Merhum Mehmet Akif Ersoy; “Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar/Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? derken yaşanan hataların, yanlışların tekrar etmemesi ve bir daha vahim sonuçlarla karşılaşmamız için adeta feveran ediyordu. Peki ibret alındı mı? Maalesef alınmadı. Ülkenin sağ duyulu ilim ve irfan sahipleri yazdılar, konuştular ama bugün yanıbaşımızdaki coğrafyada yaşanan işgal ve beraberinde kan ve göz yaşı ibret almadığımızın göstergesidir.
İslam âlemi için ilk büyük bozgun
Dün Âkif’in çığlığını bugün Ertuğrul Düzdağ tarihten kesitler sunarak tekrar hatırlatıyor, “Düşman Acımaz” (MED yay. 2023, 251 s.)diyor. Evet düşman dün de acımadı, bugün de acımıyor. Acınacak hale düşmemek için yazar Ertuğrul Düzdağ bizi tarihi bir yolculuğa çıkarıyor ve bugünlere kadar getiriyor. Öncelikle büyük bozgunun 93 Harbi (1877 Osmanlı Rus Savaşı) ile başladığını belirten Düzdağ, yaşanan bu savaşın sadece Osmanlı için değil İslâm alemi için de bir felaket olduğunu belirtiyor. Niye 93 harbi önemli? Önceden de ordumuz farklı sebeplerle bozguna uğramıştır fakat bu kez bir ordunun değil, bir milletin, bir kıta halkının bozgunu, sürgünü ve ölümü söz konusu olmuştur. Bunlardan birisi yüzyıllardır yan yana yaşadığı komşusuna en ağır vahşeti yaşatan Bulgarlardır. Rumeli’de Osmanlı nüfusunu azınlığa düşürmek için binlerce müslümanı öldürürken, bir milyon halkı da kaçmaya mecbur etmişlerdir. Düzdağ yapmamız gerekeni ifade ediyor: “Bu gibi korkunç bozgun ve mağlubiyetlerimizin hiç olmazsa yıldönümlerini, milleti ikaz ve kendimizi düzeltmeye davet için birer vesile edinmeliyiz.” (s.20) Düşmanın Tuna’yı geçerek Ziştovi’yi zabtetmesi, ardından önlerine çıkan köylerle ne kadar Müslüman varsa kimi kurşunlayarak, kimini samanlıklara doldurup yakarak katletmesi gibi vahşet dolu sahneleri ve daha fazlasını tüm açıklığı ile merhum Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi yazmış ve yine Ertuğrul Düzdağ “Zağra Müftüsünün Hatıraları” ismi ile yayımlamıştır. Tembellik ve gaflet girdabından çıkıp ders almadığımıza vurgu yapan Düzdağ, Osmanlı Rus harbinden cesaret alan Bulgar ve Sırpların bu kez 1912 Balkan Savaşını fırsat bilip binlerce müslümanı şehit ettiğini yazıyor. Ardından yaşanan Birinci Cihan Harbi sonunda mağlup oluşumuzun ardından Yunanlıların batıda, Ermenilerin doğuda kanlı vahşetlere imza atmaya devam etmişler.
Din ve dindarlara savaş açan laiklik
Düzdağ, yaşanan harpler, peşi sıra coğrafyamızda yaşanan işgaller ve vahşetler sonrasında yeni Cumhuriyetle beraber din aleyhtarı bir laiklik uygulaması başladığını ve bunu vurgulayan Cumhuriyet elitlerinin “dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar! Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur.” (s.83) sözlerini söylediklerini belirtiyor. Yaşanan onca badireden sonra artık yeni bir düşman vardır: din ve dindarlar. Bu dönemde Türkçe ibadet, Türkçe ezan provaları başlarken öte yandan da “acaba Hristiyanlığı kabul ederek medeni Avrupa milletleri arasına katılsak nasıl olur?” müzakereleri de yapılmaktadır. 1932’den 1950’ye kadar süren Türkçe ezan meselesinin bile başlı başına vahşet olduğunu vurgulayan Düzdağ, ezanı aslına çeviren Menderes’in de 10 sene sonra bu işin bedelini şehadetle ödediğini vurguluyor.
Dünyanın başındaki bela: Siyonist Yahudiler
Ve insanlık tarihi boyunca hep problemin merkezinde olmuş bir millet İsrailoğlulları. Düzdağ, kitabında ayrı bir başlık açarak Siyonist Yahudiler meselesine de değinmiş, Yahudilerin Osmanlı’ya hep sadık olduklarının bir masal olduğunu ifade etmiş. Siyonist Yahudilerin sadece vaat edilmiş toprakları değil, genel olarak dünyayı özel sömürge alanı olarak gördüklerini örnekler ortaya koyan Düzdağ, dün ve bugün yaşananları iyi niyetli olarak yorumlanamayacağını şu cümlelerle ortaya koyuyor: “Yahudiler binlerce yıllık gelenekleri icabı içlerine işlemiş bir huy ve ahlak ile kendilerinden başkasını insan saymaz, sonuna kadar kullanıp sömürürler. Bütün gayret ve çalışmaları İsrail ve Siyon içindir. Gayelerine varmak için gerekli görürlerse bütün bir dünyayı kıllarını kıpırdatmadan ve içleri sızlamadan ateşe verirler.” (s.1489)
Uyanmazsak acı film tekrar edecek
Tarih boyunca Siyonist Yahudilerin işledikleri cürümler farklı şekillerde duyurulmuş, ikazlar yapılmış ama tarih yine tekrar etmeye devam etmiştir. Bir ikaz da 1922’de Filistin Cemiyeti İslamiyye Reisi Abdülkadir el-Muzaffer imzasıyla Sebilürreşad dergisinde çıkan “Ümmet-i İslâmiyeye Beyanname”dir. Burada yer alan birkaç satır şöyledir: “Bin üç yüz seneden beri Sahra-i Müşerrefe ile Mescid-i Aksa’nın muhafaza ve siyanetini bir vazife-i diniye olarak kendi üzerine alan Filistin’deki İslâm unsuru, bu mukaddes mekanların bugün Siyonist Yahudiliğin şen’i teaddi ve tecavüzlerine maruz kalarak, azim bir tehlike altında bulunduğunu bütün alem-i İslâm’a arz ve ilan ediyor…” Tarihi hakikat değişmiyor. Acımayana acınmaz. Yoksa acınacak hale düşersiniz. Siyonist Yahudiler, Dönmeler, Masonlar derken tarih sahnesinde aynı film tekrar ediyor. Kitap bizleri düşmana karşı her daim uyanık olmaya, mazimizi unutmamaya çağırıyor. Akif’in şiiri ile sözü bağlayalım:
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;
Sade bir hadise var ortada: vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela…