MUSTAFA YADİGAR
Tanzimat’tan bugüne uzanan batılılaşma serüveni târihimiz içinde en çetrefilli konuların başında gelir. Osmanlının son dönemine kadar bu mesele çeşitli yönleriyle ele alınmış ve bazı arızî uygulamalarla Cumhuriyet’e ve günümüze kadar uzanmıştır. Târihte, kültürde, dilde, sanatta, sosyal ve dinî hayatta yaşanılan kopukluklar insanımızın kendisiyle ve geçmişiyle olan irtibâtını koparmış, bugün ve gelecekle ilgili tasavvurlarının da ârafta kalmasına sebep olmuştur.
KUBBEALTI FİKRİYÂTI’NIN DOĞUŞU
Medeniyetimizin kayıp giden son parçalarını gelecek nesillere ulaştırmak gayesiyle bir aile yola koyulur: Sâmiha Ayverdi, Ekrem Hakkı Ayverdi ve İlhan Ayverdi. Kubbealtı Cemiyeti, hayatlarını medeniyet köprüsü olmaya adayan bu üç öncü insan tarafından 2 Mart 1970’de kurulur. Cemiyet, 11 Ağustos 1978’de Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı adını alır. İlk önce Beyazıt’ta Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Medresesi’nde faaliyet gösteren kuruluş, daha sonra Çemberlitaş’daki Köprülü Mehmed Paşa Medresesi’nde çalışmalarına devam eder.
Kubbealtı; millî, manevî, târihî değerleri erozyona uğramış bir toplum için -Sâmiha Ayverdi’nin ifadesiyle- “bâsübâdelmevt” vaktinin ilk tohumudur. İhlas ve samimiyeti kuşanarak yola çıkan bu hareket, ilmî faaliyetler ve sohbetlerle fikrî mîrasımızın keşfedilmesi, dildeki yabancılaşmanın ve köksüzleştirmenin onarılması, kadîm sanatlarımızın ve klasik mûsikîmizin tekrar hatırlanması ve yaygınlaştırılmasını bir mesele olarak görür. Neşriyat alanında da medeniyetimize ait sözleri ve sesleri kalıcı eserlerle kayıt altına alarak günümüze taşımayı şiar edinir.
İLK KIVILCIM: İLMÎ FAALİYETLER, LUGAT VE DERGİ
Büyük bir heyecan ve iştiyakla alevlenen Kubbealtı meşalesi kuruluş gayesinin hedefleri doğrultusunda -Ekrem Hakkı Ayverdi’nin tabiriyle- “müstâcelen” diyerek yola koyulur. Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’la başlayan ilmî toplantılar ve seminerler giderek Türk kültür, sanat ve düşünce hayatının merkezi hâline gelir. Toplumun her kademesinden dinleyici çeken bu sohbetlerde ilim ve fikir adamları, târihçiler, edebiyatçılar, âlimler, sanatkârlar, kültür ve gönül coğrafyamızın temsilcileri arzı endam ederek bu meşalenin taşınmasında önemli bir vazife görür.
Kalıcı bir restorasyon için bin yılı aşan dil köprümüzün de asıl kimliğine kavuşması gerekiyordu. Cemiyet’in kuruluş safhasında belirlenen bu hedef, Kubbealtı Dil Akademisi olarak faaliyete geçer. Faruk Kadri Timurtaş başkanlığında Misalli Büyük Türk Lugatı için bir komisyon kurularak çalışmalara başlanır. Devam eden yıllarda ise bu komisyonun başkanlığını İlhan Ayverdi devralacaktır. İlhan Ayverdi, Uğur Derman’ın ifadesiyle “muazzez bir gayretin timsâli” olarak 34 yılın sonunda 2005’te, 3 cilde ulaşan Misalli Büyük Türkçe Sözlük-Kubbealtı Lugatı’nı hazırlamaya muvaffak olur. İlhan Avyerdi’nin inisiyatifinde herhangi bir kamu desteği olmadan hazırlanan bu lugat, kurum târihinin en büyük semeresidir. Misal ve deyimlerle birlikte yüzbin maddelik muhtevâsıyla Türk dilinin en önemli kaynakları arasına giren lugat, gelişen teknolojik şartların gereği olarak internet ortamında da (www.lugatim.com) ücretsiz bir şekilde kullanıma açılır.
Dil bahsinin diğer mühim bir konusu da târihî seyri içinde durağanlaşmamış ve kesintiye uğramamış bir dili târihiyle tekrar buluşturmak ve sürekliliğini devam ettirmektir. Dil mîrasımızın târihî nüanslarını fark etmeyi, yaşayan Türkçe idealinin temînatı olarak gören kuruluş, 1996 yılında Nermin Suner’le Osmanlı Türkçesi derslerini başlatır. Yıllar içinde aralıksız devam eden derslere kitâbe ve arşiv belgeleri okumalarının da eklenmesiyle dil ufkunda önemli bir merhale kaydedilir.
