Açık konuşmayı sevmediğimiz konular var. Yaklaşık dokuz aydır bu köşede pazarların bizim için anlamını irdelemeye çalışıyoruz. Ancak meseleyi her açıdan değerlendirmek zaman alıyor. Nihayetinde, belli konular üzerine çok düşünmüyor, daha ziyade o hâli yaşıyoruz. Pazarlar da bundan nasibini alıyor. Çok satan kitaplara sahip olan İngiliz yazar Matt Haig, İnsanlar isimli romanında “Eğlenmek için sadece cumartesileri vardı; pazar günleri pazartesiye fazla yakın oldukları için çok sevilmiyordu, pazartesiler haftanın güneş sistemindeki dev kütle çekimli çökmüş yıldızlardı sanki.” diyerek aslında paarlarla olan netameli ilişkimize farklı bir açıdan yaklaşıyor.
Bu hafta pazarları irdelemeye yazar-yönetmen Ayşe Şahinboy Doğan’la devam ediyoruz.
Doğan’a ilk olarak klasikleşmiş sorumuzu, “Klasik bir Pazar gününüzü tarif eder misiniz?”, yöneltiyoruz. Bize şöyle cevap veriyor: “Kavram olarak ‘klasik’ olan sanırım hayatımda pandemiyle birlikte uçup gitti. Corona öncesi ve sonrası şeklinde tarif etmem daha mümkün. Evlere kapandığımız o süreçte, günlere atfettiğim özellikler yer değiştirdi. Mesela bir salı günü de pekala pazara benzeyebiliyor artık. Tabii bunun bir de kendi işinin çalışanı olmaktan kaynaklı olduğunu da eklemem gerekiyor. Bağımsız çalışmanın getirisi olarak, bitmeyen bir mesai döngüsünün içerisinde koşuyorum. Ama diğer günlerden farkı, haftasonları çocukların sabahları da evde olduğu vakitler daha bi kıymetli. Bir pazar günü, patates kızartmalı bir kahvaltıyla başlar, bir film açılır (ki biz bunu cumartesi günleri de yapıyoruz), sofrada film bitene kadar oturulur. Sofranın kaldırılması epey bi uzun sürer, sonra ciddi meseleler konuşulur çocuklarla. Ciddi mesele dediysek her ebeveynin derdi, ‘ödevlerinizi yaptınız mı’ sorusuna gelen yarım cevaplarla son çaylar içilir. Kalan ödev varsa (ki illa ki var oluyor), çocuklar ödev başına oturur. Bu da bize Osman Bey’le (kendisi eşim olur) iki lafın belini kırmak için vakit bırakır. Biz Osman’la çok konuşuruz, eğer evdeyse (oyun, turne vs olmazsa) sağdan soldan, yapacaklarımızdan, bir sonraki kahvaltıda daha çok patates kızartması yapmalıyız gibi şeylerden bahsederiz. Ailelerimizi ziyarete gideriz, akrabalarımızı görmeye çalışırız. Bazen de bizim evde kalabalık pazar kahvaltıları veririz. Kardeşler, yeğenler, gelinler, damatlar böylece bir araya gelmiş olur.”
HAFTANIN BÜTÜN YÜKÜNÜ OMZUNA ALMIŞ ÇOK ÇİLEKEŞ
Hepimiz için pazarların tadı başka. Herhâlde en çok sükuneti bizi besliyor, dinlendiriyor. Eh tabi bazen bu durum kabak tadı da verebiliyor. Tam da bunları düşünerek Ayşe Hanım’a pazarları sıkıntı olmaktan kurtarmak için önerisi var mı diye soruyoruz. “Çocukken pazar günleri hiç sıkıntı oluşturmazdı. Hatta biteceği için üzülürdük, çünkü ertesi gün sabahın erken saatinde kalkıp okul yollarına revan olurduk” diyerek sözlerine başlıyor Doğan. Ardından da şöyle devam ediyor: “Çizgi film izleyip, boş boş durmak, hatta kimse farketmiyorsa ödev yapmamak sıkıntı oluşturmazdı. Sanırım büyüyünce biri bize pazar gününün aslında sıkıntılı bir yapısı olduğunu söyledi. Yoksa durup dururken ne değişmiş olabilir? Pazartesi ise haftanın bütün yükünü omzuna almış, çok çilekeş bi yapısı var, garibimi kimse sevmiyor maalesef. Hani Süt Kardeşler filminde Şener Şen’in bir repliği var ya; ‘Seni hiç sevmiyorum süt oğlan (bu pazar günü), senin babanı da sevmezdim (bu da pazartesi)’ Modern dünyanın insana ‘bak bu böyledir’ dediği bazı tanımlar, biçimler var. İnsan niçin sıkılır ya da bunu bir güne niye pay biçer. Pazar günü işiniz gücünüz yoksa açın bir film izleyin, kitap okuyun, evinizi düzenleyin, hiç bişey bulamadıysanız ayaklarınızı uzatıp biraz gündüz şekerlemesi yapın. Ama dışarı çıkmayın! Pazar günü sizi dışarı çağıranlara Neredesin Firüze filminde Demet Akbağ’ın repliği gibi cevap verin: ‘Ben hep evdeyim çocuklar’.”
