Çok uzun zamandır arkadaşız. Hele de 7 Ekim’den sonra kurduğumuz Filistin İnisiyatifi ile gecemiz-gündüzümüze karıştı. Bekir Develi’yi, İslami camianın içerik üreticileri ve gençleri için cesaret hapına benzetiyorum. Kompleksi yok. ‘Ezildik, örselendik, itildik’ duvarları örüp arkasında oturmuyor. Aksine ‘Ben daha iyisini, en iyisini ve İslami çizgileri koruyarak anlatırım. Üretirim. Bu yönde kitle inşa ederim’ diyor. Yıllar önce başladığı noktaya dönerek, mizaha başladı Bekir Develi. ‘Fani But Funny’ isimli stand-up gösterisini her şehirde kapalı gişe sahneliyor. İstanbul’daki gösterisine gittim. Üst seviye, sıfır küfür ve argosuz mizahın izleyicide bıraktığı etkiyi de gözlemledim. O gün, söyleşi için sözleştik. Bu vesile ile ben de geçen yıl başladığım ancak gündemin aşırı yoğunluğundan yarım bıraktığım ‘Bir Başka Mesele’ serisine yeniden başlamış oldum. Bekir abi ile mizahı, Türkiye’deki kültür üretimini, İslami camianın sanat içeriklerine verdiği değeri, son dönemdeki kırılmaları konuştuk. Bir saate yakın sohbet oldu. Burada önemli bir kısmını okuyacaksınız lakin tamamını Yeni Şafak’ın YouTube kanalından da izleyebilirsiniz. Bu arada her pazar, Allah nasip ederse ‘Bir Başka Mesele’ye bir başka konukla devam edeceğim. Şimdiden ilan edeyim; haftaya Eyüp Gökhan Özekin var. Söz şimdi Bekir Develi’de. Umarım keyifle okursunuz…
“MİZAHIN ALICISI ÇOK”
Nedir Bekir Develi’nin meselesi?
Yerine göre iftar programı, yerine göre YouTube'da içerik, yerine göre sahne. Yıllardır böyle oyalanıp gidiyoruz işte. Meselem bu. Son iki aydır da bir şey denemeye çalışıyoruz. İnsanlar için yeni olabilir, beni daha hiç kimse tanımazken, yazdığım stand-up gösterisiyle çıkmıştım. ‘Hacıların Çocuğuyum’ isimli bir gösteriyle çıkmıştım. Fakat sonrasında televizyonculuk kariyeri o kadar domine etti ki beni ben bir daha kafa kaldırıp da hani ona yoğunlaşamadım. Fakat bütün bu süreçte programlarıma gelenler zaten ara ara komik hikayeler anlattığımı bilirler. Ya kurtluyuz. Duramıyorum. Ama müstakil stand-up gösterisi yapacağım diye odur budur bir daha çıkmamıştım.
Ne oldu da başladığın yere döndün?
Bundan on yıl önce seninle sohbet etseydik, deseydim ki; hangi stand-upçılar var? Belli başlı üç beş isim sayardın. İşte Ata Demirel, Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan falan. Ama şu son iki senede özellikle, inanılmaz artış var. Birçoğunu ben bile tanımıyorum ki işin içinde olmama rağmen. Instagram'da, TikTok'ta, YouTube'da sık sık videolar önümüze düşüyor. Sonra bunun alıcısının da çok olduğunu ve bu alıcıların da genç olduğunu fark edince, ayrıca da içeriklerin çok gayrı ahlaki olduğunu görünce dedim, tamam. O kadar çok yazan oldu ki; ‘Abi sen vaktiyle böyle böyle bir iş yapıyordun. Şu an buna çok ihtiyaç yok mu? Gel buradan birazcık devam et.’ Oturdum, çalıştım. Birinci sebebim buydu. Bir alternatif olsun. İkincisi de son seçimlerde siyasi dengelerin değişmesiydi...
“KİLİDİMİ CHP’Lİ BELEDİYELER AÇTI”
Yani siyasi bir karar mı verdin?