Sohbetler ve dil çalışmalarının yankısı devam ederken edebiyat alanında da ülke geneline hitap edecek bir dergi ihtiyacı doğar. Dil-edebiyat ve onun ayrılmaz parçası kültür ve sanat konularını içine alan bu dergi, 1972 yılında Kubbealtı Akademi Mecmuası adıyla yayıma başlar. Nihad Sami Banarlı idaresinde üç ayda bir çıkan dergi “Târih yapmaktan târih yazmaya vakit bulamamış bir millet”in mensuplarını millî bir düşünce etrafında birleştirerek kaybolan dil ve edebiyat mîrasımızı bir kâşif gibi gün yüzüne çıkartır. İsmiyle müsemmâ bir şekilde akademik düzeyde başlayıp gelişen dergi, gün geçtikte kültür hayatının en önemli yazılı kaynaklarından biri hâline gelir.
KESİNTİSİZ BİR TEMÂŞÂ: SANAT VE MÛSİKÎ
Kültür hafızamızın inşasında tamamlayıcı bir unsur olan kadîm sanatlarımız ve mûsikî mîrasımız da Kubbealtı’nın merkezinde yer alır. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’in riyasetinde Türk süsleme sanatlarını ihya etmek gayesiyle Kubbealtı Nakışhânesi açılır. 29 talebeyle başlayan tezhip ve minyatür çalışmaları her geçen gün insanların ilgi gösterdiği bir sanat akademisine dönüşür. Tezyinatla bütünleşen önemli bir sanat dalı olan hüsnühat da zamanla bu ihya dairesi içine girmiş ve Prof. Dr. Muhittin Serin öncülüğünde Kubbealtı kervanına katılmıştır.
Bir milletin hayatı yaşama biçiminin târihî kodları olan mûsikîmizin nağmeleriyle de tanışma vakti gelmiştir. Yahya Kemal’in veciz ifadesiyle vücut bulan “Çok kimse anlamaz eski mûsikîmizden / Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden” anlayışından yola çıkarak; Üstad Münir Nurettin Selçuk, hâfız, hattat, bestekâr Kemal Batanay ve Yüksek Mîmar Yusuf Ömürlü ile mûsikî dersleri başlar. Büyük bir gayret ve samimiyetle başlayan bu çalışmalar bir meşk mektebinin doğuşunu da haber verir.
SADIRDAN SATIRA: NEŞRİYAT
Birden fazla sahada yapılan çalışmaların kalıcı hâle gelmesi için neşriyat faaliyetinin hayatî derecede önemli olması kaçınılmazdı. Nihad Sâmi Banarlı’nın Türkçe’nin Sırları kitabıyla yayın hayatına başlayan neşriyat; târihten edebiyata, dilden sanata ve mîmariye dâir birçok kalıcı esere imzâ atmış, klasik mûsikimize dair nota fasikülleri, Meral Uğurlu, Aleaddin Yavaşça, Ahmet Hatipoğlu gibi üstadların kaset ve CD’lerini yayımlamıştır. Kuruluşunda bugüne -birçoğu muhalled olan- 300’ü aşkın yayımladığı kitapla yaşayan kütüphâne olma özelliğini büyük bir özveriyle devam ettirmektedir.
ADANMIŞLIĞIN SEMERESİ: SOSYAL HİZMETLER
Vakıf senedinde yer alan “Ne oluyor size ki îman ettikden sonra da Allah yolunda harcamıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin bütün mîrâsı Allah’ındır.” (Hadid sûresi 10. ayet) ayetinin fehvâsınca ferâgat ve fedakârlığın bütün katmanlarını bünyesinde toplayarak bir hayır zinciri kurulur. Başta Ekrem Hakkı Ayverdi, Sâmiha Ayverdi, İlhan Ayverdi ve kurucu heyet, bu silsilenin oluşmasına öncülük ederler. Halkalar genişledikçe yeni vâkıfların ve hayırseverlerin maddî yardımları, hanımların kermes organizasyonlarının gelirleri ve kitap satışlarıyla öğrenci burslarının ve sosyal hizmetlerin de temeli atılır. Kurulduğu günden bugüne yüzlerce üniversite öğrencine burs sağlayarak eğitim hayatına ciddi katkılar sağlayan Kubbealtı mektebi, artık geleceğin mimarları olan gençlerin de uğrak mekânı olmaya başlar.
