Afrika’nın özgürlük mücadelesinde Türk alimler önderdi

Cape Town Üniversitesi Afrika Çalışmaları Araştırma Görevlisi Doç. Dr. Halim Gençoğlu’nun kaleme aldığı, Kronik Yayınları etiketiyle “Batı’nın Afrika Talanı: Afrika Tarihinde Sömürgecilik ve Soykırımlar” kitabı okuyucusuyla buluştu. Gençoğlu, “Afrika’nın geçmişten bugüne kadar süregelen umut ve yeniden doğuşu, direncin, birliğin ve büyük zorluklara rağmen yeniden inşa etme kapasitesinin güçlü derslerini sunmaktadır. Türklerin de Afrika’da Ebubekir Efendi gibi alim Tatamkhulu İsmail, Afrika gibi yerli halkın özgürlük mücadelesinde umut bağlamış önder şahsiyetleri olduğunu unutmamalıyız” diyor.

Halim Gençoğlu

Afrika toprakları binlerce yıl boyunca bilgeliği, kültürel zenginliği ve doğasının eşsiz cömertliğiyle insanlığa ışık tutan bir kıta. Ancak Batı, bu eşsiz coğrafyaya “medeniyet” getirdiğini iddia ederken, aslında sömürgeciliğin en karanlık yüzünü dayattı. Yalnızca toprakları değil, halkların onurunu, kültürlerini ve geçmişlerini de talan etti. Batı’nın Afrika Talanı, Cape Town’dan Mombasa’ya, Lagos’tan Nairobi’ye uzanan bir direniş ve yıkım hikâyesi. Barış içinde yaşayan köyler, Batı’nın açgözlü imparatorluk projelerinin kurbanı oldu. Milyonlarca insan köleleştirildi, kimliklerinden koparıldı, tarihleri ya yok edildi ya da kazananların anlattığı şekliyle yeniden yazıldı. Ama bu hikâye sadece bir kayıp ve yıkım öyküsü değil. Batı’nın Afrika Talanı, bir kıtanın yitip gitmeyen umudu, çalınan bir tarihin yeniden yazıldığı ve kaybolan bir kimliğin yeniden doğuş hikâyesidir. Afrika’yı anlamak, yalnızca sömürgeciliği değil, direnişi de anlamaktır. Cape Town Üniversitesi Afrika Çalışmaları Araştırma Görevlisi Doç. Dr. Halim Gençoğlu’nun yılların birikimiyle kaleme aldığı, Kronik Yayınları etiketiyle okuyucusuyla buluşan “Batı’nın Afrika Talanı: Afrika Tarihinde Sömürgecilik ve Soykırımlar” kitabı da Batı’nın Afrika üzerindeki büyük talanını, sömürgeciliğin yıkıcı etkilerini ve halkların benzersiz direnişlerini çarpıcı detaylarla gözler önüne seriyor. Gençoğlu ile konuştuk.

Halim Gençoğlu

Batı’nın politikaları Afrika’da toplumsal bütünlüğü bozdu

“Batı’nın Afrika Talanı” kitabını yazmaya sizi iten şey nedir?

Bu kitabı yazmamdaki en önemli etken elbette uzun yıllar bu sahada çalışıyor olmamdan ileri geliyor. Bir de buna çalışmalarınızı bir Afrika ülkesinde yapıyor olmamız eklenince daha nitelikli bir çalışma yapma şansımız oldu. Cape Town Üniversitesi’nde sömürgecilik üzerine verdiğimiz derslerde aldığım notlar önemlidir. Mesela derste öğrenciye Zuluların İngilizlere karşı isyanını anlatırken içlerinden biri çıkıp “Benim dedem o savaşta İngilizlere esir düşüp işkence gördü” diyebiliyordu. Ya da Cape Town sokaklarında sohbet ettiğiniz bir yaşlı dede Apartheid rejiminde size kalem testini anlattığı zaman bu tip bir ırkçılığın nasıl mümkün olduğunu sorguluyorsunuz. Bunları arşivde yazışmalarda da görünce haliyle şaşırıyorsunuz. Bu kitap Güney Afrika’daki on beş yıllık deneyim ve birikimlerimin bir meyvesidir.

Batı’nın “medenileştirme” adı altındaki sömürge politikaları, Afrika halklarının kültürel kimliklerini ve özgünlüklerini nasıl etkiledi? Afrika nasıl Afrikalı olmaktan uzaklaştırıldı ve medenileştirildi?