Bir örnek vereyim. Üsküdar Belediyesi mesela. Hilmi Başkanı (Türkmen) ben çok severdim. Allah ondan razı olsun. Her sene kitap fuarına ve farklı vesilelerle Bağlarbaşı Kültür Merkezi'nde çıkar ve bizi seven, bizi dinlemek isteyen insanlarla buluşacağımız ortamlarımız olurdu. Fakat belediye değişince bir akşam sohbette, -aslında kilidimi açan şey bu oldu- bizim mahallede yine iş üreten arkadaşlardan biri ‘Üsküdar'da beş sene yalan oldu’ dedi. Takıldım ben o cümlesine. ‘Nasıl yalan oldu?’ dedim. Benim işimin Hilmi Başkan'la bu kadar ilintili olması çok rahatsız edici değil mi? Tamam Hilmi Türkmen'i seviyoruz ama bu kadar da olmamalı. Sonra fark ettim adam doğru söylüyor.
Sonra…
Eğer bir belediye el değiştirdiyse sizin gibi düşünmeyen ya da hayat görüşü sizin gibi olmayan insanlar tarafından yönetiliyorsa, bir daha orada izleyicinizle ve sizi seven insanlarla buluşamıyorsunuz. Ya bu bundan daha ala bir saçmalık olabilir mi? Fakat hayat görüşü sizin gibi olmayan sanatçılar gelip sizin izleyicinizle buluşabiliyor sizin belediyelerinizde. Bu adil değil dedim. Bunu kırmak adına bir şey yapmamız lazımdı. Gişeli gösteriler yapacağım, dedim. İki üç aydır, 12-13 gösteri yaptım şu ana kadar. Salon bulma noktasında da sıkıntı yaşıyoruz. Bir sene önceden ayrılıyor salonlar. Çok harala gürele girdiğim için 12-13 gösteri yapabildim. Çoğu da Allah'a şükürler olsun kapalı kişi oynadı. Ve ‘iyi ki de yapmışım’ diyorum.
“NEREDE DURMAM GEREKTİĞİNİ BİLİYORUM”
İstanbul'daki gösteriye geldim. Uzun zamandır tanıyorum seni. Yaptığın esprilerin bir kısmını dinlemişliğim var. Lakin salonu öyle görünce ‘ya’ dedim. Tıklım tıklımdı. Sahne, performansın, izleyicinin enerjisi… İslami camia için, mizah ve katıla katıla gülme falan bıçak sırtı meseleler. Dengeyi sağlamak kolay değil. Seyirciyi gelmeye ikna etmek ve sonrasında tatmin etmek de ince işler. Bunu sağlayabildiğini düşünebiliyor musun?
Bir kere hem eksiklik var hem ihtiyaç da var. Çok iyi bir sunucu olabilirsiniz. Ama bu iftar programı sunabileceğiniz anlamına gelmiyor. Çünkü orada başka donanımlara ihtiyaç var. Bir kere asgari bir dini bilginizin olması lazım. Neleri konuşup nelerin konuşulmaması gerektiğini bilmelisiniz. ‘Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in üç aşağı beş yukarıya neye tekabül ettiğini biliyor olmanız lazım. Ve hitap ettiğiniz kitlenin itikadıyla alakalı da fikir sahibi olmanız lazım. İyi bir mizahçı olmak da dini içerikli mizah yapmaya yetmez. Bunun için de asgari bir bilginizin, deneyiminizin ve kitleyle alakalı da edinilmiş tecrübenizin olması gerekiyor. Şimdi ben bu ekosistemin içinde doğdum büyüdüm. Hangi konularda şaka yapılıp, hangi konularda şaka yapılmaması gerektiğini biliyorum. Nerede durmam gerektiğini biliyorum. Öyle çok zayi olan şakalarımız var mesela. Aklımıza geliyor yazarken, diyorum ‘ya çok iyi ama bunu yapamayız. Bunu yapmamalıyız. Burada durmamız gerekiyor.’ Nihat Hatipoğlu'nu çok iyi karikatürize edebilirim sahnede. Fakat bunu abarttığım zaman Nihat Hoca'yı gören herkesin aklına bu geleceği için diyorum ki; ‘Bu artık adamın anlattığı ciddi meseleleri sulandırmaya başlar. Duralım. Geri çekilelim.’
Burada mahallene, mahalleyi anlatıyorsun aslında…
Yani evet. Benim zaten çok bildiğim bir iş. Ben benzer esprileri iftar programı sunarken de yapıyorum. İnsanlar gülüyor, eğleniyor. Ama burada önemli olan kıvamdır. Unu, şekeri, suyu bir şekilde herkes tedarik eder. Kıvamı tutturmak önemli. Ben birazcık kıvam konusunda tecrübeliyim diye düşünüyorum.
Sınır neresi, nerede bitiyor?