BİR DOĞUM GÜNÜ HÂTIRASI: 50. YIL KİTAPLARI
Sohbetler, seminerler, sunumlar, paneller, konserler, kurslar, sergiler, kermesler ve dergi-kitap yayımlarıyla gitgide kökleşen Kubbealtı ağacı, 2020 yılında 50. yılına ulaştı. 50 yılın sene-i devriyesine özel olarak 4 kitap yayımlandı. Yarım asırlık hizmet ve kültür hareketinin nişânesi olan kitaplar ilk defa yayımlanan fotoğraflar, gravürler, özel tasarım ve göz alıcı bir baskıyla okuyuculara sunuldu. Sâmiha Ayverdi’nin İbrâhim Efendi Konağı, Beşir Ayvazoğlu’nun İstanbul Geceleri, Sâmiha Uluant’ın Boğaziçi’nde Târih, Prof. Dr. Abdullah Uçman’ın notları, açıklamaları ve ekleriyle arşivlik bir çalışmaya döndü. Ahmed Yüksel Özemre’nin ebru sanatkârı Mustafa Düzgünman’ı anlattığı Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı kitabı ise Düzgünman’ın doğumunun 100. vefatının ise 30. yılına tesadüf etmişti. Ebru teknesinin günümüzdeki en önemli temsilcileri ve Düzgünman ekolünün üç seçkin öğrencisi olan Alparslan Babaoğlu, Fuat Başar ve Sabri Mandıracı’nın orijinal baskı ebrularıyla kitap sanatkârane bir renge bürünerek vakfın 50. yılındaki yerini aldı.
Vakfın 50. yıla mahsus diğer bir kitabı da önümüzdeki günlerde yayımlanacak olan Ekrem Hakkı Ayverdi Yazma Eserler Kataloğu. Ekrem Hakkı Ayverdi mühendis ve mîmar olma vasfının dışında kültür varlıklarımızın korunması hususunda da büyük bir mesûliyet duygusuyla hareket etmiş, hayâtı boyunca birçok el yazması târihî eseri toplayarak onların kaybolup gitmesine mâni olmuştu. Büyük bir gayretle ve titizlikle topladığı ve muhafaza ettiği bu eserleri kurucusu olduğu Kubbealtı Vakfı’na bağışlayarak bu mîrası gelecek kuşaklara emanet etti. 195 adet el yazması eser ve Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Osmanlı Mîmârî târihi araştırmalarında yararlandığı el yazması kitaplar ve mecmualardan oluşan bu seçkin mîrasın kataloğu, Uğur Derman’ın danışmanlığında Türkçe ve İngilizce olarak okurlara sunulacak.
Vakfın 50. yılı münâsebetiyle yapacağı pek çok faâliyet, yaşadığımız malum genel salgın sebebiyle kesintiye uğradı. Özel programlar, konserler, sergiler, toplantılar, sempozyumlar vd. Bunlardan yalnızca Ahmed Yakupoğlu, Hattat Şeyh Hamdullah Sergisi ve vakfın 50. yıl programı internet üzerinden yayınlanabildi.
YARIM ASIRDAN GERİYE KALANLAR
Cemil Meriç’ten Mehmet Kaplan’a, Muharrem Ergin’den Ahmet Kabaklı’ya, Tahsin Banguoğlu’ndan Sabahattin Zaim’e, Semavi Eyice’den Oktay Aslanapa’ya, Niyazi Sayın’dan Necdet Yaşar’a ve ismini sayamadığımız bir çok önemli sîmâ Kubbealtı mecrâsının değişik kademelerinde (sohbet, seminer, konser, neşriyat) görev alarak bu düşüncenin filizlenmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Yarım asırlık bir ilim, fikir, sanat ve hizmet yolculuğu, ardında büyük izler bırakarak günümüze kadar ulaştı. Bu yolculuk, mütevazı bir medrese odasından başlayan bir adanmışlık hikâyesidir. Kubbealtı, Samiha Ayverdi’nin “Hizmet; Allah’ın kuluna tebessümüdür” düşüncesinden ilhâm alarak kanatlanmış ve bu uğurda hiç durmadan çalışmıştır. Sâmiha Ayverdi’nin vefatından sonra kurulan Ayverdi Enstitüsü, Ayverdi üçlüsünün düşüncelerini ve eserlerini ebedîleştirmek ve gelecek nesillere ulaştırmak gâyesiyle çalışmalarına devam etmektedir.
Bugün Kubbealtı; haftalık sohbetlerden seminer ve sunumlara, hattan tezhibe, Osmanlı Türkçesi’nden Farsçaya, diksiyondan mûsikî kurslarına ve bitmek bilmeyen yayımlar ve hizmet faaliyetleri ile insanımızın târih, kültür, edebiyat ve sanat hafızasında yer etmeye devam ediyor. Muhibbânı tarafından “Büyük Reis” olarak bilinen bir Osmanlı Beyefendisi, vatan ve millet âşığı Ekrem Hakkı Ayverdi’nin şu sözü yarım asırlık bir vakıf tarafından çıkılan seferberliğin anlam ve büyüklüğünü veciz bir şekilde özetliyor:
“Biz dünü yaşatan, yarını hazırlayan insanlarız.”