17. yüzyılın mirası, Evliya Çelebi’nin rüyası, İstanbul’un üçüncü Mevlevîhânesi Kasımpaşa, 99 yıl aradan sonra yeniden kapılarını açmaya hazırlanıyor. Kurulduğu tarihten itibaren üç yüz sene boyunca Osmanlı medeniyetinde insan yetiştiren irfan ocakları arasında yer alan Mevlevîhâne, 1925’ten sonra kimsesiz ve metruk hale gelmiş, 1979 yılında ihmalden çıkan yangın ile tamamen yanarak kül olmuştu. Bugün küllerinden yeniden doğan Kasımpaşa Mevlevîhânesi, aslına rücu ediyor ve tıpkı eski günlerdeki gibi tasavvuf, eğitim ve sanattan meydana gelen sacayağı üzerinde medeniyetimizi inşa edecek insanın yetişmesi gayesiyle hizmet etmek üzere gün sayıyor. 11 Mayıs Cumartesi günü açılış merasimi yapılacak mevlevîhânede ilk Mevlevî Mukabelesi 18 Mayıs’ta gerçekleştirilecek.
Sırr-ı Abd-i Dede’nin hayratı
Beyoğlu ilçesinde Sururi Mehmed Efendi mahallesinde bulunan Kasımpaşa Mevlevîhânesi yine Beyoğlu’nda bulunan Galata Mevlevîhânesi ve Merkezefendi’de bulunan Yenikapı Mevlevîhânesi’nden sonra İstanbul’un üçüncü mevlevîhânesi olarak açılmış. 1620’lerin sonunda “Sırr-ı Abd-i Dede” veya “Abdullah Dede”, sahip olduğu bu geniş araziyi mevlevîhânenin kurulması için vakfediyor. Kendisi de Mevlevîlik’te “Dede” yani postnişinlik makamında olan Sırr-ı Abd-i Dede, İsmail Ankaravî ile dönemdaş. Bir postta iki şeyh olmaz kabilince ve başka bir meydan uyandırma gayesiyle bu mevlevîhâneyi kuruyor. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde mevlevîhânenin kurulduğu bu geniş arazinin günümüzde Tepebaşı denilen yere kadar Abd-i Dede’nin kendi mülkü olduğunu anlatıyor. Ayrıca buradaki bağı, bahçeyi hem tabiat hem de ziraat açısından çok güzel bir şekilde tasvir ediyor. Kuruluşunda mütevazi bir zâviye olan tesis, inşasından tekkelerin kapatıldığı 1925 senesine kadar üç yüz sene boyunca faaliyet gösteriyor. Ancak İstanbul’da Mevlevî kültürünün gelişmesinde Galata veya Yenikapı mevlevîhâneleri kadar önemli bir yer tutmaması, hanedan ve yüksek bürokrasi mensuplarının buraya daha az rağbet göstermesi nedeniyle burada halk kültürüne daha bir üslup görülüyor.
Mevlevîhâneden geriye kalanlar
Bazı Bektaşîler’in, büyük ihtimalle mevlevîhânenin bu özelliğinden dolayı tekkelerinin kapatıldığı Vak’a-i Hayriyye’den sonra buraya devam ettikleri ve burada Bektaşî meşrepli Mevlevîler’in kalenderâne bir hayat sürdükleri biliniyor. 1925’ten sonra Cumhuriyet döneminde ihtiyaca göre de vakıflara geçiyor. Mevlevîhânenin semahane kısmı bir süre Kasımpaşa Güreş Kulübü’nün güreş salonu diğer bölümleri ilkokul olarak kullanılıyor. Arsanın çiçek bahçesi olan doğu kesimine Sururi İlkokulu inşa ediliyor. Esas bina ise Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından durumu olmayan insanlara oda oda kiraya verilerek sefalet yuvasına dönüşüyor. Hızla harap olarak çökmeye başlayan yapı, 1979 ilkbaharında çıkan bir yangınla tamamen kül oluyor. Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nden geriye yalnızca girişindeki taş merdivenler kalıyor.