Sınır benim aklımda. Ben yetiştirilirken çizilmiş zaten. Yani günah denen bir şey var, haram var. Böyle bir ailenin çocukları olarak zaten belli sınırlar içerisinde yetiştik. Birileri diyor ki; ‘ya sahnede küfredersen?’ Sahnede niye küfredeyim? ‘Ya ağzından kaçarsa?’ Normal hayatta etmiyorum ki. Yaptığımız işi yazarken de sahnelerken de anlatırken de bu sınırlar dahilinde oluyor.
“KÜFRÜ KABULLENMEK BÜYÜK BİR KATLİAM”
Ancak mizaha sektör olarak baktığımızda bir sınırsızlık da mevzubahis…
Uç noktada bir sınırsızlık hem de. Yani şöyle, sadece bel altı falan değil. İnsanlar mutlaka denk gelmiştir. Mukaddesatımızla alakalı, Dini Mübin İslam ile alakalı son derece hadsiz, haddini aşan, bilmezlikten olduğunu sanmıyorum, birçoğunun mutlaka vardır istisnaları. Ama bile bile yapılıyor. Tahfif ediliyor.
Bunun bir alıcısı var ama. Küfür yemekten hoşlanan, hakaret edilmekten, etnik kökeninden, inancından dolayı aşağılanmaktan hatta tesettürünün dile dolanmasını sinesine çeken seyirci kitleleri de oluşmaya başladı. Bunu nasıl izah etmek gerek?
Buradaki aslında kritik eşik şu; biz hep ‘ya küfrediliyor, bu kadar bel altı normal değil, yapılmaması lazım’ diye şikâyet ediyoruz. Bir sonraki aşama ise; ‘Türk milleti küfürlü içeriği seviyor ve gülüyor’ olacak. Bu bence daha büyük bir katliam. Çünkü bir toplumu, bir sosyolojik yapıyı komple yaftalamış oluyorsun. Ne münasebet ya? Türk insanı küfre gülmez. Bundan hoşlanmaz. O sizin kendi densizliğiniz. Kendi ekosisteminizle böyle gidiyor olabilir. Gel benim sahnemde o ettiğin küfrün bir tanesini yap da bakalım. Gel benim izleyicime, en basitinden küfret de görelim.
Bu çok önemli. Diyelim ki Bekir Develi’nin ağzından kaçtı, ne olur?
Ağzımdan kaçtığını bilir. ‘Bekir Bey böyle bir şey söylemez. Söylediyse ağzından kaçmıştır’ der, duymazlıktan gelir.
Yine diyelim ki kaptırdın gidiyorsun ve gerçekten ettin…
Kalkarlar ayağa. ‘Bekir Bey küfürsüz argosuz diye geldik. Biz sizi televizyonlardan tanıyoruz. Karımızı kızımızı, çoluğumuzu çocuğumuzu getirdik. Bir kendine gel. Eğer böyle devam edeceksek çıkarırız’ derler. Yüzde bir milyon.
Karşılıklı güven… Bu bilinç çok önemli değil mi?
İyi ki de derler. Ben diyorum ki; Çocuklarınızı getirin. En çok kimden utanıyorsanız. Kimin yanında küfür duymaktan ar ediyorsanız onları getirin. Çünkü böyle bir şey olmayacak. Mesele sadece küfretmek de değil ki. Mesele burada mukaddesata da sövmek. Yani biz dünya görüşü bizimle aynı olmayan insanların da mukaddesatını aşağılamıyoruz sahnede. Yani bazen o kadar ağır eleştiriler yapılıyor ki insanların görüşlerine, hayat anlayışlarına. Keşke bana küfretseydin. Biz bunu da yapmıyoruz. Ya da bir insanın kelliği, kekemeliği, şişmanlığı, şaşılığı üzerinden de şaka yapmak bir cinayettir. Şimdi bütün bunları çekip aldığın zaman, küfrü çekip aldın, hakareti çektin aldın, gıybeti çektin aldın. Ve rıza dairesinde bir şey yapmaya çalışıyorsun. İşte o zaman çok zorlanıyorsun. Hadi yap buyur bakalım. Küfretmeden, salak, ahmak, avanak bile demeden, hadi gel güldür bakalım beni. Kolay bir şey değil. Yeni yeni fark etmeye başladım. Ben önceden daha kolay güldürüyordum. Benzer hikayelere daha iyi tepkiler alıyordum. Şu an fark ediyorum ki bu milletin üstünden bir şey geçmiş.