Batı’nın “medenileştirme” adı altındaki sömürge politikaları, Afrika toplumlarının kültürel kimliklerine büyük oranda zarar verdi ve günümüze kadar devam eden travmalar bıraktı. Sömürgeci güçler, yerel gelenekler, diller ve sosyal yapılar üzerinde yıkıcı etkiler yaratarak yabancı yönetim, eğitim ve dini sistemlerini dayattılar. “Medenileştirme” misyonu, genellikle Batı norm ve değerlerinin üstün olduğu düşüncesiyle yerel kültürel uygulamaların dışlanmasını veya tamamen yok edilmesini savunan bir kültürel asimilasyon aracıydı.

Bu süreci zorla uygulamak için kullanılan yöntemler (örneğin Hristiyanlığın zorla kabul ettirilmesi, Batı eğitim sistemlerinin benimsenmesi ve sömürgeci çerçevelerin kurulması) gibi yıkıcı sonuçlar doğurdu. Bu politikalar, toplumsal bütünlüğü bozdu, sınıf ayrımlarına yol açtı ve toplumda geleneksel güç yapıları peyderpey zayıfladı. Afrika kendi kimliğinden uzaklaştırılarak Batı’nın ekonomik ve siyasi çıkarlarına göre şekillendirilmeye çalışıldı. Afrika, büyük ölçüde sömürgecilerinin istekleri ve değerleri doğrultusunda kendinden uzaklaştırılarak Batı menfaatleri doğrultusunda “medenileştirildi,” oysa kıtanın kendi kültürlerini ve sistemlerini geliştirmesi gerektiği halde Batı’nın isteklerine göre olmadığı bir şeye dönüştürüldü. Bu işgal mirası, Afrika’nın sömürge sonrası gelişimini, kültürel ve siyasi özerklik mücadelesini halen etkilemektedir.

Sömürgecilik döneminde Avrupa’nın Afrika halklarına karşı işlediği suçlar ve bu suçların kıta üzerinde bıraktığı kalıcı etkiler hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Bu sual üzerine saatlerce konuşabiliriz. Zira Avrupa’nın sömürgecilik dönemi boyunca Afrika halklarına karşı işlediği suçlar çok boyutluydu ve bu suçların kalıcı etkileri bugün hâlâ kıtayı menfi yönde şekillendirmektedir. Bu suçlar, zorla çalıştırma, doğal kaynakların zalimce sömürülmesi, kültürel yok edilme ve sistematik baskıyı içeriyordu. Avrupalılar, Afrikalıları aşağılık ve “medenileştirilmesi” gereken varlıklar olarak gören ırkçı ideolojilerle mezkûr eylemlerini meşrulaştırıyorlardı. Düşünün bu bahsettiğimiz kıtada bugün elli dört bağımsız ülke bulunuyor. Bu zulümlerin en vahşi yönlerinden biri, özellikle kauçuk, fildişi ve mineraller gibi kaynakların sömürülmesi için Afrikalı işçilere uygulanan zulüm oldu. Milyonlarca Afrikalı, zorla çalıştırılmaya, işkenceye ve hatta ölüme tabi tutuldu. Belçika Kralı II. Leopold’un yönetimindeki Congo Özgür Devleti idaresindeki bölgelerde vahşet o kadar korkunçtu ki uluslararası tepkilere yol açtı. Bunun Afrika nüfusu üzerindeki etkisi ise derin ve kalıcıydı. Sömürgecilik ayrıca Afrika’nın kültürel geleneklerinin, dillerinin ve yönetim sistemlerinin erozyona uğramasına neden oldu. Avrupalı güçler, mevcut yapıları ve yüzyıllardır var olan sistemleri hiçe sayarak kendi siyasi ve ekonomik sistemlerini dayattılar. Yapay sınırlar, etnik grupları böldü ve yeni gerilimler yaratarak kıtada sürekli çatışmalara yol açtılar. Sömürgeciliğin bıraktığı psikolojik ve toplumsal yaralar bugün bile hissedilmektedir. Birçok Afrika ülkesi, bozulmuş toplumsal dokular, ekonomik bağımlılık ve siyasi istikrarsızlık gibi sonuçlarla hâlâ mücadele etmektedirler. Afrika ülkesinin hâlâ yüzleşmek zorunda olduğu uzun vadeli ekonomik ve siyasi zorluklar açısından da devam etmektedir.