Yanık mevlevîhânede çocuk oyunları
“Çocukluğum Kasımpaşa’da geçtiği için, ‘Kasımpaşa Mevlevîhânesi’ denilince duygulanıyorum. Burası benim için ayrı bir mana ifade ediyor” diyen Kültür ve Turizm Bakanlığı Sanatçısı Semazenbaşı Abdurrahman Tevruz, bugün adeta küllerinden doğan Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nin Kurucu Temsilcisi. Mevlevîhâne’nin hemen üst sokağının devamı olan Eyyühüm Sokak’ta doğmuş. Caddenin karşısındaki Piri Reis İlköğretim Okulu’nda okumuş. İlkokulun bitişiğinde Pir Seyit Hasan Hüsamettin Uşşaki Hazretleri’nin türbesi bulunurmuş. İki yapıyı bir duvar ayırdığından arkadaşlarıyla okuldan kaçmak istediklerinde o duvarı atlar, tekkenin bahçesine düşerlermiş. Bu düşüşler ona ve arkadaşlarına Mevlevîlik yolunu göstermiş. Tevruz, Hacı Baba’nın yönlendirmesini, “İyi ki de düşermişiz oraya. Uşşaki tekkesinin türbedarı, Hacı Baba, ‘Gelin bakalım ne yapıyorsunuz siz’ deyip bizi ilk bu yola aslında sevdirip başlatan kişidir. Kimimizi ney kursuna gönderdiler. Fakir o zaman rebap istiyordum. Bulamadık. Sonra dediler ki ‘Sema öğrenmek ister misin?’ ‘O benim’ dedim ve nasip oldu. 13 yaşında Galata Mevlevîhânesi’nde ilk Mevlevî ayinimi çıkardım” sözleriyle anlatıyor. Kasımpaşa Mevlevîhânesi ise kalıntıları üzerinde mahalledeki arkadaşlarıyla koşutup oynadıkları bir yermiş. “O zamanlar henüz şu içerisinde bulunduğumuz yapı yoktu. Çocuktuk, burada oynardık. mevlevîhânenin yanmış kalıntıları ve kabir taşları arasında gezerdik. Ama burada hep bir boynu büküklük vardı” diyen Tevruz çocukluk hali ile buradaki mezar taşlarını kalıntıları merak edermiş. Mahallenin teyzeleri “Oğlum burada yatır varmış, buralarda gezmeyin şehitler var” deseler de gelirlermiş. “Belki de bizi kovmak için ama biz burada huzur bulduk” diyor. 1994’te Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmasıyla ilgileri mevlevîhâne kalıntılarından Sururi Parkı’na kaymış. “Çocuğum hiç unutmuyorum, Sururi Parkı’nın açılışını yaptı. O kadar lüks bir parktı ki anlatamam. İlk defa böyle bir şey görüyorduk biz Kasımpaşa’da. İnanılmaz bir şeydi. Ondan sonra ilgimiz biraz oraya kayar gibi oldu” diyor.
Mezar taşlarını keşfe çıkardık
Tabi gençlik ve içe düşen bir aşk olunca mevlevîhâne keşifleri devam etmiş. İstanbul’daki pek çok yapı gibi yanarak Kasımpaşa ile ortak bir kaderi yaşayan Yenikapı Mevlevîhânesi de keşfe çıkmışlar. “Mevlevîlikle alakalı bilgimiz arttığı için merakımız da arttı. Çocuklarda gazetecilik merakı olur. Biz de türbe türbe dolaşırdık. Kimse bize ne internet vardı, ne telefon vardı. O bir aşkla mı diyeyim? Yürürdük. Birisi bir şey anlattığı zaman o izi sürerdik. Mezar, kabir keşifleri yapardık. Ama anlamazdık tabii. Osmaniyi okuyamıyoruz” ifadesinde bulunan Tevruz, mezar taşları üzerindeki sikkelerden Yenikapı’daki yapının da bir mevlevîhâne olduğunu anladıklarını söylüyor. “Kasımpaşa’da gördük ya bir mevlevîhâne, biliyoruz. Çocukluk hafızamız bizim o. Mezar taşlarının üzerindeki sikkeleri tanıyoruz. Yenikapı Mevlevîhânesi de yanmış kül olmuş bir matbah-ı şerifi kalmış” ifadesinde bulunan Tevruz, “Polis Burhan” ile tanışmasını şöyle anlatıyor: “Bir de baktık ki orada abiyle amca arası bir zat var. Herkes onu meczup bilir. Sonra öğrendik, ‘Polis Burhan’ derlermiş. O gördü bizi ‘Ne yapıyorsunuz siz burada?’ dedi. Kasımpaşa’dan geldiğimizi, orada da mevlevîhâne olduğunu, buradakini araştırdığımızı söyledik. ‘Öyle mi? Gelin bakalım siz dedi o zaman’ dedi, otutturdu bizi. Şimdi sebil büfeleri vardır ya öyle bir yer kalmış. Ama içerisi nasıl kitap dolu. Nereden alınmış? Yenikapı’dan kalan kitaplar mı? Hiç bilmiyorum. Bir korkuda sardı bizi çocuğuz. Ama bir yandan da içimiz akıyor. Ve o sırada dedi ki ‘Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nin fotoğraflarını çekin.’ Biz şimdi halinden de biraz gülecek gibi oluyoruz, gülemiyoruz. Döndü bu fakire, ‘Sen, ne yapıp edip fotoğraf makinesi bulacaksın. Oralar yarın öbür gün kalmayacak. Çekin oranın fotoğraflarını. Sonra da gelin bu kitapları size vereceğim’ dedi. Bir çocuk olarak tavrı çok etkiledi beni. ‘Acaba dediğini yapmazsak ne olur’ diye düşündüm. Sonra kırmızı bir fotoğraf makinesi buldum. İnanın çektim, çekmeye çalıştım. Ama bastıramadık ya da çocuk aklımızla çekmeyi mi beceremedik hatırlamıyorum.”
Kimse gayretten geri durmadı
“Biz elhamdülillah 90’larda semazendik. Kasımpaşa’da yürürken hayal kurardık, ‘Semazen olduk ama sema edecek mevlevîhâne yok’ derdik. Yenikapı Mevlevîhânesi restore edilip açılınca bizi bir heyecan sardı. Siyasi iktidarın değişimi ya da insanların uyanışı da diyebilirsiniz. Halk kendi özüne, kültürüne dönüş yaşadı. O ananelerine, inanışına sağlam sahip çıktı. Sanki toprak altından çıkarırcasına fışkırırcasına bir dönüş. Ben hem babamdan dolayı hem kendimden dolayı tanıklık etmiş birisi olarak çok büyük umutlar başladığını söyleyebilirim” diyen Tevruz, Yenikapı’dan sonra gözünün gönlünün hep Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nde olduğunu anlatıyor. “Böyle bir tarihi uyanış yaşanıyor yıllar sonra. Semahaneye çıktığımız ilk ayini iple çekiyoruz” diyor. Kasımpaşa Mevlevîhânesi için de ilk adımı dönemin Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan atmış. Ancak maddi olarak Beyoğlu Belediyesi’nin bütçesini aşınca çalışmalar durmuş. Derken Büyükşehir Belediyesi, Kadir Topbaş ile görüşülmüş. Bir vesileyle o da olmayınca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da talimatıyla Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş. Böylece müteahhitlik anlaşması, anıtlar kurulu araştırması, projenin çizdirilmesi gibi süreçler başlamış. Arada ekonomik nedenler ve 15 Temmuz dolayısıyla birkaç kez çalışmalar durmuş. Tevruz, “Bu duruşlar belki de bizim pişmemiz içindi. Hepsi bir şeyin hazırlayıcısı aslında. Ama kimse gayretten geri durmadı. Yapılırken de özellikle fakir şantiyeye sık sık gidip geldim. Bir emanetçi olarak İnsan ve İrfan Vakfı, burayı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden tahsis aldı ve yapının aslına uygun rücu etmesi için çalıştık” diyor. Yapının
şerbethanesinden dedegen hücrelerine kadar tüm bölümler aslına uygun inşa edilmiş. Bir tek istisna matbah-ı şerif olmuş. Henüz yerinden emin olunamadığı için şimdilik hazılanmayan bu yer için Tevruz, “Dervişin piştiği, hizmete ilk başladığı ilk yerdir matbah-ı şeriftir. Tekkede önemlidir. Birtek o mutfak kısmı için emin olunamamış. Ama onun için de uğraşıyoruz inşallah yeniden oluşturacağız. Burada aş pişmeden geçmişi yad etmek vefasızlık olur hem de gelenekten geçmiş olmayız” açıklamasını yapıyor.