“AHLAKİ OLARAK SEVİYE DÜŞMÜŞ”
Seviye mi düşmüş?
Ne yazık ki. Espri anlayışı başka bir şeye dönüşmüş. Ahlaki olarak seviyeye düşmüş. Mizah anlayışı noktasında mutlaka daha fazla kazanım olmuştur. Daha fazla şakalara maruz kalmıştır insanlar. Onu biliyorum. Onu anlıyorum. Ama ahlaki seviyede de ne yazık ki bir düşüş var.
Sekülerler yıllardan beri bu seviyesizliği sanat olarak dayattılar. Soyundu, küfretti başka şeyler yaptı ama hep sanat şemsiyesi altında ve ‘bunun sınırı olmaz’ dediler.
Onlara göre sanattı. Sincan'da tanklar tiyatrodan dolayı yürütüldü. Tayyip Erdoğan şiir okudu diye içeriye atıldı. O sanatta bu ne o zaman?
Yeşil sanat... Sen de böyle adlandırılmadın mı?
Evet. ‘İslami stand-upçı’ dediler. ‘Abdestsiz girilmiyor gösterilerine’ dediler. Şu an yine başladılar. Yine yazıyorlar işte.
“AFİŞİMİ BİLETLİ GÖSTERİDE İMZALATTILAR”
Kim bunlar, çekemiyorlar mı Bekir Develi’yi?
Abi şöyle, Bursa BAOP Sahne’de sahne yaptım, iki defa. Ve yapmak istediğim yerlerden biriydi. Nilüfer'de. Orada birinin gişeli gösteri yapmasından rahatsız olan bir klik var. Diyorlar ki; ‘bu alana girmeyin.’ Yani onlar çünkü şöyle kodluyorlar; ‘Bugün muhafazakar camiaya kültür sanat üreten insanlar, ya belediyelerin davetiyle ya vakıfların ya derneklerin davetiyle var olan insanlar. Gişe açsalar hiçbir şekilde alıcıları olmaz. Gişe açamazsınız’ diyorlar. Çok enteresan bir şey söyleyeyim. Konya Selçuklu Belediyesi Kongre Merkezi'nde yedi defa sahne yaptım. Yedisinde de doluydu. Bazılarında sahne de doluydu. Hiçbir zaman ‘sen kimsin’ diye sorulmadı bana orada. En son gişeli gösteri yaptığında salon tam dolmamıştı da Selçuk'ta. Fakat ilk defa salon görevlileri benim afişimi imzalatıp duvara astılar. ‘Bu benim burada sekizinci çıkışım. Daha önce niye yapmadınız?’ dedim. ‘Yani bilmiyoruz böyle bir hatıramız olsun’ dediler. Ben nedenini biliyorum ama.
Nedir?
Tam olarak şu; ‘Artık sen de gişeli gösteri yapıyorsun ve artık bizim muhatabımızsın. Sen davet edilen bir adam değilsin artık. Sen kendi rüştünü ispatlamış gişesine güvenen, izleyicisine güvenen birisin.’
“O KAŞEYİ İSLAMİ CAMİANIN TAMAMI
BİR YILDA KAZANAMIYOR”
Şunu da konuşalım o zaman; İslami cami neden bu zamana kadar kültür, sanat ve edebiyatta böyle talep edilir işler üretmedi?
Para yoktu. Yani burada kültür sanata para yatırılmıyor ne yazık ki. Şunu açık açık söyleyeyim. Bu işi sadece yöneticilere ihale edebiliriz. Belediyelere ihale edebiliriz. Ya da ‘karşı cenah bu anlamda kültürel bir hegemonya kurdu ve bize nefeslenecek alan bırakmadı’ deyip o güvenli sığınağımızdan çıkmadan bu konuyu kapatabiliriz. Bizim muhafazakar camiamızda bugüne kadar bu tür hizmetlerin hepsini belediyelerden, vakıflardan ve derneklerden bedava almaya alışmış, ‘nasıl olsa belediye çağırıyor Hayati İnanç’ı’ diyor. ‘Sancaktepe olmazsa Ümraniye'ye geliyor. Ümraniye olmazsa, Üsküdar'a gelir. Gider izleriz’ diyor. Bunun da değişmesi gerekiyor. Hiç para vermeden, bedelsiz izlediğin insandan Netflix kıvamında film beklemek haksızlık olur. Yani o sanatçıların yılbaşı kaşelerini gördük. Ben sana çok net bir şey söyleyeyim. Farazi söylemiyorum. Rakamları bilen bir insan olarak söylüyorum. Bizim bütün sağ cenahtaki sanatçıların hepsini üst üste koy. Onlardan bir tanesinin tek programda konserde aldığı parayı bütün camia bir yılda kazanmıyor.
