20.Yüzyılın son çeyreğine doğru postmodernize edilmiş batılı düşünce dünyasına, nereye yerleştirileceği bilinemeyen bir puzzle''ın parçaları gibi düşen Baudrillard''ın yapıtı aslında onun daha erken dönemlerinde aklına koyduğu kararlı bir kopuş düşüncesinin ürünleridir. Kopma düşüncesinin kopandan kaynaklandığı ve koparken duyulan sızının kopandan çok kopulan yerde hissedildiği, kopanın da bu kopma acısını enikonu pahalıya mal olmuş bir özgürlükle değiş tokuş ederek fazlaca duyumsamadığı bir kopuş sürecidir bu…
Simulakrlar ve Simülasyon adlı çokça bilinen kitabından öte, Nesneler Sistemi-Le Systeme de Objects'' ile başlayıp yeni bir metalaşma, yeni bir teknik düzen, yeni bir ortam, yeni bir gündelik hayat alanı ve yeni bir hiper medeniyet tasarımıyla gelişerek, Simgesel Mübadele ve Ölüm-La Miroir de La Morte'' le sonuçlanan bu sürecin ilk evresini kapatırken / koparken şöyle der Baudrillard : ''…Gerçekten direnebilecek tek şey ölümdür..''
KENDİNİ AŞAN İNSAN
Bir puzzle gibi dizilen yapıtının başlangıç noktasında durması nedeniyle Marx''a çok şey borçlu Baudrillard. Ama Marx''ı kitle kültürü ile birlikte, kitlesel üretim teknolojilerini de kapsayacak şekilde genişleterek açıklarken ve bir anlamda da aşarken bu borcunu ödüyor. Öyle ki, 70''lerin sonuna doğru Marx onun için; nesneler sistemi ile açılan, tüketim toplumu ile aşılıp critique''i yapılan ve gözden kaçırdığı büyük nitel dönüşüme ''ayna'' tutulan eski(til)miş bir parantezden başka bir şey de değil.
Çünkü ona göre; ‹…Devrimci imgelemin yakasını bırakmayan hayaletin adı; üretim fantazm''ıdır ve hiçbir şey bu fantazm''ın bir üretkenlik romantizmine yol açmasını engelleyememektedir. Kapitalin mantıksal çözümlemesi esnasında radikal bir tavra sahip olan Marksist kuram, sıra 18.yüzyıl burjuva düşüncesiyle birlikte netleşen batı rasyonalizminin tercihlerine gelince sırtını antropolojik bir consensus'' e yaslamaya çalışmaktadır. Bilim, teknik gelişme ve tarih, burada bütünüyle kendi gelişmesinden sorumlu tutulan bir uygarlığın, tüm dünyayı kapsama ve mutluluk terimleriyle açıklanan diyalektik gücünü, insanlığın bütünselleşmesi yönünde kullanmasından söz edilmektedir. Başlangıç, gelişme ve hedef konusunda hiçbir yenilik getirmeyen Marx, sonsuz belirlenmişlik sürecinde kendi kendini üreten ve hedefe varmak için sürekli olarak kendi kendini aşıp geçmesi gereken insan fikri gibi temel bir konuda bile herhangi bir yenilik getirmemiştir…›(1)
Baudrillard''ın düşünsel serüveninde ''Medya›ya Ağıt› ile Simulakrlar ve Simülasyon adlı yapıtları zemini henüz netleşmemiş haldeki Postmodern ortama düşen iki büyük parçadır ve zaman itibariyle Postmodern soruşturmalar eksenin de önemli tartışmalara neden olan ve sürekli ''Genç bir Marksist'' olarak yola çıkarılan önceki Baudrillard''ın aksine puzzle''ından yağmur gibi parçalar düşürmeye başlayan Baudrillard''ın belki de en çok başvurulan, incelenen ve kritize edilen iki yapıtıdır.
Bu iki kitaptan sonradır ki; sanki de ne yaptığını hesap etmişçesine; ''…Bundan böyle rasyonel bir gerçeğe ihtiyacımız olmayacaktır…''demiştir, Baudrillard.
Zira yaşanan zamanın artık her şeyi erotize ederek süslediği bir yeni gerçeklik hükümfermadır ve bundan sonra gerçek, ideal ya da negatif süreçlerle başa çıkabilecek durum olmaktan da hızla uzaklaşmaktadır.
