLİĞİMİZİ ONARDI
Yıldız Ramazanoğlu
İlk saatler herkes gibi şoke oldum ben de. Başımıza gelen felaketin şiddetinden ve benzersizliğinden gerçeklik duygumu kaybedecek gibi oldum. Sonra kötülükle zaman kaybetmeden sınırlı enerjimle hemen iyi insanlara yöneldim, ilgiyi ve sevgiyi sadece onlar hak ediyordu çünkü. Gürültülü kötülük tarafından susturulmuş, köşeye sıkıştırılmış sesler, yeryüzünün yarılmasıyla birden serbest kaldı. Ülkemizin emin ellerde olduğunu idrak ettim gençleri görünce. Oniki yaşında çocuklar bile yardım ağlarına gidip görev istiyordu. Toplumda hiç olmadığı kadar dayanışma oldu ve tefrikaların değil insani ittifakın öne çıktığı birlik ruhu acımızı bir nebze azalttı. Afrikalı küçücük yetim ve hafız çocukların toplu duaları, yardım kolileri hazırlayan NY’lu gençlerin videoları, duvarlara “Hepimiz Türk’üz” yazan Yunan gençleri, güçlerini birleştirip yardım toplayan Alman sivil örgütleri, İslam dünyasının ayağa kalkması, Taşkentli gençlerin dağlar gibi yığdıkları erzaklar, enkazların içinde risk altında canla başla çalışan devletin ve sivil inisiyatiflerin kurtarma ekipleri, askerlerimizin seferber olması, depremzedeler için yaptıkları ekmekleri kapalı yollar yüzünden, yarım metre karın içinde kilometrelerce yürüyerek ulaştırmaya çalışan Hakkarili kardeşler, canlarını dişlerine takıp enkazdan insanları kurtarmaya çalışan köpekler ve daha nice unutulmaz destekler.
SİSTEM SORGULAMASI ELZEM
Bazıları toplumu, sahadaki güzel insanları ayrıştırmaya, hatta Suriyelilerin de insan olduğunu unutup, kurtarılmalarına engel olmaya çalışıyor. Fakat çoğunluk sürdürülemez bir kutuplaşma ve nefret dilinin içinde ne kadar yorulduğunu fark etti. Öfkenin, acının, travmaların bastırılması gibi, bastırılmış susturulmuş bir iyilik ve kardeşlik duygusu varmış meğer ta içimizde. Tasada ve sevinçte ortak, yurttaşlık ve toplum bilinci olan sapasağlam bir millete dönüşüverdik. Acılar ortaklaştı ve her kurtuluş anında sevinçten birlikte ağladık. Ne hazin ki bu ağır afet, dayanılmaz acı, yaralı birliğimizi onardı. Siyasetin çıtası bu yüksek duygudaşlığın altına inemez artık. Gençlerin temiz duygularına, adalet eşitlik ve insaniyet beklentilerine ihanet olur aksi. Bu felaketin çok temelden bir sistem sorgulamasına dönüşmesi ise elzem ve kaçınılmaz.
BU TOPRAKLARA ÇATLARCASINA İNANIYORUM
Dilara Ayşe Akdeniz
Acıyı anlatmak şöyle dursun acı kelimesini ağzımıza dahi alamayacak kadar gerçek bir acının içerisindeyiz. Ama belki bu ortamda biraz olsun umudu anlatabiliriz. Yıkımın ve mahvın tam altında yürüyen o nazenin çiçeğe el verebiliriz. Ben bu topraklara çatlarcasına inanıyorum. “Türkiye’ye, güzel anama ve onun asil halkına” çatlarcasına inanıyorum. Hiç görmediği, hiç bilmediği insanlar için yüzlerce ekmek yapıp deprem bölgesine gönderen o kadınlara inanıyorum. Üç gün boyunca enkaz altında kalıp avucundaki muhabbet kuşunu koruyan o küçük çocuğa inanıyorum. Göçük altında bulduğu kedinin kırık ayaklarını sarıp sarmalayan o adama inanıyorum. Şehit oğlu Suat Yaşar’ın kıyafetlerini son kez öpüp koklayarak depremzedelere gönderen o güzel teyzeme inanıyorum. Enkaz altından çıplak ayak çıkan depremzedeye kendi ayakkabılarını veren o itfaiyeciye inanıyorum. Görülmek, bilinmek, duyulmak istemeyerek bir köşede sessiz sedasız el uzatan o sessiz kahramana inanıyorum.
Farklı dillerde ama aynı acıyla yakılan o ağıta inanıyorum. Bambaşka kültürlerle, bambaşka dillerle aynı bağrı dövüyoruz bugün. Güzel ülkem ben sana inanıyorum.