“28 ŞUBAT’TA NASIL BİR BAKİYE BIRAKTIĞIMIZI BİLMİYORUZ”
Niye böyle? Kalitesiz mi yoksa değer mi görmüyor?
Şöyle; biz kültür sanata para ödenecek bir şey gibi bakmıyoruz henüz. Tabii bunun farklı etki etmenleri var, 28 Şubat geçmiş üstümüzden. Yani biz kendi asgari var olma alanımızı muhafaza etme derdinden bizim kültür sanat üretmeye fırsatımız kalmamış ki. Yani belki bu ülkenin en iyi yönetmenlerinden biri güzel sanatlar fakültesinden mezun olup şu an harika, dünya çapında filimler çekiyor olacaktı. Eğer başörtüsünden dolayı okumasına müsaade edilseydi. Biz ne kaybettiğimizi bilmiyoruz ki. 28 Şubat'ta başörtüsünden dolayı okulu terk eden insanlardan, orada nasıl bir bakiye bıraktığımızı bilmiyoruz ki. Hala psikolojik tedavi gören insanlar var bununla alakalı. Şimdi hal böyleyken bütün bu yaşanmışlıkların üzerine tutup da ‘Müslümanlar sanat üretemiyor’ demek vicdansızlık, insafsızlık olur yani. Siz yaşadınız mı onda birini, değil mi? Mesela bak 20 küsür senelik AK Parti iktidarında kültür sanat bağlamında karşı cenah ne kaybetti? Hiçbir şey. Yeni yeni figürler, sürekli isimler çıkardılar. Sürekli kendi ekosistemlerinde isimler ürettiler. Ve izlenir işler yaptılar. Mesela Hayko Cepkin'e sorsanız, ‘son konserim olabilir seçimler var’ falan. Yapmayın. Bunun böyle olmadığını pekala siz de biliyorsunuz. Bunun böyle olmadığını biz de biliyoruz. İnsanlar aptal değiller, bunu okuyabiliyor. Şunu çok önemsiyorum. Eşref Ziya Terzi yeni bir film yaptı mesela. İlk fırsatta izleyeceğim. Fakat ne olursa olsun, kötü bir film olsa dahi, ki iyi olduğunu duydum. Abonmanlık gerekiyorsa abone olacağım alacağım. O filmi yerde bırakmayacağım. Neden biliyor musun? Benim çünkü. Evet. Oraya ne kadar para harcadığını biliyorum. Eşine Ziya abi de diğerleri gibi o on beş yirmi milyon TL'yi arsaya, eve ya da fona gömebilirdi belki. Yapmadı, riske etti ve meydana çıktı. Başarlı olsun ya da olmasın arkasında duracağım. Böylece sahiplenebiliriz birbirimizi.
Peki İslami camiada bu anlayış oluşmaya başladı mı?
İnşallah diyeyim. Yani bundan beş sene öncesine göre daha iyi bir yerdeyiz.
“BİZİM ÇOCUĞUMUZ” DİYEREK GELSİNLER İSMEMEM
Sen 12 salonda sahneledin ‘Fani But Funny’i. Tüm biletler satıldı. İslami camia da AK Partili belediyelerin açtığı salonların dışında, bilet alarak içerik işte stand-up izlemeye gidiyorlar. Bunu diyebilir miyiz?
Şunun da altını çizeyim. Şöyle gelsinler istemem; ‘yazık ya, bizim çocuğumuz gidelim de…’ Hayır böyle değil. Ben iyi bir oyun yapıyorum orada. Yani ve sadece bizim camia gelmiyor ki oraya. Her camiadan insan geliyor izliyor. Ben iyi bir şey sunmaya çalışıyorum. Fakat bunu geliştirebilmem için sizin de gelmeniz gerekiyor. Değil mi? Yani siz gelin ben buradan birazcık para kazanayım. Oturayım, metin yazarı mı tutuyorum ya da ne bileyim daha iyi dekorlar mı kuruyorum? Ama bana bu fırsatı tanı. Kendi sanat hayatını devam ettirebilmek için, bir belediyenin davetini bekleyen adamdan Netflix düzeyinde iş bekleyebilir misin kardeşim? Bu haksızlık olur ona. Hani ne verdin elime, ne süreyim yüzüme yani. Bana bir şey vermedin ki. Ben bana verdiklerinde anca geçinebiliyorum zaten. İşte, ‘bizim İslami sanatçılar, Müslüman sanatçılar uyuyor. İşte bir Tarkan'a bak, işte bir Mustafa Demirci'ye bak.’ Abi ver Mustafa Demirci'ye Tarkan'a verdiğim parayı. Bak Mustafa abi ne yapıyor. Dolayısıyla burada şartlar eşit değil. Ne izleyici kitlesine ne de bu muhafazakar kitleye içerik üreten sanatçılara laf söylenmesinin karşısındayım. Çünkü her iki taraf da haklı. Yani izleyicinin üzerinden buldozer gibi geçtiniz. İş üretecek insanların da hem maddi kaynakları onlar kadar geniş değil, hem de bir belediye daveti beklemekle meşgulüz hala. Ben bunun acilen değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda sahneye çıkan arkadaşlarıma özellikle hepsini davet ediyorum. Bir an önce yapın bunu.
‘Sadece muhafazakarlar gelmiyor’ dedin az önce. Mesela İzmir’de sahne yaptın. Nasıldı?
İzmir'deki izleyiciyi görseydin. AKM'de çıktım. Çok güzeldi. Ekti. Daha önce İzmir'e bir defa gitmiştim. O da Gençlik ve Spor Bakanlığının bir kampı vesilesiyle. Yirmi yıldır sahnelerdeyim. Hayatımda ilk defa İzmir izleyicisiyle doğru dürüst buluştum.
“İKİNCİ GÖSTERİDE KULİSE İKİ SECCADE KOYDULAR”
İzmir'deki muhafazakarlar mı gelmişti yoksa muhafazakar olmadığını anladığın bir izleyici kitlesiyle karşılaştın mı?
Onlar da vardı. Yani belli giyiminden, kuşamından. İçi muhafazakar olabilir tabii. Şekle göre değerlendirmiyorum. En azından öyle bir izlenim edindim. Bence bu harika bir şey. Şöyle bir şey anlatayım. Bizde böyle yapılan her işe kulp takan bir grup vardır. Sabahtan akşama kadar oturur. Hiçbir şey yapmaz. Ama her iş yapana böyle bir kulp takmaya çalışır. Ben ilk Bursa BAOP gösterisinde, Nilüfer'in ortası orası. Sahneyi duyurduğumda, bir tanesi şey yazdı; ‘Öbür dünyada sizden davacı olacağım. Ümmeti Muhammed'i içki satılan bir yere davet ediyorsunuz.’ BAOP sahnede içki satılıyormuş. Satılıyor mu bilmiyorum açıkçası. İki defa sahne yaptım ama bakmadım. İlk aklıma şu geldi; İyi düşünsene. Benim orada olduğum iki saat boyunca hiçbir satılmayacak. Sen de gel iki saat program yap. Dört saat boyunca hiçbir satılmasın. Arkasından Ersin Çelik çıksın. Altı saat boyunca içki satılmasın. O altı saatin sonunda oradaki kantinci anlayacak ki içki geçer akçe olmuyor burada. O içkiyi kaldıracak. Başka bir şey sunmaya çalışacak. Dolu tarafından bakmaya çalışırsan hadiseye böyle. Bunu da ilk defa sana söylüyorum: İlk BAOP sahneye çıktık, o içki satılan yere. Geçen gittiğimde kulise iki seccade ve bir de tespih koymuşlardı. Şükürler olsun. Ben bunu çok kıymetli buluyorum. Yarın bir gün Ersin Çelik biletli program yapmaya niyet edip gittiğinde artık onları ne yapmaları gerektiğini biliyorlar.
“HELAL MİZAH İÇİN MÜRACAAT ETTİM”
Şimdi sana İslami stand-upçu diyorlar. Esprilerinde de İslami konular var. Çok hassas bir çizgi. Cesaret istiyor. Burada ölçün ne?