Giydiğimiz her kıyafetin bir manası var
Halihazırda İnsan ve İrfan Vakfı merkez binası olan Sünbül Efendi Tekkesi’ndeki atölyelerin bir kısmı, Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nin açılmasıyla buraya taşınacak. Sünbül Efendi Tekkesi’nin tarihi atmosferine karşın Kasımpaşa’da oda oda ayrılmış atölyelerden, konferans salonu, misafirhane gibi pek çok imkan mevcut. Keçe ve deriden yapılan eşyaların Mevlevîlikteki önemine değinen Tevruz, “Bizim sikkelerimiz, haydariye dediğimiz yeleklerimiz ve bazı içliklerimiz keçeden yapılır. Mevlevîlikte keçe, saflığı anlatır. Post derilerinden tutun da ney kılıflarına kadar deriden yapılma eşyalarımız vardır. Bu yüzden keçe ve deri atölyemizi de buraya taşıyacağız. Giydiğimiz her kıyafetin bir manası var. O yüzden de abdestle, okunarak dikilir. Bunu ehli bilir, ehlinden ehline geçer” diyor ve ekliyor: “Burada derviş postunu da sikkesini de mesini de burada yapabilecek. Atölyeler ve derslikler halka da açık olacak şekilde tasarlanıyor. Ayrıca çocuklar ve gençler için sema talimlerimiz Mesnevi sohbetlerimiz olacak. Atölye hocalarımız heyecanlı. Evliya Çelebi’nin ruhu şad olsun. Sırr-ı Abd-i Dede’nin ruhu şad olsun. Resmi olarak son postnişin Seyfettin Dede, Enis Recep Dede, Esad Dede… Kimler gelmiş hizmet etmişse dedegen, dervişan, mesnevîhan onları da dönem dönem anlatıp, hatırlatacağız. İçinde bulunduğumuz bu oda Farsça okumaları odası olacak. Sadi Şirazi Gülistan’ından icazetim var. Burada Gülistan şerhi ile başlayacağız.”
Son mesnevihan’ın kabri
Mevlevîhâne’nin girişinde hemen sağ tarafta birçok mezar taşı sergileniyor. Tevruz, gördüğümüz bu hamuşan -Mevlevîlikte uyumuş manasına gelir- taşlarının buraya hizmet etmiş ve burada vefat etmiş veya komşuluk hakkıdır diye buraya defnolunmuş kişilere ait olduğunu söylüyor. “Bunları biz isim isim tespit etmeye gayret ettik. Şu anda da buradaki zevatın isimleri bizde mevcut. Ancak bir de belirtmek gerekir ki buranın gidişatı hali nedeniyle nakli kubur çok olmuş” diyor ve Hüseyin Vassaf Efendi’nin Muhammed Esad Dede’nin naklini anlattığı “Es’adnâme”ye değiniyor: “Mevlevîhânenin son mesnevîhanı Mehmed Esad Dede, 1911’de vefat etmiş. Göçtüğü yer burası. Onun kabri şerifi de buradaydı. Selanik göçmenidir. Hüseyin Vassaf Efendi onu çok güzel anlatır. Hakkında Es’adnâme isimli bir eseri vardır. Mesnevi şârihi Ahmet Avni Konuk, Tahir Olgun -Tâhirülmevlevî- Esad Dede’nin talebeleridir. Kendisi de Mesnevî şerhi yazmaya niyet eder ama ömrü vefa etmez. Birinci cildin şerhinde “kulaksız, gözsüz anlayan” manasına gelebilecek bir beyte gelir. ‘Bu da onun şerhidir dercesine’ orada ruhunu teslim eder. Böyle de sırlı bir zattır. Hüseyin Vassaf ile de gönül bağı var. Vefatının ardından Hüseyin Vassaf Efendi Es’adnâme’de anlatır: ‘Bir gün geldim, Esad Dedemin kabrini ziyaret ediyorum. Baktım acayip garayip insanlar var. Hiç yolla alakası olmayan. Buraları başka yere çevirmişler. Bir üzüldüm, bir üzüldüm. ‘Ne işim var diye bana babalık’ dediler. Böyle kaba bir tabir duyunca korktum. Yarın öbür gün Esad Dedemin kabrine zarar verecekler.’ Acıyla anlatır o sahneyi. O zamanın büyükleriyle de istişare ederek Esad Dede’yi buradan Salahaddin Uşşaki Tekkesi’ne Hazretlerinin kabrinin ayak ucuna taşıyorlar.