BUNU DA AŞARIZ
Mehmet Şeker
Çok zor günlerin içindeyiz. Sıkıntıların en büyüğünü yaşadık. Dünyada örneği görülmemiş bir depremle sarsıldık. Kısa arayla iki büyük deprem, şehirleri kasabaları yerle bir etti. Artçı sarsıntılar bile başlı başına yıkıcı büyüklükteydi ve birkaç gün içinde dört yüzden fazla artçı kaydedildi.
Yıkılan binaların altında kalarak can teslim eden kardeşlerimiz için üzüldük. Dayanması zordu. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen canlarımıza dua ettik, birer ikişer kurtarılanlar olunca sevinç gözyaşları döktük.
Bütün ülke seferber oldu. Türkiye’nin her yerinden yardım ekipleri, arama kurtarma timleri deprem bölgesine akın etti. Yurt dışından da pek çok ekip ulaştı ve enkaz altında kalanları kurtarma gayretine girişti.
Başlatılan kampanyalarla, hatırı sayılır ölçüde yardım toplandığına şahit olduk.
Milletimizin kardeşlik duygularına sahip olduğunu gördük. Yardımlaşma konusunda herkesin imkânları ölçüsünde yarışa girdiğini gördük. Yabancı ekipler de bu halkın kahramanlığına, fedakârlığına fırsat buldukça vurgu yaptı.
Uykusuz günler, geceler geçirdik. Gidebilen deprem bölgesine yardıma koştu. Gidemeyen yardımını gönderdi, enkazdan kurtarılanları ekrandan takip etti. Hep birlikte kederlendik, üzüldük, umutlandık. Gecenin geç vakitlerinde veya sabahın erken saatlerinde takip etmeyi bırakırsak, enkaz altında kalan o canlar kurtarılamaz hissine kapıldık. Bir kişinin daha canlı çıkması için el açarak yalvardık, yakardık.
Millet olarak kelimenin tam anlamıyla kenetlendik. Birlik olduk. Zira birlik olmayınca dirlik olmaz. Acıları paylaşamazsak, kahroluruz. Elimizdeki imkânları paylaşmazsak, yediğimiz içtiğimiz zehir olur. Bir lokma ekmeği, bir yudum suyu bile haram biliriz.
“Bir dağ ne kadar yüce olsa, bir kenarı yol olur” der Erzurum türküsü.
Acılar ne kadar büyük olursa olsun, çaresi vardır. Bu zor günleri de aşacağız. Umutlu olmak zorundayız. Zira biliyoruz ki her zorlukla beraber, bir kolaylık vardır. Her sıkıntının ardında bir ferahlık vardır.
Aşarız dedim, biraz aştık. Cevap yazının son cümlesinde geldi.
İNSANLARIN YARASINI DAHA FAZLA AĞIRLAŞTIRMAYALIM
Belkis İbrahimhakkıoğlu
Çok ağır bir imtihandan geçiyor, zor günler yaşıyoruz. Millet olarak topyekûn ciğerimiz dağlandı. Ancak toparlanmak için hem imanî anlamda sağlamlığımızı hem moralimizi korumak durumundayız. Milletimiz çok savaşlar görmüş, çok acılar yaşamış, çok kıtlıklar, hastalıklar geçirmiştir. Ve bütün bunların altından, o kendi iç dinamizmini besleyen imanıyla, manevi gücüyle kalkabilmiştir. Onun için, yaşanılan felaketi yatay ve dikey olarak derinlemesine düşünmeliyiz. Acelecilikle değil, aklı selim vaziyette bu durumun altından en az hasarla nasıl kalkacağımızı düşünmeliyiz. Bunu yaparken de insanlarımızın yarasını daha da ağırlaştırmamalıyız. Burada söz konusu olan gerçekten birlik ve beraberliktir. Maneviyattan kopuk olursak her şey birbirine karışır. Cenab-ı Hakk’ın da elbette bir muradı vardır. Allah elbette ki zalim değildir. Görüyorsunuz, imkânsız denilen hallerdeki enkazlardan bebekler çıkıyor.
