Aile belleğinin inşasının aracı olarak: Fotoğrafların Anlattığı

Fotoğraflar hayatımızdan kesitler sunan değerli göstergelerdir. Bir görselin hikayesini çağrışımlar yoluyla anlamlandırmayı sağlar. Böylelikle yakın ve uzak geçmişle yeniden bağlantı kurarız. Hatta bazen geçmişi gözden geçirme fırsatı buluruz.

Fotoğrafların Anlattığı kitabı

Servet Sena SORKUN

Benimsenmesi güç olan bazı olayları değerlendirirken bize yardımcı olan fotoğraflar çoğunlukla nesilden nesile aktarılıp önce bizim sonra ise yakınlarımızın arşivlerine dönüşür. Aktarılamayanlarla da bir sahafın raflarında ya da bir fotoğrafçının arşivinde karşılaştığımız olur. Birden, niye güldüğünü, kime sarıldığını, nereye baktığını bilmediğimiz insanların yıllar önceki hikayelerinin içinde buluveririz kendimizi. Ulivicci “Fotoğraflar bizi hangi dilde olduğunu henüz bilmediğiniz birtakım işaretleri çözme sürecine sokar. Bizi aile fotoğraflarının karşısına oturtur. Bilmediğimiz bir tablonun karşısında gibiyizdir, görünmeyeni, imgenin negatifini ortaya çıkarabilecek tek şey olan beklentili bir bakış vardır yüzümüzde,” der. İşte tam o anda imgeleri kavramaya yani görüntüye dair yüzeysel bilgiden kurtulmaya yöneliriz. Bu sayede görünenin arkasındaki gerçekliği kavramaya başlar ardından da onu bulmaya, yeniden değerlendirmeye koyuluruz.

Fotoğrafların anlattığı tek bir hikâye, verdiği tek bir mesaj ya da gösterdiği tek bir hakikat yoktur. Tüm bu karmaşa içerisinde mevcut unsurlardan yola çıkarak imgeleri tekrar tekrar değerlendirmemiz gerekir. Fotoğraflar bize türlü tamamlanmamış hikâye sunar. Bu hikayelerin boşluklarını yaşayan insanların anımsadıkları parçalarla doldurabiliyorsak ne âlâ. Eğer dolduramıyorsak, fotoğraftaki insanların beden dilini incelemeye koyuluruz. Tam bu noktada da görsel yaklaşım ve psikanalist yaklaşımı harmanlamamız gerekir. Freud’un ifade ettiği gibi görsel yaklaşım, sembolleştirmeye ulaşmak için bilinçdışı ve bilinç ilişkisini sorgular. Bastırılana erişmek için zaman katmanlarını deşer. Bu bağlamda Walter Benjamin “optik bilinçdışı”ndan, Laszlo Moholy-Nagy “farkındalığa ulaşmak”tan, Freud ise “tanıdık olanın tekinsizliği”nden bahseder. Bu açılardan bir fotoğrafı incelemek, basılı imgeyi, görünen izi, fotoğrafçının neyi göstermeyi amaçladığını veya gözünden kaçan ya da bilinçli olarak örtmek istediği şeyleri de dikkate almayı gerektirir. Bizler de bu dikkat sayesinde bir öğrenme sürecinden geçer ve “boşluktan çekip kopartılmış hayat parçaları”nı birbirine bağlarız.

Fotoğrafların anlattığı hikayelere karşı merakımı gidermeme yardımcı olan, İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan psikoloji/psikanaliz/pedagoji serisinden, Christine Ulivucci’nin Fotoğrafların Anlattığı, Aile Belleğini Yeniden Okumak adlı kitabı fotoğrafları yeniden değerlendirme sürecimizde bize destek olabilecek ve farkındalık kazandırabilecek türden bir eser. On önemli bölümden oluşan kitap bize “Neden bazı insanlar tüm zamanlarını çevrelerinin fotoğraflarını çekerek geçirirler? Fotoğraflar neden bazı ailelerde daha göz önündeyken başka ailelerde ortada görünmez? Fotoğraflar ailemizin bilinçdışıyla ilgili neleri açığa vurur ve fotoğrafları anlamak bizi nasıl iyileştirir?” gibi soruları sorduruyor. Ardından kitabı okuma serüveninizde öyle sonuçlarla karşılaşıyorsunuz ki aile fotoğraflarınızı arayıp buluyor, onları yeniden “görme” ve “okuma” çabasına giriyorsunuz. Siz de fotoğrafların anlattıklarını yeniden okumak, “gerçekten anlamak” ve bahse konu soruların size özel cevaplarını bulmak istiyorsanız kitabı mutlaka kütüphanenize eklemelisiniz.

Keyifli okumalar dilerim.

HAYAT
Anlamlı hikâyeler küçük ve cesur adımlarla doğuyor