Kırklarında, bir yayınevinin genel yayın yönetmeni olan Teodor Teya Kray ve onu yıllarca takip eden gizli polis Luka Laban’ın arasında geçen bir öykü Profesyonel. Bu entelektüel hikaye çevresinde; Yugoslavya’nın 90’larda başlayan bölünme süreci, politik hava, sanatçıların maruz kaldığı durumlar temaşa ediliyor. Duşan Kovaçevic’in kaleme aldığı Profesyonel’in, 2010’dan beri hala taze kalabilmesini, başrol oyuncuları yazarın maharetine borçlu olduklarını söylüyor.
14 yıldır aynı oyunla sahnede olmak zor değil mi?
Bülent Emin Yarar: Zaman zaman meslektaşlarımız “Sıkılmadınız mı artık”, seyirciler ise “Bu kadar yıldır nasıl bu kadar taze kalabiliyor” diye şaşırarak soruyor. Oyunu çok seviyoruz. Ama devam edeceğini, seyirciyle bu kadar iç içe olacağını hiç düşünmemiştim. Başladığımızda, oyunun Sırbistan’da 12 yıl oynandığını, oyuncusunun bu esnada rahmetli olduğunu öğrenmiştik. Bizim de sonumuz burada olur mu diyorduk. O kadar yıl nasıl oynayacağız, ne anlatacağız derken 14. sezona geldik. Profesyonel, sözün öne çıktığı bir oyun. Seyirciyi hangi görüşten olursa olsun, hangi pencereden bakarsa baksın, birleştiren bir özelliği var. Sıradan bir polis memuruyla, bir aydının hikayesi gibi görünüyor ama hem aydın hem insan eleştirisi var.
SUSTUKLARIMIZI SAHNEDE KONUŞUYOR
Yetkin Dikinciler: Bülent Bey başta “Abi bu oyun beni öldürür” diye espri yapıyordu. Ama maşallah yaşatıyor, daha güzel yaşatıyor. Maalesef hızlanan bir dünyada, insanlar arasındaki iletişim süresinin yok seviyesine indiği bir dönemde, iki saat muhabbet edebilmek ya çok eski dostlara ya çok güzel sofralara ya da bir terapistin hastasıyla ilgileneceği sürelere dair olmaya başladı. Seyirciyle, karşılıklı hiçbir mecburiyetimiz olmadan, iki saat dertleşiyoruz. Profesyonel’e gelen insanlar, herkesin bildiği, söylemek istediği ama çekincelerinden dolayı sustuğunu, konuşma alanında paylaşıyor. “Sen farklısın, o yüzden savaşmalısın” tuzaklarıyla yüzleşiyor. Gerçek hayat yapaylaşmaya, sahneye taşınan şey ise gerçeğin kendisi olmaya başladı. Bu içerikte oyunlara ihtiyacımız var.
HER GÜN YENİDEN UYANMAK GİBİ
Motivasyonunuzu ilk günkü gibi tutan şey ne peki?
BEY: Seyircinin sizinle birlikte o şarkıyı söylemesi. Shakespeare’in Hamlet’ini oynuyorum. 500 yıl önce yazılmış metin, hâlâ geçerli. insanoğlu aynı yerde, yaşadıklarımız aynı. Motivasyon seyirciyle gelen bir şey. Kimse olmasa, yeter artık der bırakırız.
YD: Düzgün ve layıkıyla yapabilmek. Bir iddiamız var. Size bir şey anlatacağız diyoruz. Yazara, el sıkıştığımız ve sahnede ne hale getirdiysek ona sadık kalmaya çalışmak; her gün yeniden uyanmak gibi. Bugün de uyanmayayım demiyoruz ya, o kadar günaydın bir şey.
Yazarla tanışmıştınız, neler söyledi?
BEY: Şehir Tiyatroları’nın bir prömiyerinde tanışmıştık. Arada, “Biz de Profesyonel’i oynamaktayız” dedim. “Dramaturjisine en güvendiğim oyunum” dedi. Oyunlarıyla ilgili ise “Benim oyunlarımda gülerken bir anda başka bir duyguya geçmek, çok kompakt şekilde gelişir. Oynadıkça bunun farkına varacaksınız” demişti. Kovaçevic’in izlemesini çok arzu ediyorduk ama nasip olmadı.
DERTLEŞMEYE İHTİYACIMIZ VAR
Oyundaki uzun suskunluk sahneleri de mi yazarın takdiri?
YD: Kovacevic, nasıl oynamamız gerektiğini söyleyecek kadar becerikli bir yazar. Oyununda seyirci mendili doğaçlama çıkardık zannedebiliyor. Hayır. Yazar, oraya mendilin çıkacağını yazmış. Oyunda suskunluk anları var. Birlikte konuşmaktan çok birlikte susabilmeyi de öğrenmeliyiz. Oyun; sınır, din, dil, ırk gibi farklılıkların ortadan kalktığı bir alan oluşturuyor. Paylaşamayacak bir şey yok, sonuçta ölümü paylaşacağız. Tiyatroya, daha geniş dairede sanata, dertleşmeye ihtiyacımız var.
BEY: Oyuncu, yazarın derdini üstlenmeli. Yazar kendini eleştirmiş, bunu yaparken başka renkler içine girmiş. Çok yalın ve namuslu bir biçimde ele almış. Aynı şeyi bizler de yaşamak durumundayız. Sözün etkisini hazmedeceksiniz ki sizin olacak. Sizin olduktan sonra istediğiniz şekilde söylersiniz. Sevdiğimiz sözleri birbirimizle ve yönetmenle paylaşırız fakat seyirciyle paylaşmak hepsinin üstünde.