Sıradan bir insanın İslam ve mizah konusunda okuduğunun zannediyorum çok daha ötesini okumuşumdur. Bununla ilgili çok fazla sorular sormuşumdur. Yani nereye kadar gidebilirim? Nereden dönebilirim? Hatta bazen anlattığım şeyler, yani başıma gelmeyen şeyler olabiliyor. Bir iki tane hikaye öyle. Fakat ben bunu başıma gelmiş gibi anlatabilirim. ‘Bir arkadaşım anlattı’ diyemezsin. O yüzden gösterinin bir kısmında mutlaka şunu söyleyerek kendimi fıkhen açığa çekiyorum. Diyorum ki, ‘bugün de birbirinden ilginç fantastik ve muhayyel hikayelerle yeniden beraberiz.’ Fantastik ve muhayyel, hayal ürünü deyince artık kendimi bir anlamda daha korunaklı bir almış oluyorum. Bu sınırları çalıştım. Ha şunu diyemem tabii ki. Yaptığım iş yüzde yüz İslamidir. GİMDES’e müracaat ettim bu arada. Helal sertifikası için. Dedim ki; ‘benim gösterime helal sertifikası verin.’ Ama onların bu alanda bir çalışması yokmuş. Öyle kaldı.
Bir ihtiyaç var o zaman?
Olmalı bence. Helal sertifikası güzel bir şey bence. Ya kendime güvenmesem ister miyim? Sınırımız vicdanımız. Birazcık da bilgimiz. Yani bununla ilgili okuduğumuz. Ama şunu asla diyemem. Yaptığım iş yüzde yüz caizdir, hiçbir sıkıntılı tarafı yoktur, ideal Müslüman buluşma noktasıdır diyemem. Bir kere işin en üstündeki başlık; bu bir eğlence. Yani şurada çok işe yarar ama; bir karı koca biraz atışmışlardır, iki üç gündür konuşmuyorlarsa mutlaka gelsinler bana. Biz onları kaynaştırırız. Gülmek ve öyle bir ortamda bulunmak insanların kalplerini yumuşatıyor.
Çok okuyor musun?
Çok okuyan biri değilim. Genellikle ilgi alanımla alakalı okurum. En hoşlandığım başlıklar siyer başlıklarıdır, sahabe hayatlarıdır. Ona özel bir alakam var. Bir sahabe hayatı okuduğumda bir dururum ve bu bunun neyiymiş, aralarında nasıl bir akrabalık bağı var? Niye böyle olmuş? Hikayenin sonunda ne olmuş? Birazcık kazmayı seviyorum.
“AĞLAMIYORSAN GÜLDÜREMEZSİN”
Seni biraz tanıyorum. Öfkeli olduğun anları da biliyorum. Mesela bazı programlarda ciddi, ağır konuları konuşuyorsun. Ancak sahnede milleti güldürüyorsun. Bu geçişler nasıl oluyor?
Bir insan öfkesi nispetinde şaka yapabilir. Ayşe annemizin omuzuna yaslanıp da develeri izleyen yarışları izleyen de Allah Resulüydü, harpte insanlar geri çekilirken kılıcıyla öne atılan da. Çünkü insanız ve her şey zıttı ila kaim. Gerçekten ağlayamayan gerçekten gülemez. Ben, yaş ilerledikçe o kadar bir abuk sabuk şeylere ağlamaya başladım ki. Akşam bakıyorum, bir tane köpeği alıyorlar işte bitler pireler içerisinde onu temizliyorlar falan. Sonra köpek ona sevgi gösteriyor. Ben ağlıyorum bunları izlerken. Çok basit şeylere de gülüyorum. Ben hiç ağlamam, hep güldürürüm olmaz. Ağlamıyorsan güldüremezsin.
“TABİİ Kİ PARA KAZANACAĞIM”
Şimdi 7 Ekim'den sonra, Gazze'de soykırım başladığından beri Allah bizi yoldaş etti. Bir inisiyatif kurduk. Çok program yaptık. Toplantılar… Haliyle günümüz gündemimiz bir tarafıyla Gazze. Sen bu arada bütün işlerini durdurup uzun süre ‘tek gündemim Gazze’ dedin. Tebrik edenler kadar eleştirenler de oldu. Şimdi sahneye başladın. Bu süreci nasıl yönetiyorsun?