GERÇEĞİN ÜTOPYASI
Çünkü gerçek artık çokça işlemsel bir şeye dönüştürülmüştür. Aslında gerçek bu da değildir çünkü onu sarıp sarmalayan bir düşsellikten yoksundur ve bu sentetik bir şekilde üretilmiş, atmosferden yoksun ''hiperuzam'' da egemen olan yegane şey de, kombinetuvar modellere ait bir ışığı yaymaya çalışan bir başka ve yeni gerçek yani ''hiper gerçek'' tir.
Gerçek yada hakikat''a özgü perspektifle bir ilişkimizin kalmadığını gösteren bu farklı uzama geçişle birlikte tüm gönderen sistemlerinin tasfiye edildiği bir simülasyon çağına girilmiştir artık. Eskiden yani gerçeklik ilkesinin egemen olduğu bir dünyada gerçeğin düşsel adlı bir ''bahanesi'' vardı. Oysa Simülasyon ilkesinin belirlediği günümüz dünyasında ise gerçek ancak model''in bir kopması olabilmektedir. Paradoksal bir şekilde gerçek bizim için hakiki bir ütopyaya dönüşmüştür, oysa bu ütopyanın gerçekleşme olasılığı sıfırdır, çünkü bu ütopya yitirilen bir nesneyi düşünde görme türünden bir şeydir…''(2)
Baudrillard''ın yapıtın da sürekli olarak bir çözümleme, canlılık getirme ve alternatif üretme biçimleri arayanların en büyük sorunsalları; onu Postmodern teorinin içine itekleyip, oradan konuşmak olsa gerek; Oysa Baudrillard''ın Postmodernizm''le ilişkisi, içinde yer alınarak kurulan bir ilişki olmaktan çok, sadece modernizm''den kopuşla aynı yerde duran ve bütün hatlarıyla Postmodernizm''den uzaklaşarak kurulan kışkırtıcı bir ifşa etme çabasını gösterir… O''nu Modernizm''in bağımsız, rasyonel bireyi için cenaze töreni düzenlenen zamanların, kahince beyanlarda bulunan ''a la mode'' kahin''i olarak eleştirenlerin tamamen unutmuş göründükleri en önemli özelliği de işte bu ifşa etme çabasıdır.
İşte çoklarının aksine J.Baudrillard''ı çokça konuşulmuş ve yoğunlaştırılarak sarkıtılmış bir sözün odağında tutmaktan ziyade başlıca dört temanın izleğinde – güncel örneklerle- incelemeye çalışan Kim Toffoletti''nin ''Yeni Bir Bakışla Baudrillard'' ı sadece bu ifşa etme çabasının açıklanması anlamında bile önem taşıyor.
Değil mi ki; ki; bir zaman önce ''Kafa karıştırıcı, ampirik temelden yoksun, rahatsız edici, kaprisli ve duyuma dayalı olmakla eleştirilen…'' Baudrillard''ın retoriğini ortaya koymaya çalışırken dikkatimizi çektiği oyun / veya simgesellik alanına ait söylemini ''İmaj, Sanat, Tüketim ve Ekranlar'' izleğinde ele alışı bile ciddi bir cesaret örneği teşkil ediyor.
Bundan dolayı da aslında Toffoletti''nin yaptığı şeyi, bir zamanlar Mestroviç''in yaptığı gibi ondan ilham almayı sürdüren ötekiler gibi, bir yandan Baudrillard'' dan ilham alırken bir yandan da bağcıyı döver gibi yapmaktan çok gerçekten bir anlama çabası olarak görmemiz gerekiyor.
Sözgelimi, Görsel Sanatlar bağlamında ve kültür alanında Baudrillard nasıl bir yer işgal ediyor? Onun sorduğu ''Temsilin Doğası''na ilişkin soru nasıl bir içerik taşıyor? Her geçen gün biraz daha gazla biçimde yüzeyin ve görüntülerin hegemonyası altına giren bir dünyada imaj dediğimiz şey kaç kılığa bürünerek yabancılaşıyor? Sinemadan televizyona, fotoğraftan erotik olana ve giderek pornografiye kadar reklam''ın, moda''nın, reality sovlar''ın ve sanal alemin sanatın rolü ve işlevini daha hangi uçlara kadar aşırarak taşıyacağını hesap edebiliyoruz.
Kitabın künyesi:
Üretimin Aynası
Jean Baudrillard
Boğaziçi Üni. Yayınları
Şubat 2013
155 sayfa