YIKICI ELEŞTİRİLER DE KÖTÜLÜKTÜR
Bizler de evlerimizde rahat uyumuyoruz, kimsenin rahat uyuduğunu sanmıyorum. Şu an milletimizin tümü bu sıkıntının içindedir. O insanlar orada soğuktan titriyorken, bir sürü ihtiyaçları varken, en çok da belki morale ihtiyaçları varken hiç sanmıyorum ki kimse evinde rahatça kahvaltı edebilsin. Bir yanımız kırık. Onun için aklı başında olmak lazım. Cenab-ı Hakk’ın ipine sıkı sıkı tutunmak lazım. Ben bugünleri de atlatacağımıza inanıyorum. Belki çok ciddi bir uyanışla atlatacağız, bir muhasebe yapacağız. Hep el ele vererek. İnşallah ayrışmalardan, bölünmelerden geçinenlere fırsat vermeden bütünleşeceğiz. Yeniden bir ruh olacağız. Ben buna gerçekten inanıyorum. İnsanımız, Yesevi damarından gelen o güçle yeniden dirilecektir. Bu güce sarılarak hayata başka bir gözle bakalım. Olumsuz bakışlarla, hırçınlıkla, öfkeyle, yapıcı olmayan tenkit ve suçlamalarla bakarsak kötülüğe davetiye çıkarırız. Eksik, hatalı, yetersiz ne varsa bunların üzerinde çözüme yönelik yapıcı bir üslûpla ileriye yönelik çalışmalar yapalım. Çünkü bundan hepimiz sorumluyuz. Ama şimdi oradaki insanlarımızın yaralarının sarılması önceliğimiz olmalı.
Ölenlere Rabbim rahmetiyle muamele etsin. İnşallah şehit muamelesi görmüşlerdir. Rabbim kalanların da acılarının tez vakitte sarıp sarmalanmasını, ruhen selamete ermelerini, travmalarını kolay atlatmalarını nasip etsin. Tabii burada bizlerin de vebali var. Bizler de bu yolda canla başla seferber olalım inşallah. İnşallah toparlayacağız. Bundan kimsenin de şüphesi olmasın.
ZAMANA UYANIŞ
Ali Haydar Haksal
Yeni bir zamanın eşiğindeyiz. Yeni bir gün dönümü zamanındayız.
Bir hatırlayış, bir biliş bir oluş zamanı. Bulunduğumuz yeri dünyanın merkezi. Her insan bulunduğu yerin merkezinde. Bize bir uyarı geldi, bir biliş hamlesinin dokunuşu geldi. Dillerin de dili var. Şu zamanın dilinde bu büyük sarsıntının oluşturduğu dokunuş bizi kendimizle yüzleştirdi. Geçeğimizle karşı karşıya bulunuyoruz. Maraş, Adıyaman, Hatay, Malatya, Diyarbekir, Urfa, Gaziantep sarsıldı. Biz sarsıldık. Dünyanın kalbine dokunuldu.
Depremlerin insan ruhunda yarattığı sarsıntı kolay atlatılabilecek değil. Bunu, büyük olayı yaşayanlar bir ömür boyu bunun etkisinde kalırlar. Yaşayanlar ile dışarıdan bakanların algılayışları farklı olur.
İnsanın unutma yetisi olmasa bu büyük travmaları atlatması kolay olmaz. O zaman ne sabrın, ne de kimi durumların fazla yararı olur. Elbette sabır, elbette imanî duygu, elbette teslimiyet… Bu büyük oluş karşısındaki durumlarımız bize ve hayatımıza yeni bir kapı aralıyor. Bu kapının bizi, yaratılmış varlıklar olduğumuzu asıl gerçeğin karşısındaki gücümüzün ancak bu kadar olabildiğini bilme ve aralama kapısı olduğuna götürmeli.
Biz hep küçükten büyüğe doğru uyarılmalarla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu uyarıların her biri bizim gerçeğimiz. Bu gerçeğin içinde olmamıza karşın her açıdan tedbirler ile karşılık vermemiz gerektiği gerçeği.
Hayattan, yaşananlardan ibret alınmadıkça insan körelen bir duygu yumağına, karmaşıklığına dönüşür. Algısı körelir, bakış alanı daralır, görmez olur.
Hayat hep bir dikkat üzerine kurguludur. İnancımızın özünde zaten bu vardır. Yaşanılanlar karşısında kendimizi bilme, anlama ve duyma uyarılarıdır olanlar.
Dünyanın bir merkezinde büyük bir sarsıntı yaşandı, yerler yarıldı, dağlar yerinden oynar gibi sallandı. Oysa ki dağların varoluş gerekçelerinden biri de bölgenin bir dengesinin olmasıdır. Deyim yerindeyse çakılmış bir dayanak görevi görür. Böyle olmasına karşın dağların da nasıl titrediğini görüyoruz.
İNSAN OLMA ZAMANI
Titreyen içimizle, bu büyük sarsıntıyla yeni bir kavşağa girerken daha temkinli, daha dikkatli ve daha özenli olma zamanı. İnsan olma zamanı. Acıyı bilme ve yaşama zamanı.
1968 Bingöl depreminde köyde yaşadıklarım bana beni anımsattı. O büyük sarsılışta ağaçların nasıl yere yattığını nasıl eğildiğini ve sonra da doğrulduğunu gösterdi.
Yeniden aşk ile, acı ile hayata tutunma zamanı.