Hayat böyle bir şey değil mi? Yani akşam eşimizle hafiften atıştık diye hangimiz ertesi gün işe gitmemezlik ediyoruz? Hepsi hayatın içinde var. Bir tarafta Gazze'de öldürülen, katledilen insanlar var. Diğer tarafta sosyal medyada, kendi odasında otururken video izleyerek öldürülen kardeşlerim var. Zihinleri iğdiş edilen, kirletilen bir nesil var. Gazze’dekinden ne kadar sorumluysam, buradakinden de o kadar sorumluyum. Bütün bunları yaparken, hani şey diyorlar; ‘para kaygısı güdüyor musun?’ Evet güdüyorum, benim para kazanmam gerekiyor. Çünkü o, Gazze üzerine izlediğiniz yapay zeka filmler, o tutulan sahneler, o yapılan gösteriler için biz dışarıdan yardım almıyoruz. Para kazanıyor muyuz? Biz bu işleri ceplerimizden ödemeye çalışıyoruz. Ben tabii ki para kazanacağım. Yani tam olarak ne bekliyorsunuz? Hiç paramız olmasın. Hiçbir yerden bir kuruş para almayalım. Ondan sonra da çıkalım, beni Halit Ergenç'le kapıştır. Bu adil mi kardeşim?
Bir ödeme yöntemi olarak ‘Allah razı olsun’ eleştirisi de var…
Evet. Allah razı olsun. Bekir Bey Allah rızası için gelir misiniz? Abi yetimler mi var, evet gelirim. 15 Temmuz şehitleri. Gelirim abi. Hafızlık kursu mu, gelirim. Ama bir hafta önce Manuş Baba’ya 5 milyon ödemiş bir belediyeysen, beni aradığında da ‘Bekir Bey yani siz de para alacak değilsiniz’ diyorsan hiç kusura bakma, o topta ben yokum.
“İKİ TELEFONLA BİRİNİ EVLENDİRİYOR OLMALIYIZ”
Bunu yapıyorlar mı gerçekten?
Bu oluyor evet. Ben de bunu anlamıyorum. Şimdi Dursun Ali Erzincanlı çıktığı sahneden bir milyon lira almalı bence. Ben böyle bakıyorum. Beş yüz bin lira almalı. Alsın abi. Çünkü ben yarın bir gün bir yardım türü çıkaracaksam, ‘alo2 dediğimde beş on milyona ulaşabilmeliyim. Ben o paraya kolayca ulaşabileyim. Ya da hemen iki telefonla aramızda birleşip birini everebiliyor olmamız lazım. Yani bu kadar tezvirat, bu kadar küfür, bu kadar argo, bu kadar kültürel iktidarın elimizde olmayışı seni rahatsız etmiyor da alınan 20 bin liraya mı takılıyorsun? Bu mu bizim temel sorunumuz yani?
“KÜLTÜR SANATI VE MEYDANLARI İSLAMİ KESİMİN KADINLARI DOMİNE EDİYOR”
İslami camianın gençlerinde kültüre, sanata, edebiyata, okumaya yönelik bir ilgi artışı var. Senin de kitlen gençler. Var mı böyle bir gözlemin?
Bence var abi. Özellikle üç senedir. İslami kesimin kültür sanat alıcısı birincil olarak kadınlardır. Zaten o yüzden ‘MissTube’ diye bir kanal kurdum. Yani onlar hak ediyorlar. Erkek seni bir maça, bir Kurtlar Vadisi'ne gömer. Kadın gelir ama. Filistin inisiyatifinde de görmedik mi? Üç çocuklu bir kadının evden çıkması başlı başına bir operasyondur. Nereye gittiği önemli değil. Evden çıkabilmiş olmasa bile büyük bir başarıdır. Çamaşır yıkayacak, yemekleri yapacak bilmem ne. Üç çocuğu hazırlayacak. Onların gönlünü edecek. Onları alıyor, metroya biniyor. Oradan metrobüse. Vesait değiştiriyor. Filistin İnisiyatif’inin programına geliyor. Kurban olurum öyle insanlara ya. Hiçbir şey yapmazsa sırf bu emeği, bu gayretinden dolayı minnettarım ben hanımlara. Ve okuyan kesime baktığında, kitap imzalatan, çıkan yayınları takip eden ve yorum yazanların geneli kadınlar. Pozitif ayrımcılık değil, durum net. Domine ediyorlar bu alanı hanımlar. Bir iş üretirken hanımlara özel üretiyorum. Öncelikle hanımların ne hoşuna gider? Bizim bu ülkenin kadınlarına çok borcumuz var. Bütün samimiyetimle söylüyorum. Biz erkekler olarak alkışı toplamaya çok alışmışız. Oysaki bu işlere estetik dokunuşlar yapan, bir yerinde bir tarafında varlar. İnisiyatif programlarında bile, biz böyle kereste gibi dalıyoruz. Hanımlar diyor ki; ‘Kolunuza şunu takın. Şuraya şöyle bir balon yapıştıralım’ diyenler ve gelenler de onlar.