ÇİZGİ ROMANLAR VE RADYO TİYATROSU
Gelelim matbuata... Peki pazarları okuduğunuz kitaplar nedir? Doğan, 90’lı yıllarda geçirdiği çocukluğunda teknolojiden uzak, basılı yayınlarla kuvvetli bağlar geliştirdiğini ifade ederek o yıllardan bu zamana pazarları çizgi roman okumayı sevdiğini söylüyor. Doğan, “Klasik edebiyatı ne kadar seviyor olsam da, çizgi roman dünyasının yeri bende ayrıdır. Gizemler dedektifi diye bilinen Martin Mystere serisini okumayı severim” ifadelerini kullanıyor. Doğan şunları anlatıyor: “Mesleğim gereği tiyatroya veya sinemaya bir hikâye yazmam gerektiğinde geniş hayal dünyasına sahip olmak avantaj oluyor. Bunun içinde zihnimin gri hücrelerini besleyecek eserleri okumayı seviyorum. Tavsiye de bulunmam gerekirse son yıllarda sesli kitap uygulamalarının başında geleni (reklam olur diye adını vermeyeyim) oldukça verimli kullanıyorum. Pazar günü ağır kitapların, akademik yayınların ya da eleştirel metinlerin zamanı değildir diye düşünüyorum. ‘Perde Kapanmasa Görecektiniz’ kitabını dinliyorum şimdilerde, Deniz Yüce Başarır’ın Kent Oyuncuları’nın tiyatro serüvenini anlattığı bir eser. Öykü kitaplarını da dinlemek ya da okumak kısa ama keyif verici oluyor. NTV Radyo için Ahmet Ümit’in hazırladığı Radyo Tiyatrolarını da eklemeden geçmeyeyim. Başkomiser Nevzat ve ekibinin çözdüğü vakaları dinlerken bi yandan da pazar kahvaltısını hazırlayabilirsiniz.”
HITCHCOCK’TAN MİYAZAKİ’YE
Karşımızda sahne sanatlarıyla uzun süredir ilgilinen biri olduğu için sıradaki sorumuz beyaz perdeden oluyor. Ve Doğan’a “Sizce pazar günü izlenecek en iyi film hangisidir?” diye soruyoruz: “Polisiye, bilim kurgu, gizem gibi temaları seven biri olarak pazar günü vaktim varsa klasikleri izlerim. Indiana Jones, Zindan Adası, Castle dizisi, The God Father, Kuzuların Sessizliği, Criminal Minds, Ocean’s serisi gibi.... Dram, korku, trajedi Pazar gününün temaları olmamalı, mümkünse kaliteli mizah filmleri izlenebilir. Solgun Mavi Gözler, Dolemite Is My Name, The Mitchells vs the Machines, Don’t Look Up, Büyük Budapeşte Oteli, Julie ve Julia, Elly Hakkında, Cennetin Rengi, Hitchcock yapımları ve Miyazaki’nin tüm filmleri izlenebilecekler listemde yer alıyor.”
KALABALIKLAR YERİNİ AZ VE ÖZ İNSANLARA BIRAKIYOR
Doğan’a “Özellikle pazar günleri görmek istediğiniz arkadaşlarınız var mı?” sorusunu yönelttiğimizde ise “Bu soruyu 20’li yaşlarımda farklı verirdim, çok fazla arkadaşla programsız, hadi bi çay içelim, iki sohbet ederiz dediğimiz vakitler vardı” diyerek başlıyor anlatmaya: “Ama 40’lı yaşlara geldiğinizde zamanın ayarını yaparken daha iktisatlı oluyormuş insan. Pazar günü birine vakit ayırıyorsam gerçekten o kişinin benim hayatımda önemli bir yeri vardır. Bu yaşlarda yalnızlık daha cazip geliyor. Ve arkadaşlarım diyebileceğim kalabalıklar, yerini daha az ama öz insanlara bırakıyor.”