Türkiye Afrika’nın bağımsızlığında manevi, diplomatik ve maddi destek sağladı

1960’larda Afrika ülkeleri sömürgecilere karşı bağımsızlıklarını kazanmak için mücadele ederken Türkiye’nin bu süreçteki duruşunu ve katkılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

1960’larda Afrika ülkeleri bağımsızlıklarını kazanmak için mücadele ederken Türkiye’nin duruşu, genellikle ana akım anlatılarda yeterince vurgulanmamakla birlikte, destekleyiciydi. O dönemde Türkiye, Osmanlı sonrası karmaşık bir yeniden yapılanma sürecindeydi ve Soğuk Savaş dengelerinden çıkıyordu ancak yine de Afrika’nın bağımsızlık hareketlerine manevi, diplomatik ve maddi destek sağlamayı başardı. Bu destek, sömürgecilik karşıtı ortak deneyimler ve Türkiye’nin küresel Güney Afrika ile daha güçlü bağlar kurma hedefleriyle şekillendi.

Türkiye’nin katkıları, bağımsızlık kazanan Afrika ülkelerine diplomatik tanıma sağlama, Afrikalı öğrencilere burs ve eğitim fırsatları sunma ve hatta bölgedeki barışı koruma görevlerine katılma gibi çeşitli şekillerde oldu. Ayrıca, Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Afrika’nın bazı bölgeleriyle olan tarihi ve kültürel bağları, yalnızca politik çıkarlarla değil, aynı zamanda emperyalizme karşı ortak bir mücadele duygusuyla şekillenen bir dayanışma da sağladı.

Emperyalist Batı dünyasının en çok zarar verdiği kıta hiç şüphesiz Afrika. Afrika’nın geçmişten bugüne gelen umudu ve yeniden doğuşu, diğer dünya halklarına ne gibi dersler sunabilir? Afrika’nın tarihini ve direnişini anlamak, sizce diğer coğrafyalardaki mücadeleler için nasıl bir rehber olabilir?

Afrika’nın geçmişten bugüne kadar süregelen umut ve yeniden doğuşu, direncin, birliğin ve büyük zorluklara rağmen yeniden inşa etme kapasitesinin güçlü derslerini sunmaktadır. Kıtanın sömürgeleşme ve baskı döneminin şekillendirdiği direniş ruhu, sabır ve uyum açısından olağanüstüdür. İmâm Abdullah Haron, Steve Biko gibi şahsiyetler haklı mücadelelerinde öldürülseler de halka ilham olmaya devam etmektedirler. Bu noktada Türklerin de Afrika’da Ebubekir Efendi gibi alim Tatamkhulu İsmail Afrika gibi yerli halkın özgürlük mücadelesinde umut bağlamış önder şahsiyetleri olduğunu unutmamalıyız.

Afrika, adalet, onur ve özgürlük mücadelesinde hâlâ ayakta kalmayı başarırken, bu, kolektif eylem, dayanışma ve geleceğe olan bağlılıkla mümkün olabileceğini göstermiştir. Güney Afrika’nın Filistin meselesini bir devlet politikası olarak benimsemesi emperyalist düzene karşı dayanışmanın iyi bir örneğidir. Nelson Mandela’yı hapiste iken destekleyen iki liderden biri Muammer Kaddafi diğeri Yaser Arafat idi. Afrika’nın tarihini ve direnişini anlamak, sadece geçmişi takdir etmek değil, aynı zamanda başka coğrafyalardaki adaletsizliklere nasıl karşı durulacağını öğrenmek için de önemlidir. Afrika deneyimi, direnişin yalnızca dış bir güce karşı koymakla değil, halkların geleceğe dair alternatif bir vizyon inşa etmekle ilgili olduğunu da gösteriyor. Yerel hareketlerin önemi, kültürel kimliğin direnişteki rolü ve toplumsal dayanışmanın zorlukları aşmadaki merkeziyeti, diğer bölgelerdeki mücadeleler için de rehber olmuştur. Afrika’nın direniş hareketlerini inceleyerek, dünya çapında marjinalleşmiş toplumların nasıl koalisyonlar kurup haklarını savunabileceğini ve küresel adaletsizlikle mücadele eden çağdaş hareketler için bir rehber olabileceğini görmek mümkündür.

Afrika halklarının direnişi kültürel ve entelektüel bir başkaldırı

Çoğu zaman sömürgecilik tarihleri, yalnızca mağduriyetler ve kayıplar üzerinden anlatılıyor. Kitabınızda direnişe geniş yer ayırmanızın altında yatan düşünceler neler? Afrika halklarının sömürgecilik dönemindeki direniş hikâyeleri üzerine odaklanmanızın özel bir nedeni var mı?

Kitabımda direnişe geniş bir yer ayırmamın nedeni, sömürge deneyiminin daha nüanslı ve tamamlayıcı bir şekilde sunulması gerektiğine inanıyor olmamdır. Sömürgecilik altındaki halkların mağduriyetlerini ve kayıplarını kabul etmek elbette önemli ancak yalnızca bu yönlere odaklanmak, anlatıyı çaresizlikle sınırlamak anlamına gelir. Direniş ister büyük ister küçük ölçekte olsun, sömürgecilik tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır ki; bu, sömürülen halkların irade ve kararlılığını gösterir.

Afrika halklarının sömürgecilik dönemindeki direnişine odaklanmamın başka bir nedeni, Afrika’daki bu direniş öykülerinin sıklıkla göz ardı edilmesi ya da unutulmasıdır. Afrika’nın direniş tarihi oldukça zengin ve çeşitlidir, ancak bu tarih genellikle Batı eksenli ana akım tarih anlatılarında bastırılmıştır. Libya’da Ahmed Muhtar’ın direnişi, Güney Afrika’da İmam Abdullah Haron’un mücadelesi ne kadar biliniyor? Bu hikayeleri gün yüzüne çıkarmak, egemen anlatıyı sorgulamak ve Afrika halklarının direnişinin yalnızca bir karşıtlık değil, aynı zamanda kültürel ve entelektüel bir başkaldırı olduğunu hatırlatmak bakımından önemlidir. Bu duruş, sadece direniş gösterenleri onurlandırmakla kalmaz, aynı zamanda sömürgeciliğin zalimane mazisini anlamamıza da yardımcı olur.

Afrika devleti hâlâ iç bölünmeler konusunda mücadele ediyor

Kitabınızda sömürgeciliğin etkilerinin sadece geçmişle sınırlı olmadığını vurguluyorsunuz. Sömürgecilik mirası günümüz Afrika’sını nasıl şekillendirdi?

Sömürgecilik mirası, modern Afrika’nın sosyal, ekonomik ve siyasi yapıları üzerinde derin bir etki yaratmaya devam etmektedir. Sömürgeci güçler, etnik, kültürel ve dilsel bölünmeleri hiçe sayarak yapay sınırlar koymuş, bu da ulus inşasında kalıcı çatışmalara ve zorluklara yol açmıştır. Bu sınırlar, mevcut topluluklar göz ardı edilerek oluşturulmuş, bu nedenle birçok Afrika devleti hâlâ iç bölünmeler, etnik gerilimler ve ulusal birliği sağlama konusunda mücadele etmektedir. Ekonomik olarak, sömürgecilik Afrika’yı, kolonyalistlerin çıkarları doğrultusunda hammadde çıkarımına dayalı bir ekonomik yapı bırakmıştır. Bu kaynakların sömürülmesi, dış piyasalara bağımlı ekonomiler yaratmış ve bu bağımlılık günümüzde de devam etmektedir. Birçok Afrika ülkesi hâlâ ekonomilerini çeşitlendirme ve uzun vadeli büyüme ile kendi kendine yeterlilik sağlayacak sanayiler geliştirme konusunda zorluklarla karşı karşıyadırlar. Zira sömürgecilikten miras kalan ekonomik altyapı, yerel halkların ihtiyaçlarını karşılamak için değil, sömürgecilerin çıkarlarını gözetmek için tasarlanmıştı.

Genel olarak, sömürgecilik mirası, çağdaş Afrika’yı derin bir şekilde şekillendirmiş, çatışma, ekonomik kalkınmamışlık ve yönetişim zorluklarıyla devam eden mücadelelere yol açmıştır. Ancak, Afrika halklarının direncini ve kıtanın geleceğini kendi koşullarıyla yeniden tanımlamak için yapılan çabaları da takdir etmek gerekir.